Besmelenin anlamı nedir? Bed-i besmele nedir? Eüzü besmele nasıl çekilir?
Günlük hayatta bir işe başlamadan önce besmele çekilir. Peki besmele nedir? Besmele ne anlama gelmektedir? Nerelerde okunmaktadır? Besmelenin faziletleri nelerdir? Eüzü besmele nasıl çekilir? Besmelenin sırları nelerdir? Tüm cevaplar haberimizde...
Müslüman vatandaşlar günlük hayatlarında sık sık besmele çeker. Peki besmele nedir? Besmele ne anlama gelmektedir? Nerelerde okunmaktadır? Besmelenin faziletleri nelerdir? Besmelenin sırları nelerdir? tüm soruların cevabı haberimizin içeriğinde...
BESMELENİN ANLAMI NEDİR?
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla anlamına gelen "Bismillâhirrahmânirrahîm" âyetinin adıdır. Besmeleye "Allah'ın adını anmak" anlamına gelen "tesmiye" de denir. Besmele, Neml sûresinin 30. âyetinin bir bölümü ve Fâtiha sûresinin ilk âyetidir. Tevbe sûresi hâriç diğer sûrelerin başında besmele yazılmıştır. Sûre başlarındaki besmeleler, müstakil birer âyettir. Ancak o sûreye dahil değildir. Peygamberimiz (a.s.) her hayırlı işe besmele ile başlanmasını tavsiye etmiştir. Kur'ân okumaya, bir şey yiyip içmeye ve bir işe başlanırken besmele çekilir. Kur'ân'da Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanların etlerinin yenmeyeceği bildirilmiştir (En'âm, 6/121). Besmele çeken insan; başka bir varlık adına değil sâdece Allah adına, O'nun rızası için ve O'nun izniyle başlıyorum, demiş olur. Besmelede Yüce Yaratıcının üç ismi geçmektedir: Allah, Rahman ve Rahim. Besmele çeken Kur'ân okumuş ve Allah'ı anmış olur.
RAHMAN NE DEMEK?
Rahman; Dünya'daki bütün yaratıklara rızık ve sayısız nimetler veren anlamına gelmektedir. Rahman adı Kur’anı Kerimde 57 defa geçmektedir. Rahman ismi kullarından hiç birine verilmez. İyilere de, kötülere de rahmet eden.
RAHİM NE DEMEK?
Rahim; Ahirette yalnız Müslümanlara merhamet eden anlamına gelmektedir. Rahim adı Kur’anı Kerimde 115 defa geçmektedir. Rahim insanlarda isim olarak kullanılabilir. Ahzap suresi 43. ayet'te der ki; "Allah mü’minlere karşı çok merhametlidir."
BESMELENİN ARAPÇA - TÜRKÇE OKUNUŞU VE ANLAMI
Kuran’da surelerin başında bulunan Besmele, aynı zamanda Neml suresinin 30. ayetinde de geçmektedir. Bazı görüşlere göre Fatiha suresinin ilk ayetidir. Besmele Tevbe Suresi hariç bütün surelerin başlangıcında yer almaktadır.
Her işe besmele ile başlamalıdır. İstiâze Allah Teâlaya sığınmak, besmele ise Allah Teâla’nın adı ile başlamaktır.
İstiâze:
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ
Okunuşu: “Eûzu billahi mineş-şeytânirracîm.”
Anlamı: “Kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım.”
Besmele
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
Okunuşu: “Bismillahirrahmanirrahîm.”
Anlamı: “Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile..”
EÜZÜ BESMELE NASIL ÇEKİLİR?
Eüzü Besmele şu şekildedir:
Okunuşu
Euzu billahi mineşşeytânirracîm. Bismillahirrahmanirrahim
Anlamı
Kovulmuş Şeytan'ın şerrinden Allah'a sığınırım. Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adı ile ..
BESMELE NERELERDE OKUNUR VE FAZİLETİ NEDİR?
Besmelenin hangi tür söz, hareket ve işlerde okunacağını öğrenebilmek için, hadislerde yer alan “zî bâl” terkibi büyük önem arz eder. Buna göre anlamlı, önemli, bilinçli ve meşru bütün işler, başlangıcında besmele çekilmesi gereken işlerdendir. Yemek yemekten konuşmaya, abdest almaktan namaz kılmaya, hayvan kesmekten Allah yolunda savaşa gitmeye kadar anlamlı her davranış, bu hadisin kapsamındadır. Diğer yandan suç ve günah sınıfına giren söz ve eylemlerden önce besmele çekilmesi ise, uygun ve doğru bir davranış değildir.
Müslümanlara her vesileyle besmelenin önemini hatırlatan Allah Resûlü, bizzat kendisi de tüm işlerinde besmele okurdu.
