Diyanet İşleri Başkanı'ndan kılıç ve beddua eleştirilerine yanıt
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Ayasofya Camii'nin açılışı sırasında ettiği beddua ve kılıç kuşanma konularında gelen eleştirileri, Sabah gazetesinde yaptığı röportajla yanıtladı: Kılıçla hutbe okumak geleneğimizde var, geçmişi Hz. Ömer dönemine kadar uzanır.
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Ali Erbaş, son zamanlarda Ayasofya Camii'nin açılışı sırasında gerçeklştirdiği eylemlerle gündeme geldi. Erbaş'ın açılışta yaptığı konuşmada dile getirdiği beddua ve kılıçla hutbe okuması tepkilere neden olurken Ali Erbaş'tan o eleştirilere yanıt gecikmedi.
"HASRET SONA ERDİ"
Ayasofya'nın kendisi için ifade ettiği anlamı betimleyen Prof. Ali Erbaş, o gün yaşananları anlatmaya kelimelerin yetmediğini belirterek, "Ayasofya'nın yeniden asli hüviyetine uygun olarak camiye çevrilmesi, son asır boyunca milletimizin en büyük arzularından birisiydi. Bu hasretin sona ermesi için çok dualar edildi, hayaller kuruldu, şiirler yazıldı, sloganlar atıldı, eylemler yapıldı. Hamdolsun 24 Temmuz Cuma günü bu hasret sona erdi. Tabi burada öncelikle muhterem Cumhurbaşkanımıza, Danıştay'daki değerli hukukçularımıza, İsmail Kandemir ağabeyimize, Ayasofya'nın ibadete açılmasını mübarek bir dava olarak sahiplenen, bu duyguyu canlı tutan, bir sevdaya dönüştürerek yıllardır mücadelesini yapan herkese çok teşekkür ediyorum. Allah hepsinden razı olsun. Tabi o güne gelince, sizin de şahit olduğunuz gibi çok muazzam bir sevinç ve duygu seli vardı. Anlatmaya kelimelerin kifayet etmediği bir atmosfer yaşandı.
Kendi açımdan tarifi imkânsız iki büyük duyguyu bir arada yaşadım. Birincisi, gençlik yıllarımızdan beri yüreğimizde taşıdığımız bir hasretin sona ermesine, ulu mabedin yeniden müminlerle buluştuğu ana şahit olmaktır. İkincisi ise, ilk Cuma hutbesini irad etme ve Cuma namazını kıldırma bahtiyarlığının, Diyanet İşleri Başkanı olarak acizane bize nasip olmasıdır. Dolayısıyla 24 Temmuz Cuma gününü Rabbimizin büyük bir lütfu, nimeti, ihsanı ve bir Müslüman için büyük bir onur ve izzet olarak görüyorum. Allah'a sonsuz şükürler olsun." ifadelerini kullandı.
"AKADEMİSYEN HOCALARIMIZ CAMİLERDE GÖREV ALSIN"
Ayasofya'da görev alan din adamlarının seçim süreci sorulması üzerine ilk kez akademisyen bir hocanı8n camide imam olarak görev aldığını belirten Erbaş, "Ayasofya'nın asli hüviyetine dönüşmesi gündeme geldiğinde, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak biz de çalışmalarımızı başlattık. Yapmamız gerekenleri planladık. Bu süreçte Ayasofya'da din hizmeti sunacak hocalarımızı da belirledik. Şu anda 3 imam ve 5 müezzin olmak üzere 8 hocamız Ayasofya Cami'mizde görev yapmaktadır. Elbette mesleğini en iyi şekilde icra eden, farklı alanlarda formasyonlara sahip, ses, kıraat ve musiki eğitimi olan hocalarımızı görevlendirdik. İlk defa bir akademisyen hocamız, bir camimizde baş imam olarak görev yapıyor. Profesör Doktor Mehmet Boynukalın, yurtdışı tecrübesi olan, İngiltere'de araştırmalar yapmış, Arapça ve İngilizceye hakim çok iyi bir hocamız. Diğer iki imamızın ikisi de kurra hafız ve ikisinin de Kur'an-ı Kerim'i güzel okuma yarışmalarında dünya birincilikleri vardır. Müezzinlerimiz de bu alanda önemli başarıları olan hocalarımızdır. Diyanet İşleri Başkanlığımız ve cami hizmetleri açısından bunu tarihi bir aşama olarak görüyor ve çok önemsiyorum. İnşallah zamanla diğer büyük ve sembol camilerimizde de akademisyen hocalarımız görev alırlar." dedi.
