Erdal Eren doğum tarihi- Erdal Eren kimdir, neden idam edildi? Erdal Eren'in mektubu
Yaşı büyütülerek idam edilen Erdal Eren'in ölümünün üzerinden geçen 38 yılın ardından Erdal Eren'in ölümü, gerçek doğum tarihi, neden idam edildiği merak ediliyor. Bir eri öldürdüğü iddiası ile tutuklanan Erdal Eren 17 yaşında yaşı büyütülüp idam edildilirken, bu idam Türk tarihine kara bir leke olarak geçmişti.
12 Eylül Darbesi'nin ardından idam edilen 17 yaşındaki Erdal Eren idam edilişinin 38. yılında anılıyor.Peki Erdal Eren kimdir? neden idam edildi, aslen nerelidydi? Erdal Eren'in gerçek yaşı nedir? Neden yaşı büyütüldü? İşte Erdal Eren'in ailesi, mektubu ve yaşam öyküsü..
ERDAL EREN KİMDİR?
Erdal Eren 25 Eylül 1961 Şebinkarahisar, Giresun - 13 Aralık 1980, Ankara), 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü suçlamasıyla hüküm giyen ve darbeden sonra asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi.
ERDAL EREN NEDEN İDAM EDİLDİ?
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü. Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak suçu sabit bulundu.
Nüfustaki doğum kaydı 25 Eylül 1961 olan Erdal Eren'in, ailesinin nüfusa büyük yazdırdığı yönündeki ifadesi üzerine fizyolojik olarak 18 yaşından küçük olduğu ve gerçek yaşının tespiti için kemik grafilerinin çekilerek tıbbi tespit yapılması istendi. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu, "doğum tarihinde bir ihtilaf olmadığı" gerekçesiyle bu talebi kabul etmedi ve cezayı onayladı.
ERDAL EREN GERÇEKTE KAÇ DOĞUMLUYDU? ERDAL EREN'İN DOĞUM TARİHİ
Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
ERDAL EREN'İN İDAMI
19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. 12 Eylül Darbesinden sonra Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi.
Anısına bestelenen şarkılar
Edip Akbayram, "Metrisin Önü"
Sezen Aksu, Son Bakış (sözleri Aysel Gürel'e, bestesi Onno Tunç'a ait)
Ahmet Kaya, Yaşamadın Sen
Duman (müzik grubu), Kolay Değildir
Teoman, İki Çocuk (Teoman, Erdal Eren'in akrabası olduğunu Cnn Türk'te Ahmet Hakan'a açıklamıştır.)
Teoman, On Yedi
Mor ve Ötesi, Darbe
Grup Yorum, Selda Bağcan, Edip Akbayram, Büyü (Gülten Akın'ın şiirinden bestelenmiştir.)
Gına, Kırmızı Halı
Saian Sakulta Salkım, Suç
Ali Ekber Eren, Ankara Adı Kara
Ali Asker, Şu Metrisin Önü
Ümmü Şen, Nenni
ERDAL EREN'İN MEKTUBU:
Erdal Eren'in 10 Nisan 1980 tarihli annesine yazdığı mektubu:
Perşembe.
Sevgili Anneciğim!...
Uzun zamandır mektup yazamadım. Kusura bakma.
Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi’nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.
Mektup şöyle:
Ana!...
Neden mi burdayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
“O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.”
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor. Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken. Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların… saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
Sana ve soranlara devrimci selamlar.
Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim. Erdal”