Yemek Yeneceği Zaman
Meselâ, yemek yiyeceği zaman besmele çeker, insanlara da, “Biriniz yemek yiyeceği zaman ‘Bismillâh’ (Allah’ın adıyla) desin. Eğer yemeğin başında besmele çekmeyi unutursa, ‘Bismillâhi fî evvelihî ve âhirihî (Başında da sonunda da Allah’ın adıyla)’ desin.” şeklinde tavsiyede bulunurdu.18 Yemeğin öncesinde besmele çekilmesi yemeğin bereketlenmesi ve yiyenlerin doyması açısından önemlidir. Hz. Âişe’nin anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz, ashâbından altı kişi ile birlikte yemek yiyordu. Derken bir köylü Arap yanlarına geldi ve yemeği iki lokmada yiyip bitirdi. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Şayet bu kimse besmele çekmiş olsaydı, bu yemek hepinize yetecekti.” buyurdu.19 Başka bir defasında, yemek yedikleri halde doymadıklarını söyleyen kimselere Resûl-i Ekrem, “Yemeği topluca yiyin ve başlarken Allah’ın adını anın ki, bereketli olsun.” 20 buyurmuştu.
Eve Mescide Girerken
Yine Peygamberimizin buyurduğuna göre,“Bir kimse evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse, şeytan (arkadaşlarına), ‘Burada sizin için geceleme (imkânı da) yok, akşam yemeği de yok.’ der. Eğer o kimse evine girerken besmele çekmeden girerse şeytan (arkadaşlarına), ‘Burada geceleme (imkânınız) var.’ der. Bir de besmele çekmeden yemek yerse, şeytan o zaman (arkadaşlarına) ‘Geceleme ve akşam yemeği (yeme imkânı)na kavuştunuz.’ der.” 21
Sahâbeden Câbir b. Abdullah, Allah Resûlü’nün, kendisine, “(Evine girdiğin zaman) besmele çekerek kapını kapa.Çünkü şeytan (besmeleyle) kapanan bir kapıyı açamaz. Besmele çekerek lambanı söndür. Besmele çekerek, (enine koyacağın) bir tahta parçası ile de olsa kabını(n ağzını) ört. Yine besmele çekerek su kabını(n ağzını da) ört.” şeklinde tavsiyede bulunduğunu nakleder.22 Bir sefer esnasında devesi geri kalan bu sahâbîye Allah Resûlü’nün öğüdü yine besmeledir: “Bineğine Allah’ın adı (bismillâh) ile bin!” 23
Tüm İbadetlerin ve Hazırlıkların Başında
Resûl-i Ekrem’in hayatında besmelenin son derece geniş bir kullanım alanı vardı. Allah Resûlü evden çıkarken,24 mescide girdiği ve mescitten çıktığı zaman besmele ile dua okurdu.25 Abdest alınacağı zaman besmele çekilmesini sıkı sıkıya tembih eder,26 namazda besmele çekmeyi de ihmal etmezdi.27 Bineğine binmek için ayağını üzengiye basınca, “Bismillâh” der, bineğin sırtına yerleşince de “Elhamdülillâh” derdi. Sonra da, “Sübhânellezî sehhara lenâ hâzâ vemâ künnâ lehû mukrinîn (Bunu bizim hizmetimize veren Allah’ı tesbih ve takdis ederiz, yoksa biz bunlara güç yetiremezdik.)” 28 âyetini okurdu.29 “Allâhümme bismike ahyâ ve bismike emût (Allah’ım! Senin isminle yaşar, senin isminle ölürüm.)” diye besmeleyle yatağına yatar; kalktığında da “Elhamdülillâhillezî ahyânâ ba’de mâ emâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr (Canlarımızı aldıktan sonra bizi dirilten Allah’a hamdolsun; diriltmek yalnız ona mahsustur.)” diye hamdeleyle dua ederdi.30 Kurban keserken, “Bismillâhi Allâhu ekber” der,31 cenazeyi kabre koyarken, “Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâh [(Seni) Allah’ın adıyla ve Resûlullah’ın dini üzere (kabre koyuyoruz).]” 32 buyururdu.
Savaşa Çıkarken
Savaşa çıkarken ashâbına, “Allah yolunda Allah’ın adı (bismillâh) ile gazâ edin!” 33 buyururdu. Sıtma ve her türlü sancı veren hastalıklara karşı ashâbına besmele ve istiâze ile dua etmeyi34 öğretirdi.35 Tuvalete girmeden önce “Bismillâh” demeyi tavsiye ederdi.36 Kendilerinin ve doğacak çocuklarının selâmeti için evli çiftlere cinsel ilişkiden önce besmele çekmelerini öğütleyen yine o idi.37
Böylesi durumlarda besmele çekmek, sevaba ve Allah’ın rızasına vesile olan faziletli ve müstehap bir davranıştır. Ancak bazı durumlarda besmele, zorunluluk belirten farz hükmünü alır. Meselâ, eti helâl olan hayvanların kesiminden önce38 ve eğitilmiş av hayvanlarını ava gönderirken39 besmele çekmek farzdır.
BESMELE İLE İLGİLİ HADİSLER NELERDİR?