"AYASOFYA'NIN CAMİYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİ EVRENSEL DEĞERİNİ GÜÇLÜ KILMIŞTIR"
Ayasofya'nın cami olarak faaliyete geçirilmesinin kültürel değerini ortadan kaldıracağı eleştirilerini de ele alan Erbaş, durumun tam tersi şeklinde yaşandığına dikkat çekerek, "Bilakis, ibadete açıldıktan sonra Ayasofya'nın kültürel değeri gerçek karşılığını bulmuş ve daha çok artmıştır. Zaten Cumhurbaşkanımız ilk konuşmasında, tüm camilerimiz gibi Ayasofya'nın kapılarının da yerli ve yabancı, müslim ve gayrımüslim herkese sonuna kadar açık olacağını, insanlığın ortak mirası olan Ayasofya'nın, yeni statüsüyle herkesi kucaklamaya, çok daha samimi, çok daha özgün şekilde devam edeceğini açıkça beyan etmiştir. Söz konusu ettiğiniz durumu dikkate alarak biz de ilk Cuma hutbesinde, tüm dünyaya, bu muhteşem eserin tarihi dokusuna hiçbir zarar verilmeyeceğini, Ayasofya'nın, insanlığın ortak kültürel mirası olma vasfını aynı şekilde devam ettireceğini, Ayasofya Camii'nin kapılarının hiçbir ayrım gözetmeksizin Allah'ın tüm kullarına açık olacağını, Ayasofya Camii'nin manevi atmosferinde inanca ibadete, tarihe ve tefekküre uzanan yolculuğun kesintisiz devam edeceğini belirtmiştik. Dolayısıyla Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi, onun evrensel değerini daha da güçlü kılmıştır." sözlerini kullandı.
"CUMA HUTBESİNDEKİ SÖZLERİM ÇARPITILDI"
Açılış sırasında verdiği Cuma hutbesinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e beddua ettiği öne sürülen Erbaş, bu iddiaları, "Öncelikle, okuduğum Cuma hutbesindeki "vakıf hukukuna sahip çıkma ve koruma" amaçlı bir ifadenin tamamen çarpıtılarak ve bağlamı dışına çıkarılarak gündeme getirilmesinden derin bir üzüntü duyduğumu belirtmeliyim. Söz konusu Cuma hutbesinde, yüce dinimiz İslam'da vakfın önemine, vakıf ahlakı ve hukukunun korunmasının gereğine atıfta bulunulmuştur. Zira İslam'ın ilkelerini ve değerlerini açıklamak ve hatırlatmak, Diyanet İşleri Başkanlığımızın varlık sebebi ve anayasal görevidir. Nitekim bugün Balkan coğrafyasında ve dünyanın pek çok yerinde medeniyetimize ait ecdat emaneti binlerce vakıf malı yok edilmiştir. Bunların talan edildiğini ve amacı dışında kullanıldığını üzülerek müşahede etmekteyiz. Bu minvalde ülkemizdeki vakıf mallarımızdan da kaybolanların olup olmadığı, amacına uygun olarak kullanılmayanların bulunup bulunmadığı hususu dikkatle takip edilmelidir.
Hutbemizde de geniş zaman formuyla, her vakfiyenin sonunda yer alan genel bir ilkeye işaret etmek istedik. Dolayısıyla söz konusu ifadenin bağlamından koparılıp niyet ve kastın dışında yeniden anlamlandırılarak tefrika sebebi yapılması, iyi niyet taşımayan maksatlı bir çarpıtmadır. Ayrıca, daha önce de söylediğim gibi, bizim inancımızda aslolan vefat edenlerin ardından dua etmektir. Biz de çeşitli vesilelerle bunu yapmaya çalışıyoruz." ifadeleriyle yanıtladı.
"BU TÜR YORUMLAR MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZE ZARAR VERİYOR"
Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten hiç bahsetmediği yönündeki söylemlere de değinen Erbaş, "Diyanet İşleri Başkanlığımız, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu bir teşkilattır. Anayasa ve yasalarda belirtilen görevlerini yerine getirmektedir. 18 Mart Çanakkale programlarından Cumhuriyetimizin kuruluş yıldönümü etkinliklerine, istiklal mücadelemizin önemli günlerinden milli bayramlarımıza, her vesileyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm şehit ve gazilerimizi, saygı, rahmet ve şükranla anmaktayız. Yayınladığımız eserler, aylık dergiler, çocuk yayınları ve Diyanet TV ve radyo programlarımızla, onları hayırla yad etmekte ve özellikle nesillerimize en güzel şekilde tanıtmaya gayret etmekteyiz. Söz konusu açıklamalarımız, program ve etkinliklerimiz web sayfalarımızda mevcuttur ve tüm kamuoyuna açıktır. Hal böyleyken Başkanlığımızı ve onun güzide mensuplarını, Cumhuriyetimizin değerleri ve öncüleri ile ilgili hassasiyet taşımamakla itham etmek vahim bir hata, üzücü bir tutum, büyük bir haksızlık ve izah etmekte zorlandığımız bir istismardır. Bu tür zorlama yorumlar ve yanlış anlamlandırmalar, milli birlik ve beraberliğimize zarar vermektedir." şeklinde konuştu.
