Aleviler kurban keser mi? Aleviler bayramda kurban keser mi?
Aleviler kurban keser mi? sorusu Kurban Bayramlarında merak edilip araştırılıyor. Haberimizden konu hakkında tüm merak edilenleri öğrenebilirsiniz...
Aleviler kurban keser mi? Alevilik inancında kurban kesiminin olup olmadığıyla ilgili bilgi almak isteyenler konuyu araştırıyor. Biz de sizler için bu konuyla ilgili gerekli bilgilere haberimizde yer verdik.
KURBAN NEDİR? GÜNÜMÜZE NASIL GELMİŞTİR?
Kurban kelimesinin anlamı Allah’a yakınlaşmak, rızasını, hoşnutluğunu kazanmak demektir. Yani, Allah’a manevi açıdan yakınlaşmaktır. Aslında sadece kurban keserek Allah’a manevi açıdan yaklaşılmıyor.
Bir fakiri sevindirmek, bir yoksulun karnını doyurmak, insanlara sevgiyle yaklaşmak, okumak isteyipte imkansızlıktan okumayan öğrencileri okutmak, kısacası yoksulu ve fakiri sevindirmek, Allah’ın rızasını kazanmak demektir. Yani, kurban kesmeden de bunlar yapıldığında kurban yerine geçer. Kurban geleneği, Hz.İbarahim’in oğlu İsmail peygamberi kurban etmesiyle başlar.
Hz.İbrahim, çocuğu olmadığından dolayı Allah’a yakınırken, “yüce Allah’ım; ''Benim günahım neydi de bu kadar malım mülküm varken, soyumu sürdürecek bir evlad dahi vermedin bana?” diye yakınır. Canab-ı Hakk, Hz.İbrahim’in bu duasını kabul eder ve Hz.İbrahime şöyle selenir; “ya İbrahim! Sana bir evlat vereceğim, sende dünyada ençok sevdiğini bana kurban edeceksin” demesiyle beraber kurban geleneğinin de, ilk temeli atılmış oldu.
İsmail peygamber dünyaya geldiğinde Hz.İbrahim şunu iyi anladı ki, dünyada ençok sevdiği oğlu İsmail’dir ve Allah’a vermiş olduğu sözünü de yerine getirmesi gerekiyordu.
İsmail peygamber, 12 yaşına gelinceye kadar Hz.İbrahim sürülerle koyun ve develer kurban kesmesine rağmen kabul görülmemiştir. Çünkü Dünyada en çok sevdiğini Allah’a kurban etmesi gerekiyordu.. Her gece rüyalarına Allah’a vermiş olduğu söz geliyor ve Hakk dostu olan Hz.İbrahim, nefsini yani benliğini yok etmeden Canab-ı Hakk’a varılamıyacağını anladı. Böylece dünyada en sevdiği oğlu İsmail’i kurban etmekle elde ettiği bu gerçek manevi kavuşma uğruna Canab-ı Hakk tarafından gönderilen maddi bir kurban yani koç’u adadı ki, günümüze dek kurban kesme geleneğinin kökü buraya dayanmaktadır.
Görülüyor ki asıl kurban, nefsini tığlamaktır. Hz.İbrahim nefsini yenmesi, Ismail peygamberi bıçak altından kurtarıldığına dair bir kutlamadır. Insanoğlunun kurban edilmeyişi insanlar arasında şükran, sevinç ve dileklerinin kabul edilmesi manasında o günden bu güne kadar bayram havasında kutlanarak gelmiştir.
ALEVİ KİMDİR? ALEVİLİK NEDİR?
Sözcük anlamı Hz. Ali’ye bağlı ya da onun soyundan olanlar demektir. Bir inanç sistemi olarak karşımıza çıkan Alevilik, tarikat olmadığı gibi, tek bir tarikata da bağlanamaz. Daha çok bir mezhep, bir din görünümündedir (A. Gölpınarlı). Kısaca söylemek gerekirse, Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, Ali’nin halife olmasını isteyen, onu imam olarak kabul eden, daha sonra ise Şii-Batıni inançlara bağlananların tümüne Alevi denir.