Hoca çocuğa Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır. S. Ebediyye
Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, “Bu eve girmeme imkân yok” der, dönüp gider. Tibyan
Besmeleyle işe başlayanın günahları af olur. İ. Rafii
Hoca çocuğa Besmele okur, çocuk da söyleyince, Allahü teâlâ, çocuğun ve anasının ve babasının ve hocasının Cehenneme girmemesi için senet yazdırır. S. Ebediyye
Kur'an-ı kerimin anahtarı, Besmeledir S. Ebediyye
Besmele her kitabın anahtarıdır. Hatîb
Besmeleyle yenen yemek bereketli olur. İbni Mace
Besmeleyle başlanmayan her önemli iş noksan kalır. Beyheki
Eve girerken Besmele çekilirse, şeytan, “Bu eve girmeme imkân yok” der, dönüp gider. Tibyan
Amel defterinde 700 Besmele bulunanı Allahü teâlâ Cehennemden çıkarır. Tergib-us-salat
Besmeleyle yazı yazanın haceti kolaylaşır, Allahü teâlâ da razı olur. Deylemi
Besmeleyle işe başlayanın günahları af olur. İ. Rafii
Yemeği Besmeleyle yiyip, sonunda Elhamdülillah diyenin, daha sofra kalkmadan günahları affolur. Taberanî
Sıkıntıya düşen, “Bismillahirrahmanirrahim ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm” derse, her türlü sıkıntıdan kurtulur. Deylemi
Bin kere Besmele okuyanın dört bin büyük günahı af olur. Tergib-us-salat
Besmele yazılı bir kâğıdı yerden kaldıran, sıddıklardan yazılır. Tergib-us-salat
Besmelesiz koku sürünen, şeytanlara da koku sürmüş olur. İbni Sünni
Şeytandan korunmak için, yemeğe Besmeleyle başlayın! Taberanî
Su içerken Besmele çek, bitince de Elhamdülillah de ve üç nefeste için! İbni Sünni
Yemeğe başlarken Allahü teâlânın adını anın, yani Besmele çekin! Başında Besmele çekmeyi unutan, hatırladığı zaman, “Bismillahi alâ evvelihi ve ahirihi” desin! Ebu Davud, Tirmizi, Hâkim
Yemeğe başlayan kimse, Bismillahi desin. Bismillah demeyi unutursa hatırlayınca, “Bismillahi evvelehü ve âhirehü” desin. İbni Mace
BESMELENİN SIRLARI NELERDİR?
14. Lem’anın 2. makamında Bismillahirrahmanirrahim’in binler esrarından altı sırrı zikredilir.
Ve bilirsiniz ki Sözler Risalesi’nin ilk bölümünde yer alan Birinci Söz Bismillah’ın tefsiridir. Burada bu mübarek kelimenin İslâm nişanı olması ciheti yanında ne kadar büyük tükenmeyen bir kuvvet ve bitmeyen bir bereket olduğu hakikati beyan edilirken her bir mahlûkun hal lisanıyla dilinden düşmeyen virdi olan Bismillah’ın büyük bir define olduğuna tam itminan edilir.
Risale-i Nur Kur’ân’ın manevî mu’cizesi olması yönüyle öyle bir hakikatşinastır ki, hariçteki ekserî kesim Bismillah’la başlarken, Birinci Söz’de Bismillah’a başlanır. Ve belki de Nur’un belâgatteki azameti ve orijinal bir uslûba sahip olmasındaki hasiyettendir ki Besmelenin esrarlarının anlatıldığı kısımlarda müdakkik okuyuculara bir ihtar verilir.
Bu ihtarda yer alan ibareleri analiz eden kaynaklara başvurduğumuzda şu bir kaç mülâhaza üzerinde durabiliriz:
14. Lema’nın 2. Makamının ihtarındanki hakikatlere Nur Külliyatından atıflar:
1. “Bismillahirrahmanirrahim’in binler esrar, sır vardır.” Çünkü Lâfza-i Celâl vardır.” Bütün esma-i hüsnanın ifade ettiği manalar ile bütün sıfât-ı kemaliyeye Lâfza-i Celâl olan “Allah” bil’iltizam delâlet eder.” (Mesnevî-i Nuriye)
2. İhtar’da yer alan “Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü” cümlesinde yer alan sönük akıl ifadesini anlamak için ise gecedeki zulûmatın (karanlık-nisbetinde) nurun tezahürüne vabeste olması yönünü düşündüğümüzde sönük akıl aletine inen Besmele’nin de o parlak nurunun o nisbette çok zuhuru görünebilir diye anlayabiliriz. (kısaca: “Gece de zulûmat, nasıl nuru gösterir.” İnsanın sönük aklında da Besmelenin o parlak nuru onda o kadar nurlu gözükür.)
*’Sönük akıl’ a bir diğer nokta-i nazar olarak bir başka iktibas: “O çare ise şudur ki: O cüz’-i ihtiyarîden dahi vazgeçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ü kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakk’ın havl ü kuvvetine iltica ederek hakikat-ı tevekküle yapışmaktır. Ya Rab! Madem çare-i necat budur. ‘Senin yolunda o cüz’-i ihtiyarîden vazgeçiyorum’ ve enaniyetimden teberri ediyorum. Tâ senin inayetin, acz u za’fıma merhameten elimi tutsun. Hem tâ senin rahmetin, fakr u ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın. Evet, ‘herkim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serab hükmünde olan cüz’-i ihtiyarına itimad etmez’; rahmeti bırakıp ona müracaat etmez…” (Sözler, 17. Söz) Yani “Rahmetin nihayetsiz denizini bulmanın; cüz’-i ihtiyariden vazgeçmek olduğunu düşündüğümüzde; o cüz’-i ihtiyardan vazgeçmenin Sünnet-i Seniyyenin, İrade-i İlâhiyenin dışında tercihini kullanmamak ve “hakikati tevekküle yapışmak” olduğunu anlıyoruz.