"KILIÇ, FETHE DAİR BİR MESAJDIR"
Ayasofya'da aldığı tepkiler sonrası bayram namazında da hutbesini kılıçla okuması durumuna da açıklık egtiren Erbaş, "Kılıçla hutbe okumak bizim tarihimizde ve geleneğimizde var olan, yaygın bir uygulamadır. Bir rivayete göre geçmişi Hz. Ömer dönemine kadar uzanır. Bu bağlamda, bir yer savaşarak fetihle alındığında kılıçla hutbe okunurdu. Nitekim İstanbul fethedildiğinde Ayasofya'daki ilk Cuma hutbesi de kılıçla okunmuş ve 481 yıl böyle devam etmiştir. Hutbenin bu şekilde okunması, bir yönüyle Ayasofya'nın camiye çevrildiğinin ilanı, diğer yönüyle de fethe dair bir mesajdır. Bu gelenek zaten İstanbul dışında Edirne, Kocaeli, Çanakkale, Kastamonu, Tokat, Balıkesir, Bartın gibi şehirlerimiz başta olmak üzere ülkemizdeki bazı camilerde eskiden beri uygulanmaktadır. Dolayısıyla bu durumu garipseyen, eleştiren, farklı manalara çekmeye çalışan yaklaşımları hayretle karşılıyorum. Bu topraklarda medeniyetimizden ve geleneğimizden böylesine uzak yorumların yapılmasına gerçekten üzülüyorum. Bu süreçte yaptığımız açıklamalar ve Cuma hutbesinde İslam medeniyetinin temel değerlerini ve evrensel insanlık ilkelerini ortaya koyan beyanlarımız görmezden gelinerek kılıçla hutbe geleneğinden, sanki Müslümanların söyleyecek sözü kalmadığı için böyle bir uygulamaya gidildiği sonucunu çıkaran bir yaklaşımı, vicdanlara havale ediyorum." dedi.
"İNSAN SAĞLIĞI VE HAYATI HER ŞEYDEN ÖNEMLİDİR"
Tüm dünyayı etkisi altına alan yen tip koronavirüs nedeniyle bu yıl hac ibadetinin gerçekleştirilememesi konusuna da değinen Erbaş, bu zorlu süreci bir an önce aşmayı temenni ederek, "Bu sene hac ibadetini ifa edememek müminleri büyük bir hüzne sevk etmiştir. Ama dünya çapında yaşanan salgın, Suudi Arabistan'ı böyle bir karar almaya zorlamıştır. Biliyoruz ki, yüce dinimiz İslam'a göre insan sağlığı ve hayatı her şeyden daha önemlidir. Bu süreçte Hac ve Umre Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz, hac yolculuğuna çıkamamanın verdiği hüznü bir nebze de olsa giderebilmek adına hac mevsimini daha yoğun bir tilavet, tesbihat, tefekkür ve ibadetle geçirmeye yönelik programlar yaptı. Hacca gidemeyen 83.500 hacımız adına 83.500 hatim okundu, dualar yapıldı. İnşallah bu zorlu süreci bir an önce hep beraber aşarız. Tüm insanlık olarak yaşadığımız salgın tehlikesi inşallah bertaraf olur ve biz de her zamanki gibi hac ibadetimizi ifa ederiz. Bu sürecin bir an önce geçmesi için hepimiz gayret etmeliyiz." ifadelerini kullandı.
"VİRÜSE KARŞI TEDBİRSİZLİK BÜYÜK BİR VEBAL VE KULLA HAKKI İHLALİ"
Koronavirüse karşı tedbirli olmanın herkes için yükümlülük olduğunu belirten Erbaş, tedbirsiz davranarak başka bir kişiye virüs bulaştırmanın büyük bir vebal ve kul hakkı ihlali olduğunu savunan Erbaş, "Daha önce de ifade ettiğim gibi, musibetler karşısında mümince duruşun, ibret, tedbir, tevekkül ve dua olmak üzere 4 temel ilkesi vardır. Bu bağlamda tedbirli olmak herkes için önemli bir yükümlülüktür. Aksi halde dikkatsiz, tedbirsiz ve özensiz davranarak virüsü başkalarına bulaştırmak ve bir başkasının sağlığını tehlikeye atmak büyük bir vebal ve kul hakkı ihlalidir. Bu bakımdan yetkili kişi ve kurumların açıkladığı tedbirlere uymak, aynı zamanda dini bir vecibedir. Bu noktada şunu da belirtmeliyim ki, bugün küresel boyutta yaşadığımız sorunlarda, insanoğlunun zaaflarının, ihtiraslarının, sorumluluk bilincini ihmal etmesinin önemli bir payı vardır. Mesela küresel bir çevre sorunu olarak havanın, suyun, toprağın kirletilmesi gibi meseleler bütün insanlığı ilgilendiren büyük hadiselerdir. Dolayısıyla, sözü edilen olumsuz tablo, esasında insanoğlunun hatalarının bir sonucudur. Bu da insan-çevre ilişkisini başta sorumluluk duygusu olmak üzere emanet, güzel ahlak ve salih amel bağlamında yeniden gözden geçirmenin elzem olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Aksi takdirde yaşanacak çevresel krizlerin, küresel musibetlerin, yaşadığımız dünyayı topyekûn kaos ve kargaşaya sürüklemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yaşanan hadiseleri özeleştiri ve nefis muhasebesi çerçevesinde değerlendirmek, daha güvenli ve güzel bir gelecek inşa edebilmemizin yolunu açacaktır." ifadeleriyle açıklamsını sonlandırdı.