Alevilik, önceleri siyasal bir olay olarak belirmiş, sonra Sünnilik dışındaki düşünüş biçimleriyle de beslenerek, İslamiyet’i kabullenen topluluklarda, düzene karşı bir hareket niteliğine bürünmüştür.
alevilik1Aleviliğin tarihsel gelişimi kısaca şöyle özetlenebilir: Peygamber’in ölümünden sonra, ilk kez belirgin bir düşünce ayrılığıyla karşılaşılır. Onun yerine kimin geçeceği sorusu Müslümanları Mekkeliler ve Medineliler grubu olarak ikiye böler. Medineliler kendi aralarında düşünce ayrılığına düşünce, Mekkeliler duruma egemen olurlar. Ama Muhammed’in soyu olan Haşimoğulları başta olmak üzere bir bölüm insanın, Peygamber’in soyundan geldiği, onun damadı olduğu için Ali’nin halife olmasını ileri sürdükleri görülür. İşte daha bu dönemde Ali’yi tutanlarla, onlara karşı olan ve Ebubekir’i tutanlar olmak üzere iki karşıt grup ortaya çıkar. Ali’yi tutanlar (Aleviler), Osman döneminde çıkan bir isyanda halife öldürülünce Ali’nin halife olmasını sağlarlarsa da kuşkusuz kökeni toplumsal ve ekonomik olan bu siyasal ayrılık, düşünce ve inanç ayrılıklarıyla da beslenerek günümüze kadar sürer gelir. Düşünce ve inanç ayrılıkları, mezhepleri ve bu mezheplere bağlı tarikatları doğurur.
Aleviler, mezhep olarak Şiiliği (Türkiye’deki Alevilerin bütünü için aynı şey söylenemez) benimserler ve Batıni inançlara bağlanırlar. Kızılbaş adını almaları ise XIV. Yüzyılda Erdebil şehrini merkez edinen Şeyh Sâfıyüddin İshak Erdebilî’ye (ölm. 1334) kadar uzanır. Burada, kızıl tacı kabul eden ve İran’daki Safevî şahlarına bağlanan Alevilere, Sünnilerce Kızılbaş adının verildiği belirtilmelidir. Nitekim Anadolu’daki Aleviler Sünni halk tarafından genellikle bu adla anılacaktır. Şii ve Batıni oldukları için de Sünni akide ile uyuşmayan bütün tarikat mensupları Alevi olarak bilinecektir.
Gerçekten, ta Rum Abdalları’ndan başlayarak, Şii-Batıni inanca bağlı tarikatlarla Alevi inançları arasında kimi benzerlikler vardır. Ama Aleviliğin bir tarikat olmadığı, tarikatlar üstü bir inanış biçimi olduğu unutulmamalıdır. Temelde Şii-Batıni inançlara sahip olma, böylesi bir yanılgıyı doğurmaktadır. Oysa her tarikatta Alevi olana rastlamak mümkündür. Hele sözcüğün genel anlamından yola çıkarak, Ali’ye bağlı olanların tümüne Alevi demek de yanlış olacaktır. Bu nedenle, başta verilen genel tanım, ayrıntıda, inanç ve düşünüş açısından gerçek Alevi’nin kim olduğu sorusunu açıklamaya yetmez.
Yine önce de belirtildiği gibi, Alevilik daha çok bir mezhep, bir din görünümündedir. Böyle olunca da Aleviliğe genel ve özel olmak üzere iki açıdan yanaşmak gerekiyor. Şimdiye dek çizilen genel tabloya, Alevi olarak adlandırılan Şii-Batıni tarikatlara mensup olanların, Osmanlı devleti içinde, Osmanlı düzenine başkaldıran topluluklar olduğu da eklenmelidir. Zaman zaman önemli isyanlara yol açan bu düşünüş ayrılığının, bir mezhep çatışmasından öte, siyasal, toplumsal ve ekonomik nedenlere dayandığı da bilinmektedir. Yine Alevilerin Yavuz Sultan Selim döneminde (1512-1520) şiddetle cezalandırıldıkları da biliniyor. Ama son devirlere kadar, Alevilerin, Safevî hanedanına olan bağlılığı yok edilememiştir. Alevi-Bektaşi edebiyatında, şah sözünün yerini saygıyla koruması da bunu gösterir.