3. Ve yine bu makamda yer alan “ey insan” hitaplarını göz önüne alarak Külliyata baktığımızda İşarat’ül-İcaz’da beyan edilen ‘Ya’ edatına olan şu nokta-i nazara tevafuk edilir. (Yani neden bu makamda 9 yerde “ey insan” hitabının yer aldığını izah eden bir nokta-i nazar olabilir bu kısım):
(ey) ‘ya’ edatının kullanılması birkaç nükteye işarettir:
1- Teklif edilen emanet ve ibadetin pek büyük bir yük olduğuna,
2- Derece-i ubudiyetin, mertebe-i uluhiyetten pek uzak olduğuna,
3- Mükelleflerin, zaman ve mekânca hitabın vakit ve mahallinden ırak bulunduğuna,
4- İnsanların derece-i gafletlerine işarettir.”
4. Ve yine ihtarda ifade edilen “ruhen benimle münasebetdar” ibaresine atıf olarak Emirdağ Lâhikası’nda zikredilen şu kısımlar iktibas edilebilir:
“Risale-i Nur’un tezahürü, yalnız tercümanının fikriyle veyahut onun ihtiyac-ı manevî lisanıyla Kur’ân’dan gelmiş, yalnız o tercümanın istidadına bakan feyizler değil; belki o ‘tercümanın muhatabları ve ders-i Kur’ân’da arkadaşları olan hâlis ve metin ve sadık zâtların o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri’ gibi çok cihetlerle o tercümanın istidadından çok ziyade o Nurların zuhuruna medar oldukları gibi, Risale-i Nur’un ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsinin hakikatını onlar teşkil ediyorlar. Tercümanının da içinde bir hissesi var. Eğer ihlâssızlıkla bozmazsa, bir tekaddüm şerefi bulunabilir.” (Emirdağ Lâhikası-1)
5. ”müdakkik kardeşlerimin tasviplerine havale ediyorum” diye beyan edilen ihtardaki bu cümlede ise esasen dikkatin bir lâtife olduğuna nazarlar celb edilmektedir. Zira lâfızdan manayı ancak dikkatle alabiliriz. Dikkat ise iki şeyle zuhur eder: Terkleri, tecerrüdleri yapmak (yani haram, günah ve menhiyatı terk etmek) ve de Risale-i Nur’u çok okumak, meşgul olmak ve mütalâa etmek.
6. Bu ihtarda dikkatimizi celbeden hususlardan birisi de “akıldan ziyade kalbe bakar” ifadesidir.
Bu yerin neden kalbe hitap ettiğini anlamak için Şuâlar’a başvuruyoruz: “İnsanın nefsi, rahmaniyetin cilveleriyle, kalbi de rahîmiyetin tecelliyatıyla nimetlendikleri gibi; insanın aklı da hakîmiyetin letaifiyle zevk alır, telezzüz eder.” Bu hakikate göre ihtarda ifade edildiği üzere 14. Lem’anın 2. Makamında yer alan bu kısmın rahimiyetin tecelliyatıyla ilgili bir bahis olması itibariyle akıldan ziyade kalbe bakar denilmiştir.
Bu ihtarı daha büyük bir dikkatle okudukça Besmelenin sırlarına dair manaların kalbimize doğması elbette mümkündür inşallah.
Öyleyse bu ihtarı da göz önünde bulundurarak bu makamda beyan edilen 6 sırra bakalım: Hülâsaten Bismillahirrahmanirrahim’in
1. sırrı: İnsan olmanın sırrının Besmele’de olduğuna (Besmeleyi kalben, aklen, şuuren (ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin) söyleyebilmekte) afakî ve enfüsî terakkiyat sırlarının – insan olmanın en kısa yolunun- Bismillahirrahmanirrahim’in manasında saklı olduğuna dair…
2. sır: Marifet sırrı
3. sır: Rahmet -şuunat sırrı
4. sır: Muhatabiyet sırrı (Allah’a küllî olarak muhatap olmanın en kolay sırrı)
5. sır: ”İnsan’da Rahman sureti var” hadisinin sırrı anlatılmış- Bu hadisteki mananın Besmele’de var olduğuna dair
6. sır: Salâvat’ın ifade ettiği mananın Besmele’deki varlığına dair esrar zikredilmiştir.
BESMELENİN TEFSİRİ NASILDIR?
