Gadir Hum Nedir, Ğadir Hum Bayramı Nasıl Kutlanılır

Alevi vatandaşlar tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen Gadir-i Hum Bayramı nedirç nasıl kutlanılır, ne zaman kutlanmalı. Tüm sorularınızın cevabını haber sitemizden öğrenebilirsiniz.

Gadir Hum Nedir, Ğadir Hum Bayramı Nasıl Kutlanılır

 Alevi vatandaşlar tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen Gadir-i Hum Bayramı çeşitli etkinliklerle kutlandı.
Gadir-i Hum Bayramı nedeniyle bu yıl da Alevi vatandaşlar Samandağ ve Defne başta olmak üzere birçok ilçede sabahın erken saatlerinde türbelere akın etti. Getirilen kurbanlar türbelerde kesildi, ardından büyük kazanlarda hazırlanan, içerisinde buğday-et karışımının olduğu 'Hirise' adı verilen güne özel yemek hazırlandı. Hazırlanan yemekler vatandaşlara ikram edilirken, kurbanlardan artan etler de fakirlere dağıtıldı. Ayrıca türbelere gelen vatandaşlar özel tütsünün içinden geçip, türbe girişlerini öptükten sonra içeriye girip dualar etti.
Kentteki birçok Alevi esnaf da bayram etkinliklerine katılmak için iş yerlerinin kepengini bir günlüğüne indirdi.

GADİR-İ HUM BAYRAMI NEDİR

Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) son Kâbe ziyaretinde (VEDA HACCI’NDA) İslam tarihinin önemli bir olayı gerçekleşmiştir. Bu çok önemli olay, GADİR HUM’da yaptığı konuşmadır. (Kameri Zilhicce 18)

Resulullah (s.a.a) Hicretin onuncu yılında hacca gitmeyi kararlaştırmıştı. Bu kararı açıkladığında, Resulullah ile birlikte hacca gitmek için Medine’ye çok sayıda insan geldi. Bu hacca Haccet-ül Veda Haccet-ül İslam Haccet-ül Belağ Haccet-ül Kemal ve Haccet-üt Tamam da denilmektedir.[1]

Resulullah (s.a.a) gusledip, saçlarına yağ sürerek taradıktan sonra, iki çöl elbisesiyle Zilhicce ayından beş-altı gün önce Cumartesi günü Medine’den yola çıktı. Resulullah (s.a.a) Medine’den çıktığında onunla birlikte eşleri, Ehl-i Beyti, Muhacir, Ensar ve diğer Arap kabilelerinden büyük bir topluluk da yola çıktı.[2]

Resulullah (s.a.a) Medine’den yola çıktığı o günlerde Medine halkından birçok kimse çiçek veya kızamık hastalığına yakalanmıştı. Bu yüzden birçok insan Resulullah (s.a.a) ile Hacca gitmek şerefine erişemediler. Buna rağmen çok büyük bir insan topluluğu onunla beraber Medine’den hareket etti.

GADİR-İ HUM OLAYI

Bazıları Resulullah’la birlikte hareket edenlerin sayılarının 90 bin kişi, bazıları 114 bin kişi, bazıları 120 bin kişi, bazıları 124 bin kişi, bazıları da bundan daha fazla olduğunu yazmışlardır. Bunlar Hz. Peygamberle birlikte hareket edenlerin sayısı olup Mekke’de olanlar, Yemen’den Hz. Ali (a.s) ve Ebu Musa ile gelenler de onlara eklenirse o zaman hacıların sayısı bu rakamların çok üzerinde olacaktır.

Pazartesi günü Merr-uz Zahrana vardılar. İkindiyi orada geçirerek akşamleyin Serefe ulaştılar. Akşam namazını kılmadan Mekke’ye ulaştılar. Geceyi Mekke girişindeki dağın arasında geçirdiler ve salı günü sabahleyin Mekke’ye girdiler.

Resulullah (s.a.a) hac amellerini yaptıktan sonra, Mekke’ye geldiği insanlarla Medine’ye geri dönerlerken, Medine, Mısır ve Iraklıların yol ayrımı olan Gadir-i Hum’a ulaştıklarında, Cebrail şu ayeti indirdi: Ey Peygamber, Rabbi’nden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır .

Allah-u Teâlâ bu ayetle, Resulullah’ın (s.a.a), Hz. Ali (a.s)’ı imam olarak halka tanıtmasını ve velayet hakkında nazil olanı, onlara tebliğ etmesini emretti ve ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Bu olay Zilhiccenin 18. Günü vuku buldu.