Bir tarikat olmayan Aleviliğin, genellikle Bektaşîlikle birlikte düşünüldüğü görülmektedir. Oysa bilindiği gibi Bektaşilik bir tarikattır. Bu durum, Bektaşiliğin, daha XIII. yüzyılda Anadolu’da görülen Şii-Batıni inançları örgütleyen bir tarikat olmasından ileri gelmektedir. Alevilerin bu tarikata girdikleri bilinmeli, ama Aleviliğin ayrı bir inanış olduğu unutulmamalıdır. Bir kez Alevilikte kan bağı esastır. Yani Alevi olabilmek için, Alevi ana babadan gelmek şarttır.
“Kızıl-başlıkta inanç daha ziyade göreneğe ve ananeye dayanır. Bu bakımdan Alevilerin itikatlarını, ya kendileri ile beraber olup duyarak, görerek anlamak yahut mukaddes saydıkları kitaplarından, deyiş ve âyet dedikleri nefeslerden, yâni dinî ve hece vezni ile söylenmiş, dörtlüklerden meydana gelen şiirlerden istidlâl etmek icap eder.” (A. Gölpınarlı). Yalnız burada, bu şiirlerin, özde kimi ayrılıklar göstermekle birlikte Yunus’a, hattâ Ahmet Yesevî hikmetlerine dek uzanan bir birikimden yararlandığını, Bektaşilikle beslendiğini de belirtmek gerekecektir. Bu nedenledir ki zümre edebiyatlarını sınıflarken Alevi-Bektaşi halk edebiyatı biçiminde bir ayrıma gidilmektedir. Böyle olunca bu edebiyatın ürünlerinin Alevi inancını sağlıklı bir biçimde yansıttığı söylenemez.
Kaldı ki Osmanlı düzeninde, siyasal bir baskı altında kalan Alevilerin, inançlarını açık biçimde dile getirdikleri de ileri sürülemez. Alevi şairler, göz yumulan düşünüş biçimlerinin ardına sığınmışlar, remizlere başvurmuşlardır. Böyle olunca da yanlış yorumlardan, yakıştırmalardan kurtulamamışlardır. Sünnî halk arasında anlatılan “Mum söndü âyinleri” böylesi bir yanlış anlayışın sonucudur.
Kısaca özetlemek gerekirse Alevilik şu esaslara dayanır: Ali sevgisi: Alevilerin, Hz. Ali’ye duydukları derin sevgi ile Hz. Ali son derece ayrıcalıklı manevi bir iklime, makama yükseltilmiştir. “Lâ-ilâheillallah Muhammed Resullullah Aliyyun Veliyullah Veliyyun Aliyullah” biçiminde şahadet getirmeleri bu inancın sonucudur. Ali’nin Peygamber’in vâsisi ve imamı, Muhammed’in mürşidi olduğu da ileri sürülür. Kesin olan, Ali sevgisinin, tarihsel gelişim sonucu her şeyin üstünde tutulduğudur. Nitekim, Allah, Muhammed, Ali üçlüsünü bir sayan inanç da bunun sonucudur.