“Eûzü” veya “istiâze” diye bilinen bu cümle, bu şekliyle bir âyet olmadığı için mushafa yazılmamıştır. “Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” (Nahl 16/98) şeklinde buyurulduğu için Kur’an okumaya başlayanlar, besmeleden önce “eûzü...” ifadesini okumak suretiyle bu emri yerine getirmektedirler. Asıl adı İblîs olan şeytan, Allah’ın “Âdem’e secde et!” emrine uymadığı, kendisinin daha üstün olduğunu ileri sürerek emre karşı geldiği için meleklerin vatanından (melekût âlemi) kovulup sürgün edilmiş; o da imtihan dünyasında Allah’ın kullarını, O’nun yolundan ve rızâsından ayırmak için uğraşmayı kendine vazife edinmiştir (A‘râf 7/11-17).
Şeytan, kendine uyan diğer cinleri ve insanları da kullanarak vazifesini yapmaya çalışmaktadır (En‘âm 6/112). Ancak Allah’a iman eden, O’na dayanan ve güvenen müminlere şeytanın zarar veremeyeceği ve onlara hükmünün geçmeyeceği ilgili âyetlerde açıklanmıştır (Nahl 16/98-100).
Yukarıda meâli zikredilen âyet (16/98) sebebiyle Kur’an okumaya başlayanlar “eûzü” çekerler. Ancak bunun hükmü konusunda farklı görüş ve yorumlar vardır. Bazı müctehidlere göre emir kipi kullanıldığı için eûzü çekmek farzdır. Müctehidlerin çoğunluğuna göre ise bu bir tavsiye emridir, eûzü çekmek farz değil menduptur, teşvik edilmiştir ve güzel bulunmuş bir davranıştır.
Şeytanın insandan en uzakta olması gereken zaman olan Kur’an okuma halinde bile –okumaya başlarken– eûzü çekmek tavsiye edildiğine göre diğer işlere başlarken bunu yapmanın daha da gerekli olacağı anlaşılmaktadır. Kötülüğe karşı bile iyilik yaparak insanlardan gelecek belâyı defetmek, eûzü çekerek de şeytandan gelecek olan vesvese ve kışkırtmayı kendilerinden uzaklaştırmak Kur’an’ın, müminlere tavsiyeleri arasında yer almıştır (bk. Mü’minûn 23/96-98).
Eûzü, bir yandan böyle maddî ve mânevî şerleri, kötülükleri defetmeye ilâç olurken diğer yandan kulun imtihan şuurunu tazelemekte, insanın ulvî yönü ile süflî yönü arasında ömür boyu sürüp giden ve onu geliştirmeyi, olgunlaştırmayı sağlayan mücadelede uyanık ve tedbirli olmayı telkin etmektedir. 1. Sûrelerin başında bulunan besmele cümlelerinin, Kur’ân-ı Kerîm’in mushaflarda ilk defa toplanmasından itibaren yazılageldiği, aynı dönemde Kur’an’a dahil olmayan hiçbir şeyin mushafa yazılmadığı dikkate alınırsa –aksine görüşler bulunmasına rağmen– her sûrenin başındaki besmeleyi, sûrenin âyet sayılarına dahil olmayan ayrı bir âyet olarak kabul etmek gerekmektedir. Hanefî fıkıhçılarının görüşleri de böyledir (Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 12).
İmam Şâfiî Fâtiha sûresinin başındaki besmeleyi bu sûreden bir âyet olarak kabul etmiştir. Diğer sûrelerin başlarındaki besmeleler konusunda kendisinden iki farklı görüş nakledilmiş, her sûreye dahil bir âyet sayılması görüşü –ona ait olması yönünden– daha sahih bir rivayet olarak kaydedilmiştir. Ebû Hanîfe’ye göre besmeleler sûrelerin başında ayrı âyetler olduğu için namazda yalnızca Fâtiha’dan önce sessiz olarak okunur, Fâtiha’yı takip eden ve zamm-ı sûre denilen sûre ve âyetlerden önce ise besmele okunmaz.
Besmele dilimize genellikle “Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla” şeklinde çevrilmektedir. Bu cümlede zikredilmeyen fakat her besmele okuyanın başlayacağı işe göre niyetinde bulunan “... okuyorum, başlıyorum, yapıyorum, yiyorum” gibi bir yüklem vardır. “Allah’ın adıyla yemek, okumak” ifadesinden Türkçe’de “yenen ve okunanın Allah’ın adıyla birlikte yenildiği veya okunduğu” anlaşılır. Bu mâna kastedilmediğine göre maksadı doğru anlatabilmek için besmeleyi “Rahmân ve rahîm olan Allah adına, ... adını anarak, ... Allah’tan yardım dileyerek ...” şekillerinde çevirmek de uygun olur.
Kul herhangi bir davranışta bulunurken, önemli bir işe teşebbüs ederken önce eûzü çekerek muhtemel olumsuz etkileri defetmekte sonra da besmeleyi okuyarak “kendinin tek başına yeterli olmadığını, başarı ve gücün ancak Allah’tan gelebileceğini, Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı bir varlık olarak O’nun mülkünde, O’nun adına tasarrufta bulunduğunu, asıl mâlik ve hâkim olan Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa emanete hıyanet etmiş olacağını...” peşinen kabul etmekte ve bundan güç almaktadır. Burada tevhid cümlesinin mânası da üstü kapalı olarak mevcuttur. Zira nasıl ki tevhid cümlesinde “lâ ilâhe” denilerek önce bütün sahte tanrılar zihinlerden siliniyor, sonra da “illallah” ifadesiyle hakiki, tek, eşi ve benzeri bulunmayan Tanrı (Allah) kalbe ve zihne yerleştiriliyorsa, eûzü besmele çekildiğinde de önce kulluk ilişkisine engel olan kirli çevre temizleniyor, sonra da bu ilişkinin en uygun anahtarı kullanılmış, doğru kapılar açılmış, sağlıklı bağ kurulmuş oluyor.