Hacdan dönenlerden ilk grup Cuhfe’ye yaklaştığında Resulullah (s.a.a) önde gidenlerin geri dönmesini ve geride kalanların da bu bölgede onlara ulaşmasını emretti. O bölgede bulunan, birbirine yakın beş büyük ağacın altında oturmaktan onları sakındırdı; bu ağaçların altını temizletti, öğle namazı için ezan okundu, daha sonra Resulullah (s.a.a) halkla birlikte o ağaçların altında namaz kıldı.

Hava çok sıcaktı; insanlar sıcaktan abalarının yarısını başlarına çekip, yarısını da ayaklarının altına seriyorlardı. Semure denen ağacın üzerine elbise vb. şeyleri atarak Resulullah (s.a.a) için gölgelik yaptılar.

Resulullah (s.a.a) namazını bitirdikten sonra cemaatin ortasında,[6] deve semerleri üzerine çıkarak[7] herkesin duyacağı şekilde yüksek bir sesle şöyle buyurdular:

Bütün övgüler Allah’a mahsustur; O’ndan yardım diliyor, O’na iman ediyor, Ona güveniyoruz. Nefsimizin şerlerinden, kötü amellerimizden Allah’a sığınıyoruz. Sapan kimseyi O’ndan başka kimse hidayet edemez; O’nun hidayet ettiğini ise kimse saptıramaz. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum.

Ve Sonra:

Ey insanlar! Latif ve Habir olan Allah bana haber verdi ki, hiçbir Peygamber, kendisinden önceki peygamberin ömrünün yarısından fazlasını yaşamamıştır; ben yakında Rabbimin davetine icabet edeceğim. Ben sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O halde siz ne düşünüyorsunuz?

Halk: Biz senin tebliğ ettiğine, nasihatte bulunduğuna, çaba sarf ettiğine tanıklık ediyoruz. Allah sana mükâfat versin.

Resulullah: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet ve cehenneminin hak olduğuna, kıyamet gününün geleceğine ve kabirde olanların dirileceğine şehadet ediyor musunuz?

Halk: Evet buna şehadet ediyoruz.

Resulullah: Allah’ım şahit ol.

Yine Resulullah: Ey insanlar! İşitiyor musunuz?

Halk: Evet işitiyoruz.

Resulullah: Ben sizden önce (Kevser) havuzun başına gideceğim, siz orada benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği San’a[8] ve Busra arası kadardır. O havuzda, yıldızlar sayısında kadehler vardır. Benden sonra sekaleyn[9] hakkında nasıl davranacağınıza bakın.

Halktan birisi: Ya Resulullah, sekaleyn nedir?

Resulullah: Değerli büyük emanet: Allah’ın kitabıdır; bir tarafı Allah’ın elindedir, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın, sapmayın. Değerli küçük emanet ise: Ehl-i Beyt’imdir. Allah-u Teâlâ bana bildirdi ki, onlar havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bunların birbirinden ayrılmamasını ben de Rabbimden istedim. Onlardan ne öne geçin ve ne de geride kalın; çünkü helak olursunuz.

Resulullah (s.a.a) daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın elini tutup her ikisinin koltuk altları görülecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu görüp tanıdı; sonra şöyle buyurdu:

Ey İnsanlar! Müminlerin kendilerinden, onlara daha evla kimdir?

Halk: Allah ve Resulü daha iyi bilir.

Resulullah: Allah-u Teâlâ benim mevlamdır, ben de mü’minlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Öyleyse ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.

Resulullah bu cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelî’lerin imamı Ahmed b. Hanbel’e göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle buyurdular:

Allah’ım, onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğzedene buğzet; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.

Halk henüz dağılmadan Allah-u Teâlâ şu ayeti indirdi: Bu gün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam’ı size beğendim.

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı oldu.

Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Ali (a.s)’ı tebrik etmeye ve kutlamaya başladılar. Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Ali (a.s)’ı ilk kutlayan kimselerdendirler. Onlardan her biri; Bu makam sana kutlu olsun ey Ebu Talibin oğlu! Sen, her mü’min erkek ve kadının mevlası oldun diyorlardı.

PERDE ARKASI...

Eskiden beri Ehl-i Beyt’e karşı olan Emevi ağaları din kaygısını bir tarafa bırakıp türlü entrikalar çevirdiler. “Gadir Hum” ahdi geçerli olup da Hz. Muhammed’in yerini Hz. İmam Ali alırsa, Arap kabileleri üzerinde bir daha egemenlik kuramayacaklarını anladılar. Aralarında türlü hileler kurup, planlar düzenleyip, Allah’ın ve Peygamberin emri olan “GADİR HUM BUYRUĞU”nu kısa sürede yok ederek, Yüce Peygamberin emrini hiçe saydılar.

Emevi ağalarının amacı, halifeliği Hz. Ali’ye vermemek, Hz. Muhammed’i ve İslam’ı yıpratmaktı. Ve başarılı da oldular. İşte bugün İslam ülkelerinin perişan bir durumda olması Emevilerin İslam üzerinde oynadıkları oyunun sonucudur.