Anadolu Aleviliğinde kurban şöyle sınıflandırılabilir:
1-Yol, inanç kurbanı; İçeri kurbanı da denir. İnanç gereği kesilen Kurbanlar;
a- Oniki İmamlar kurbanı/Muharrem Kurbanı: Alevilere göre kurban, Allaha karşı bir borcun yerine getirilmesidir. Bu inanışa göre; İnsanlık için kurban edilmeyi ezelden kabul etmiş ruh, sonradan Hz. İmam Hüseyin’e intikal etmiştir. Kerbelada yaşanan facia, gerçekte bu ikrarın yerine getirilmesinden başka bir şey değildir. Muharrem mateminin tamamlanmasından üç gün sonra yani muharremin on Üçüncü gün kesilen kurbandır. Kesilen kurbanın tamamı pişirilir ve hep birlikte yenir.
b- Yola girme kurbanı; Ehli beyt yoluna girme ikrarını verecek olan canın kestiği kurbandır. Bu kurban dahi pişirilerek hep birlikte yenir. Bu kurban “İkrar” Kurbanı olarakda bilinir.
c- Alevilikte Dede senede bir kez olsun mutlaka kendi ocağına bağlı ve sorumlusu olduğu Canı (Talip’i) ziyaret emek ve cemaat huzurunda özeleştirisini alır. Özeleştiride bulunacak talipten hazır bulunanların rızasının olması şarttır. Herkesin rızasını alınmış ve özeleştirisi kabul edilmiş canın kestiği GÖRGÜ KURBANI. Kesilen kurban pişirilir ve hep birlikte yenir.
d- Birlik Kurbanı; Ceme katılanların tamamı tarafından ortaklaşa alınan kurbandır. Yapılan birlik Cem’inden sonra pişirilip ceme katılanlar birlikte yer. Yapılan Bu ceme ve Kesilen Kurban’a Abdal Musa Cemi ve Kurbanı da denir.
e- Musahip Kurbanı: Musahip olacak iki can için kurulan Cem İbadetin kesilen kurbandır. Musahip olan canlar tarafından kesilen bu kurban da, Cem Evinde (Cem ibadetinin yapıldığı yer; münhasıran İnşa edilmiş Cem evi binası olabileceği gibi Cem ibadetin yapıldığı herhangi bir ev/konut veya mekân) pişirilip hep birlikte yenir.
f- Dar/Dardan İndirme Kurbanı: Ölen bir canın ardından; alacaklarını-borçlarını-haklarını ve dileklerini görüşüp sonuçlandırmak üzere içinde bulunduğu toplumun helalliğini ve rızalığını almak üzer yapılan Cem ibadetinde, varisleri veya yakınları veya musahibi tarafından kesilen kurbandır. Gerek dardan indirme kurbanının ve gerekse ölümün kırkıncı gününde verilen hayır yemeğinin sevabı ölen cana (ruhuna) armağan edilir.
g- Düşkün/Düşkün Kaldırma Kurbanı: Alevilik inancına aykırı davrandığı için düşkün ilan edilerek toplumdan dışlananın aynı suçları bir daha işlemeyeceği kanaatine varıldığında cezası kaldırılmak üzere yapılan cem ibadetinde kesilerek pişirilen ve topluca yenilen kurbandır.
2- Adak ve Geleneksel Kurban/ Dışarı Kurbanı
a- Adak Kurbanı: Gerçekleşen veya gerçekleşmesi dilenen bir dilek için kesilen kurbandır. Adak kurbanı, çiğ olarak dağıtıldığı gibi pişirilerek toplu olarak da yenir.
b- Hızır Orucu Kurbanı: Hz. Hızır için, Ocak ayının son çarşambasından Şubat ayının ortasına kadarki sürede üç gün süreyle tutulan oruçlarda kesilen kurbandır. Çiğ veya Pişirilmiş olarak dağıtıldığı gibi pişirilip birlikte de yenir.
c- Sultan Nevruz Kurbanı: Hz. Ali’nin doğum günü olan 21 Martı 22 Marta bağlayan gecede yapılan Cem ibadetinde kesilen kurbandır. Kesilen kurban pişirilip topluca yenilir.
d- Hıdırellez Kurbanı: Mayıs ayının 6 ncı günü kesilen kurbandır. Çiğ veya Pişirilmiş olarak dağıtıldığı gibi pişirilip birlikte de yenir.
ALEVİLER KURBAN KESER Mİ? ALEVİLER BAYRAMDA KURBAN KESER Mİ?