Allah yerine “tanrı”, rahmân yerine “esirgeyen”, rahîm yerine de “bağışlayan” kelimelerinin kullanılması bu isimlerin anlamlarını tam olarak karşılamaz. Çünkü Allah ismi, bu isme hakkıyla lâyık olan “tek, eşsiz, benzersiz, bütün kemal sıfatlarına sahip ve eksikliklerden uzak, varlığı zaruri (olmazsa olmaz), yokluğu düşünülemez” olan yüce zâta mahsustur, bu sıfatları taşımayan hiçbir varlığa Allah denemez. Halbuki insanların uydurdukları, kendilerine göre bazı nitelikler yükledikleri mâbudlara tanrı denebilir. Başka bir deyişle tanrı kelimesi Allah için de kullanılabilir, halbuki Allah ismi O’ndan başka hiçbir varlık için kullanılamaz ve Arap dilinde de kullanılmamıştır.
Kur’an dilinde rahmân sıfat-ismi de Allah’a mahsustur, başka hiçbir varlık için kullanılmamıştır. Rahmân “en uzak geçmişe doğru bütün yaratılmışlara sonsuz ve sınırsız lutuf, ihsan, rahmet bahşeden” demektir. Rahmân, rahmetiyle muamele ederken buna mazhar olan varlığın hak etmesine, lâyık olmasına bakmaz, bu sıfatın tecellisi yağmur gibi her şeyin üzerine yağar, güneş gibi her şeyi ısıtır ve aydınlatır. Rahîm “çok merhametli, rahmeti bol” demek olup bu sıfatla kullar da nitelenebilir. Allah’ın rahîm sıfat-ismi O’nun, daha ziyade kullarının gelecekte elde etmek üzere hak ettikleri, lâyık oldukları sınırsız rahmetini, lutuf ve merhametini ifade etmektedir. “Esirgemek” ve “bağışlamak” bu sonsuz, engin ve etkisi çeşitli rahmetin ancak bir parçası, etkilerinin yalnızca bir çeşididir.
BED-İ BESMELE NEDİR?
Âmin alayı, bazı kaynaklarda 'dua alayı' şeklinde de zikredilir. Ali Birinci ve İsmail Kara, bunların tamamına çocuğun 'mahalle mektebine başlama merasimi' adını vermişlerdir. Onlara göre âmin alayı tâbiri bu merasimin tamamını değil, ancak sokakta geçen kısmını ifade etmektedir. Bu merasimin ilk defa ne zaman ve nasıl başladığı, kesin bilinmemektedir. "Âmin alayı" genellikle kandillerde veya pazartesi, perşembe günleri düzenlenmiştir.
Osmanlı'da hemen her cami ve mescidin yanına veya yakınına devlet tarafından yüksek kubbeli tavanları olan mektepler inşâ edildiği gibi, iyi yâd edilme ve sevâp kazanmaya vesile olması maksadıyla hayır severler tarafından da mektepler yaptırılmış ve bunların hizmetlerinin devamı için de gelir kaynakları vakfedilmiştir. Ekseriyetle taştan yapıldıkları için 'taş mektep' ismiyle de zikredilen bu mekteplerin daha ziyade 'mahalle mektebi' şeklinde adlandırıldıkları görülmektedir. Resmî vesikalarda 'sıbyan mektepleri' olarak geçen bu mektepler, seyrek de olsa 'mahallât mektebi' şeklinde de ifade edilmiştir. Bu mekteplerin esas gayesi; İslâm'ın âdab ve erkânını, Kur'ân okumayı, yazı yazmayı, namaz kılmayı ve ilmihâl bilgilerini öğretmekti. Buralarda isteyene tecvid de öğretilirdi. Mektebe başlayan çocuklara sırasıyla halk arasında 'supara' da denen Elifba cüzü, Amme cüzü, Tebareke ve diğer bazı cüzler ile mevlid okutulurdu. Çocuğun Kur'ân okumaya başlaması ayrı bir sevinç vesilesi olur; bu durum, "Mushaf'a çıkmak" şeklinde isimlendirilirdi.
