5. İnsanları nasıl etkileyeceğini biliyordu.
Kleopatra, kendisinin yaşayan bir tanrıça olduğuna inanıyordu. Potansiyel müttefikleri cezbetmek ve ilahi statüsünü pekiştirmek için sık sık taktiksel davrandı. Dramatik yeteneğinin ünlü bir örnekleri arasında, MÖ 48'de Julius Caesar'ın kardeşi Ptolemy XIII ile olan kan davası sırasında İskenderiye'ye gelmesi de yer alıyor. Ptolemy'nin kuvvetlerinin Romalı generalle görüşme girişimlerini engelleyeceğini bilen Kleopatra, kendisini bir halıya sardı -bazı kaynaklar bunun bir keten çuval olduğunu söylüyor- ve gizlice onun yaşadığı yere girdi. Sezar, genç kraliçeyi kraliyet kıyafeti içinde görünce gözleri kamaştı ve ikisi kısa sürede müttefik ve sevgili oldular.
Kleopatra daha sonra MÖ 41'de Mark Antony ile karşılaşmasında benzer bir taktik kullandı. Tarsus'ta Romalı Triumvir ile buluşmaya çağrıldığında, mor yelkenlerle süslenmiş ve gümüşten yapılmış küreklerle altın bir mavnaya geldiği söylenir. Kleopatra, tanrıça Afrodit gibi görünmek için yaldızlı bir kanopinin altına oturdu, aşk tanrısı gibi giyinmiş görevliler onu yelpazeledi ve hoş kokulu tütsü yaktı. Kendisini Yunan tanrısı Dionysos'un somutlaşmışı olarak gören Antony, anında büyülendi.
6. Sezar öldürülürken Roma'daydı.
Kleopatra, MÖ 46'dan itibaren Roma'da Julius Caesar'le birlikteydi. Sezar onun metresi olduğunu gizlemedi - hatta aşık çocukları Caesarion ile birlikte şehre geldi - ve Venüs Genetrix tapınağına onun yaldızlı bir heykelini dikti. Bu olay tüm Roma'da büyük bir yankı uyandırdı.
Kleopatra, MÖ 44'te Sezar'ın Roma senatosunda bıçaklanarak öldürülmesinin ardından Roma'dan kaçmak zorunda kaldı. Fakat arkasında, egzotik saç modeli ve inci takıları bir moda trendi bıraktı. Tarihçiler onun için “O kadar çok Romalı kadın Kleopatra'ya benzemeye çalıştı ki, heykelleri Kleopatra'nınkilere benzedi" şeklinde konuşur.