İnançsal olarak Alevilerde Kurban bayramında kurban kesme yoktur. Ancak kentleşme süreci ile birlikte, kente göç etmiş Aleviler arasında istisnai olarak Kurban Bayramında da Kurban kesilmektedir.
Bir insan kestiği kurbanla değil, insanlık uğruna yaptığı hizmetle anılırlar. İnsanlık için korkmadan başını veren, insanlık adına ölümü göze ve ölen nice insanlar kurban sözcüğün özünü daha da iyi dolduruyorlar. Halk arasında bir deyim vardır “ben sana kurban olam”. İşte “kurban” gerekirse sevdiği için canını vermekten çekinmeyendir. Alevilik inancında ve öğretisinde de bu deyim geçerlidir. Yol için çekinmeden başını verenler, paylaşmayı en temel ilke sayanlar; insanın özgürleşmesi için mücadele verenler; doğaya uygun yaşamayı ilke edinenler; insanın da doğal bir varlık olduğunun bilincinde olanlar; işte gerçek erenler bunlardır. Bu da sevgiyi gerektirir. Sevgi ise özünde kendisinde olmayanı kendisine katma işlevidir. Kurbanda yakınlaşma, katılma, yabancılığı giderme anlamındadır. O halde seven herkes aslında kurbanın insana verdiği psikolojik doyumluluğa ulaşır.
Alevilikte “Kurban”ın aslı “Lokma”dır. Lokma her tür besin kaynağı olabilir. Lokma, insanın kendi kaynağından bir kısmını ayırıp, insanlara dağıtmasıdır. Bu yolla kendi içi dünyasına huzur katmasıdır. Özünde ki kötülüklerden sıyrılması, kinden, nefretten, benlikten sıyrılmaya çalışmasıdır. Kendisinde var olanı paylaşması, cana can katmasıdır. Zaten kurban, bir canı alırken, başka bir canın yaşamasını sağlamaya dönük bir inancı kapsar. Birçok yerde aileler askere giden çocukları için “kurban” keserler. Bu aslında, “çocuklarının sağlıklı gelmeleri ve canına bir zarar gelmememsi için” bir başka canı sunmasıdır.
Kurban eti nasıl değerlendirilmelidir? KURBAN ETİ NASIL DEĞERLENDİRİLMELİDİR?
Hz. Peygamber(s.a.s.), kurban etinin üçe taksim edilip bir bölümünün kurban kesemeyen yoksullara dağıtılmasını, bir bölümünün akraba, tanıdık ve komşularla paylaşılmasını, bir kısmının da evde yenmesini tavsiye etmiştir (Ebû Dâvûd, Dahâyâ, 10). Kurban etinin tamamı evde bırakılabilir. Ancak, durumu iyi olan Müslümanların, toplumda muhtaçların arttığı bir dönemde kurban etlerinin çoğunu hatta tamamını dağıtmaları daha uygun olur. Şâfiî mezhebine göre ise kurban etinden az da olsa bir miktarın fakirlere verilmesi zorunludur.
KURBAN DERİSİ NASIL DEĞERLENDİRİLMELİDİR?
Kurbanın derisi, bir fakire veya hayır kurumuna verilmelidir. Hz. Peygamber(s.a.s.), veda haccında Hz. Ali’ye, kurban olarak kesilen develerinin başında durmasını ve bunların derileri ile sırtlarındaki çullarını sadaka olarak vermesini, kasap ücreti olarak bunlardan bir şey vermemesini emretmiştir (Müslim, Hac, 348; Buhârî, Hac, 120, 121; Ebû Dâvûd, Menâsik, 21). Buna göre kurban derilerinin para karşılığında satılması, kurbanın kesimi veya bakımı için ücret olarak KURBAN SIKÇA SORULANLAR 43 verilmesi caiz değildir. Derinin satılması hâlinde bedelinin yoksullara verilmesi gerekir. Ancak kurbanın derisi, bir yoksula veya hayır kurumuna bağışlanabileceği gibi, evde namazlık, kalbur ve benzeri ev eşyası yapılarak kullanılmasında da bir sakınca yoktur.