Çocukların dördüncü yaşının dördüncü ayının dördüncü gününde mektebe başlamalarına özen gösterilirdi. Buna bazı insanların riayet etmediği de olurdu; çocuklar beş-yedi yaşları arasında da mektebe başlayabiliyordu. Mahalle mektebine başlama merasimi, ailelerin varlıklarıyla mütenasip şekilde yapılırdı. Fakir aile çocukları; baba, ana yahut bir yakını tarafından mektebe götürülür, çocuklara, hocanın eli öptürülür ve eğitilmesi için oraya teslim edilirdi. Orta hâlli ailelerde çocuk giydirilip kuşatılır; erkek ise fesine, kız ise saçlarına süsler takılır, yakın akraba ile mektebe gidilir, derse başlatılarak hocaya dua ettirilirdi. Bundan sonra çocuklara birer ikişer kuruş dağıtılır, hoca ile kalfaya da mendil ucuna bağlanmış birkaç mecidiye hediye edilirdi. Anadolu'da ise çocuklara para verilmez, simit ve şeker dağıtılırdı.
Bir çocuğun mektebe başlaması, aile hattâ mahalle için mühim bir hâdise kabul edilirdi. Evde hazırlıklar yapılır, çocuğa yeni elbiseler alınırdı. Yumuşak ve güzel bir minder doldurulur; imkânı olan aileler, mor kadife üzerine sarı sırma kılâptan işlemeli, kâr-ı kadîm bir cüz kesesini, çocuğun sağ omzundan sola doğru çapraz asmak için hazırlardı. Çocuk için bir Elifba cüzü temin edilirdi. Bunların sarı soluk kâğıtlara basılmış olanları bulunduğu gibi, çocuğu okumaya özendirmek için altın yaldızlı basılanları da olurdu. Bazı ailelerde Elifba cüzlerinin müzehheb el yazmalarına da rastlanırdı ki, bunlar iyi muhafaza edilir ve nesilden nesile devredilirlerdi. Mektep için hazırlanan çocuğa nazarlık takılırdı. Çocuk ayrıca nazara karşı tütsülenirdi. Tütsü, mangala atılan bazı maddelerin dumanına çocuğun sokulması suretiyle yapılırdı.
Merasimden önce hocaya haber verilir ve uygun bir gün tespit edilirdi. Bu günün kandil günlerine ve daha ziyade pazartesi veya perşembeye rastlamasına itina edilirdi. Mektebin ilâhi takımı haberdar edilir veya başka mekteplerin daha güzel sesli ilâhi takımları tutulurdu. Çocuk yeni kıyafetiyle, zihin açıklığını ve hayatının yeni safhasında muvaffak olmasını sağlamak hususunda himmetlerini istemek için ailesi tarafından İstanbul'da ekseriya Eyüp Sultan'a götürülürdü. Merasim günü çocuklar, temiz kıyafetleriyle mektebe toplanırlar; önlerinde hocaları, kalfa ve bevvabları olduğu hâlde, ilâhi takımını takip eder ve işaret edilen yerlerde 'âmin' diye bağırarak çocuğun evine gelirlerdi. Okula önceden başlamış ve ilâhiler öğrenmiş, sesleri güzel çocuklar en öne alınırdı. Onlar yüksek sesle ve koro hâlinde ilahiler okuyarak, arkadakiler de beyit aralarında yüksek sesle 'âmin' diye bağırarak neşe içinde yola koyulurlardı.
Bu safhadan sonra merasim iki şekilde devam etmekteydi. Evinin durumu ve hâli-vakti müsait olanlar merasimin geri kalan kısmını evinde yaptırırdı. Eve gelen mektep çocukları, yeni başlayacak çocuğu yanlarına alarak ilâhiler ve büyük bir kalabalık eşliğinde yola düzülürdü. En önde hoca ile başının üzerinde rahle taşıyan bevvab yürürdü. Rahlenin üzerinde çocuğun minderi ile cüz kesesi bulunurdu. Mektebe başlayan çocuk faytona veya iki yanında birer kişinin yürüdüğü midilliye bindirilirdi. Çocuğun peşi sıra ilâhi takımı ve diğer çocuklar yürürdü. Kadınlar ise en geride yürürlerdi. Âmin alayında okunan ilâhilerden bazıları şöyledir:
"Yâ İlâhî başlayalım ism-i Bismillâh ile
Bu duâya el açalum ism-i Bismillâh ile
Sen kabûl eyle duâmız Besmele hürmetine
İlmini eyle müyesser yâ İlâhe'l-âlemîn
Ol Muhammed hürmetine meded eyle yâ Mu'în
İlmini eyle müyesser yâ İlâhe'l-âlemîn
Kapuna geldik niyâza yâ İlâhe'l-âlemîn
Eyleyip mansûr muzaffer kullarına yâ Mu'în"
...
"Ben bilmez idim gizli ayân hep Sen imişsin
Tenlerde ve cânlarda nihân hep Sen imişsin
Âmîn, âmîn
Sen'den bu cihân içre nişân isteridim ben
Âhir bunu bildim ki cihân hep Sen imişsin
Âmîn âmîn"
İlk ders ve "Rabbi Yessir..." duası
"Yarabbi ilmimi, aklımı ve anlayışımı artır." mânâsına gelen "Rabbi zidnî aklen ve ilmen ve fehmen" duası
Âdet olduğu üzere ilâhilerle şehirde dolaşan alay tekrar eve gelirdi. Burada da ilâhi okunup, mektep gülbankı çekildikten sonra alay sona ererdi. Daha sonra alaya iştirak edenler, minder ve seccadelerle döşenmiş, öd ağacıyla tütsülenmiş odada hocanın çocuğa ilk dersi vermesini beklerdi. Misafirler arasında ulemâdan biri olduğunda, hoca yerini ona bırakırdı. Minderine oturup rahlesinin üzerine Elifba cüzünün ilk sayfasını açan çocuk, eline odun, kemik, pirinç, gümüş veya altından yapılmış 'hilâl' adlı çubuğu alarak, hocanın vereceği işareti ve söyleyeceği sözleri beklerdi. İlk derste çocuğa Elifba cüzünün en başındaki dua kısmı ile birkaç harf (genellikle sadece elif harfi) okutulurdu.