Sözün kısası: Tarihsel gerçekler yüzyıllarca hep hasır altı edilip gizlenmiş, saf Müslümanlar, yalan yanlış bilgilerle kandırılmış, açıkça günah işlenmiştir. Bu günahın failleri olan ULEMA’yı elbette Cenab-ı HAKk ahirette, Ulu Divan’da sorguya çekip cezalandıracağı inancındayız.

Gadir-i Hum Ehli Sünnet hadislerinde...

Çoğunluğu Sünni inançtan olmak üzere 20 tarihçi, 54 hadisçi ve 26 tefsirci yani toplam olarak tam 100 bilgin, belgesel olarak yazmış oldukları kitaplarında GADİR HUM’da Hz. İmam Ali’nin TANRI emriyle Hz. Muhammed Mustafa tarafından, kendisinden sonra ve kendi yerine HALİFE olarak ümmetine tanıtıldığını teyit ve tasdik etmişlerdir. Bu bilginlerin en ünlüleri şunlardır:  Belazuri, Taberi, Şehristani, Hatib-i Bağdadi, Yakut-ı Hamevi, İbn-i Esir, İmam Şafii, İmam Malik, İmam Ahmed b. Hanbel, Buhari, Tirmizi, Fahr-i Razi, Kadı Beyzavi. Sadeddin-i Teftazani, Dr. Taha Hüseyin vd…

Sünni tarihçilerden Şehbender-zade Filibeli Ahmed Hilmi Bey bakınız ne yazıyor: 
“Ashab hakkındaki hadis-i şerifler iyice tetkik edilirse görülür ki Cenab-ı Nebi, Hazret-i Ali’nin kendisinden sonra Kafıle-salar-i İslam (Mü’minlerin Önderi) olmasını istiyordu. Çünkü İmam Ali’yi bizzat ve hususi ihtimam (özen) ile yetiştirmiş ve bütün sır ve işlerine mahrem (gizli sırlarına arkadaş) etmişti.”

Gerek kendisi ve gerekse eserleri, değil yalnız Doğu’da, Batı dünyasında da şöhret kazanmış olan Mısırlı tarih bilgini ve Dr. Taha Hüseyin, “ALİ ve EVLADLARI” adlı eserinde Hz. İmam Ali ile ilgili tüm tarihsel olayları (Hicret, Kardeşlik, Vasiyet, Mübahale, Uhud, Hendek, Hayber, Tebük, Gadir Hum vb.) ve hadisleri naklettikten sonra şu sonuca varıyor, diyor ki: ”Sözün kısası; HAZRET-İ MUHAMMED’DEN SONRA HALİFELİK HAKKI, İMAM ALİ’NİNDİR.” 
İmam Ali velayeti’nin nuru ve rahmeti, tüm insanlığın üzerine olsun. Ve O’nu anlama idrakini, Yüceler Yücesi Ulu Allah cümlemize nasip eylesin.

Tebliğ Ayeti 
Allah-u Teala’nın, dinin koruyucusu olan Emir-ül Mü’minin (a.s)’ın elinde büyük bir kanıt bulunması için, Gadir Hadisinin meşhurlaşmasında, dillerde dolaşmasında ve ravilerin onu nakletmesinde özel bir inayeti vardır.

Bu hedef için Peygamber (s.a.a)’e Hacc-ı Ekber’den döndüğünde binlerce insanın içerisinde velayet meselesini tebliğ etmesini emretti.

Allah-u Teala bununla da yetinmedi, Gadir Hadisinin taptaze kalmasını ve zamanın onu yıpratmamasını istedi. Bu nedenle ümmetin sabah-akşam okuması için, Gadir’le ilgili apaçık ayetler indirdi. Allah-u Teala, o ayetlerden her biri okunduğunda, okuyan kimseye hilafet konusunda Allah’a itaat etmekle ilgili farz olan şeyi hatırlatmaktadır.

O ayetlerden biri, Maide suresindeki şu ayettir: 

Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, Onun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır.( Maide/67.) 

Bu ayet, Haccet-ül Veda yılının (h. 10) zilhicce ayının 18. günü nazil oldu. Peygamber (s.a.a), Gadir-i Hum’a vardığında öğleyi beş saat geçerken Cebrail inerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Yüce Allah sana selam göndererek şöyle buyurmaktadır: 
Ey Peygamber! (Ali hakkında) Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Bunu yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun.

Yüz bin veya daha fazla olan insanların bir kısmı ilerleyip Cuhfe’ye yaklaşmıştı. Allah-u Teala ileri gidenlerin geri dönmesini, geride kalanların da bu mekanda durdurulmasını ve Ali (a.s)’ı halka gösterip onun hakkında nazil olan ayeti onlara tebliğ etmesini Peygambere emretti ve onu halktan koruyacağını kendisine bildirdi.

Bu naklettiğimiz sözler, İmamiyye alimlerinin üzerinde ittifak ettikleri sözlerdir.

İkmal Ayeti 
Gadir-i Hum’da Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olan ayetlerden biri de şu ayettir: Bu gün size dininizi kamil ettim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı seçip beğendim.( Maide / 3. ) 
İmamiy’ye ilk baştan beri ikmal ayetinin, Peygamber (s.a.a)’in açık lafızlarla, Emir’ul Mu’minin Ali (a.s)’ın velayetini açıkladıktan sonra, Gadir nassıyla ilgili olarak nazil olduğunda ittifak etmiştir. Bu ayet, gayet açık bir nassı içermiş, sahabe onu bilmiş, Araplar onu anlamış ve kendisine bu haber ulaşanlar onu delil olarak kullanmışlardır.

Ehl-i Sünnetin tefsir ve hadis alimlerinin birçoğu da, bu manada İmamiyeyle aynı görüşe sahiptirler.

Akıl ve nakil’de bu görüşü desteklemektedir. Tefsir-i Fahr-i Razi’de,( Tefsir-i Razi, c. 3, s. 529.) eser sahiplerinden aktarılan nakillere bakılabilir. Örneğin, şöyle demişlerdir: Bu ayet (İkmal ayeti) Peygamber’e nazil olduktan Seksen bir veya Seksen iki gün sonra, Peygamber bu dünyadan göçtü. Ebu’s-Suud, tefsir’inde bunu belirlemiştir.( Tefsir-i Fahr-i Razi’nin hamişi, c. 3, s. 523. ) Onların tarihçileri de(Tarih-i Kamil, c. 2, s. 134, Tarih-i İbn-i Kesir, c. 6, s. 332, Siret-ul Halebiyye, c. 3, s. 382, İmta-ul Makrizi, s. 548. ) şöyle diyorlar: Resulullah (s.a.a) Rebiulevvel’in on ikisinde vefat ettiler. Gadir ve vefat günlerini çıktıktan sonra seksen iki günden bir gün fazla kalması, güya dikkatsizlikten ileri gelmiştir. Her halukâr da bu nakil, ikmal ayetinin Arefe günü nazil olduğu görüşünden hakikate daha yakındır. -Nitekim Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim vb. kitaplarda böyle nakledilmiştir.- Çünkü Arefe günü nazil olduğunu kabul etmiş olursak, o zaman birkaç gün (dokuz gün) fazla çıkmış olur. Üstelik bu (İmamiye’nin ittifak ettiği şey), birçok naslarla da te’yid olmuştur.

Azab-ul Vaki Ayeti: 
Gadir nassından sonra nazil olan ayetlerden biri de Mearic suresindeki şu ayetlerdir: 
İstekte bulunan biri, gerçekleşecek olan azabı istedi. Kafirler için olan bu (azabı) geri çevirecek kimse yoktur. (Bu azap) yüce makamlar sahibi olan Allah’tandır.( Mearic/1-3. ) 
Şia, bu ayetin Gadir nassından sonra nazil olduğunda ittifak etmiştir. Ehl-i Sünnetin büyük alimleri de bu ayete tefsir ve hadis kitaplarında yer vermişlerdir. Örneğin: 

1- Hafız Ebu Ubeyd-i Herevi (ö. h. 223 veya 224) Garib-ul Kuran tefsirinde bu konu hakkında bir hadis nakletmiştir.

2- Ebu Bekir Nakkaş-i Musili el Bağdadi (ö. h. 351) Şifa-us Sudur tefsirinde Ebu Ubeyd’in mezkur hadisini zikretmiştir.

Şeyh Zeyn-ud Din-il Menavi eş-Şafii (ö. h 1301) Velayet hadisinin şerhinde onu rivayet etmiştir.( Feyz-ul Kadir, fi Şerh-il Cami-is Sağir, c. 6, s. 218.) 
3- Seyyid b. İdris-i Hüseyni el Yemeni (ö. h. 1041) el İkd-un Nebevi ve’s Sırr-ul Mustafevi kitabında o hadisi nakletmiştir.

4- Şeyh Ahmed b. Baksir-il Mekki eş-Şafii (ö. h. 1047), Vesilet-ul Meal Fi Addi Menakıb-il Al kitabında mezkur hadisi nakletmiştir.

5- Şeyh Abdurrahim-i Safuri eş-Şafii, Kurtubi’nin hadisini rivayet etmiştir.( Nezhet-ul Mecalis, c. 2, s. 242. 

Etiketler :
2
0
0
0
0
0
0
👍
👎
😍
😥
😱
😂
😡