- Elif, be, te, se...
- Elif, be, te, se...
Hoca bazen sadece "elif" harfini okuyup, çocuğa da tekrar ettirdikten sonra; "Aferin, bugünkü dersimiz bu kadar!" derdi. Daha sonra, "Yarabbi ilmimi, aklımı ve anlayışımı artır." mânâsına gelen "Rabbi zidnî aklen ve ilmen ve fehmen" veya "Rabbi Yessir..." duası çocuğa tekrar ettirilirdi.
İlk dersini alan çocuk daha sonra hocasının ve davetlilerin ellerini öperdi. Talebelerden birisinin okuduğu 'aşr-ı şerif'ten sonra, hocanın yaptığı dua ile tören sona ererdi. Bundan sonra yemek ve lokma yenilirdi. En sonunda törene katılan çocuklara birer, ilâhi söyleyenlere ikişer, ilâhi grubunun başındaki kişiye üç kuruş, hoca, kalfa ve bevvaba münasip miktarlarda para ile mintanlık ve cübbelik kumaş verilirdi.
Evi müsait olmayanların merasimleri ise, mektepte yapılırdı. Mahalleyi dolaşan alay mektep gelir, ilâhiler okunup gülbank çekildikten sonra içeri girilirdi. Lokma yenildikten sonra da hediyeler dağıtılırdı.
Bazı aileler, çocuklarının okula başladığı ilk günün akşamı, evde Mevlid okuturdu. Meselâ; Zekâî Dede'nin torunu Mehmed Münir'in okula başlaması münasebetiyle, zamanın meşhur mutasavvıf ve mûsikîşinaslarının katıldığı muhteşem bir âmin alayı düzenlenmiş, bu törende Zekâî Dede'nin yeni bestelemiş olduğu, sözleri Yunus Emre'ye ait, "Allah emrin tutalım rahmetine batalım" Uşşâk-düyek ilâhîsi ile, "Yâ İlâhî Sana geldik bizi mahzûn eyleme" Hisâr-bûselik ilâhîsi okunmuştur. O gece Zekâî Dede'nin evinde "Tevşîhli Mevlid-i Şerîf" merasimi de tertiplenmiş, kendisinin bestelemiş olduğu Tevşîh ve ilâhîler okunmuştur. Çocuklar, mektebe başlama merasimlerinde belki de ilk defa duydukları dinî musikinin bir müddet sonra eğitimini alırlardı.
İstanbul'daki sübyan mekteplerinde muallimlik görevlerini, çoğunlukla mahalle imamları ve müezzinleri yapardı. Okuma-yazma ve dinî ilimler ağırlıklı eğitim verilen bu okullarda, erkek ve kız çocukları beraber okudukları gibi, yalnız kız veya yalnız erkek çocuklarının gittiği mektepler de vardı. Bu mektep hocalarının birçoğu ilm-i mûsikîye vâkıftı; onlar bildikleri Mevlid, ilâhî, na't ve kasîdeleri talebelerine öğretirlerdi. Yalnız kızların gittiği kadın mektepleri ise, çoğunlukla yetişkin ve evli kadınlar için cuma günleri açılır, dileyen hanımlara Kur'ân-ı Kerîm, Mevlid, ilâhî, na't ve kasîde öğretilirdi. Bazen de önceden kararlaştırılan bir cuma gününde mektebe gelinir, güzel sesli hanımların okuduğu Mevlid-i Şerîf ve na'tlar dinlenirdi. Mevlid töreninin sonunda şeker ve şerbet dağıtılır, okuyucu ve hocalara hediyeler verilirdi.
Kültürümüzün zenginliklerinden biri olan 'bed'-i besmele' veya 'âmin alayı' merasimi, günümüzdeki okuma bayramlarına benzer bir fonksiyona sahiptir. Bu merasimlerin, mektebe yeni başlayan çocukların okul korkusunu giderme, çocuklara okuma isteğini aşılama ve çocukları arkadaşlarıyla kaynaştırma gibi önemli pedagojik faydaları vardır. Diğer taraftan bu merasimlerin çocuklarda okuma, anne ve babalarda ise, okutma arzusunu tetiklediği söylenebilir. Bu törenler sayesinde çocuk, aile içinde olduğu gibi, cemiyette de yeni bir statü kazanırdı. Bu merasimlere verilen büyük ehemmiyet, İslâmî terbiye anlayışında mektebe ve öğretmenlere verilen değeri açıkça ortaya koymaktadır.