Mehmet Ziya Gökalp'ın Hayatı
“Türkçülük” düşüncesinin ebedi savunucusu, harflere dans ettiren şair, yazar, sosyolog ve siyasetçi Mehmet Ziya Gökalp’in hayat hikayesidir.
Atatürk’ün fikir babam dediği, edebiyata ve hayata katkısı tartışılmaz adam, Mehmet Ziya Gökalp.
Milliyetçilik ve Türkçülük akımının etkisinde yaşadı. Sanıyorum ki, gençliğinin baharında ettiği intihardan sağ çıkınca belki de hayata başka bakmayı öğrendi. Ona verilen ikinci bir şansla, düşündü yazdı, yazdı düşündü… Bir gün hayata gözlerini kapatana dek, savunduğu her şey Türk toplumuna bir şeyler katmak üzerineydi.
Belki de düşündüğü, yazdığı ne varsa erken kaybettiği babasının arkasındandı…
Çocukluğu
Ziya, 23 Mart 1876’da Diyarbakır Çermik’te, Zeliha Hanım ve Mehmet Tevfik Efendi’nin oğlu olarak dünyaya geldi. Babası Mehmet Tevfik Bey, Vilayet Evrak Memuru olarak görev yapmaktaydı. Annesi Zeliha Hanım ise Pirinçzade ailesinden geliyordu.
Babasını kaybettiğinde henüz ortaokul zamanlarındaydı. Ne hissettiğinin pek öneminin olmadığı zamanlardı. Babası öldü, hayat devam etti. Ama Ziya bu çocuk zamanlarındaki acıların sonunu gençliğinde yaşayacaktı.
Diyarbakır 16. Yüzyıla kadar Araplar ve Farslar’ın egemenliği altındaydı. Ancak sonradan Türk – Kürt ve Ermeni topluluklarının çekişmelerine de tanık oldu. İşte bu yüzden Mehmet Tevfik Bey’in aslında Suriye Türkmeni olmasındansa bazı kaynaklar Mehmet Ziya’nın Kürt ya da Zaza olduğunu yazdı. Ancak Ziya’ya Kürt kökenli olduğu söylendiğinde o hep babası tarafından Türk olduğuna emin olduğunu söyleyecek ve bunun bir önemi olmadığını şu cümleyle özetleyecekti: “Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki, milliyet eğitime dayalıdır.”
Akıllı ve uysal bir çocuktu. Babasından ve ailesindeki herkesten öğreneceklerini hayatı içinde yayarak kullanacak, ortaya bir Mehmet Ziya çıkaracaktı.
Eğitim hayatı
Ziya’nın eğitim hayatı doğduğu topraklarda başladı. Ortaokula başladığında kaydı Mektebi Rüştiye-i Askeriye’deydi ve bu askeri eğitimden geçecek anlamını taşıyordu. Hatta bu okulda artık çocuk olmadığını, büyüdüğünü kavrayacaktı. Bunu ilk hissettiğinde Hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey’in öğretilerinden özgürlük düşüncesini benimsediğini fark ediyordu.
1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den İslam ilimleri dersi almaya başladı. Bundan sonrasında eğitimine İstanbul’da devam etmek istiyordu, ama bu imkanı ona sağlayan kimse olmadı. Bu sebepten lise eğitimi için de Diyarbakır’da olan İdadi Mülkiye’nin ikinci sınıfına kaydoldu.
Artık yavaş yavaş özgürlükçü, milliyetçi yanı da kendini göstermeye başlamıştı. Son sınıfa geçmişti ki, bir gün “Padişahım çok yaşa” yerine “Milletim çok yaşa” diye yükseltti sesini. İşte bu yükseliş hakkında soruşturma açılmasına sebep oldu. Bu sırada eğitim süresi de uzatılmıştı. Mehmet Ziya da 1894’te okuldan ayrıldı.
Artık eğitiminin gidişatına kendisi karar vermeliydi. Amcasından Arapça ve Farsça dersleri alarak başladı işe. Tasavvufa da yönelmişti bu sırada. Dil eğitiminin önemini kavramış olsa gerek ki, Fransızca da öğrenmeye koyuldu.
Mehmet Ziya intihar etti
Mehmet Ziya 18 yaşındaydı. Bu yıllarda Diyarbakır’da kolera salgını vardı. Dr. Abdullah Cevdet Bey’le de bu sebepten tanıştı. Doktorun fikirleri onu çok etkilemişti. Bu doktorun birkaç zaman sonra aynı zamanda kurtuluşu olacağından da habersizdi.
Maddi sıkıntılarla boğuşuyordu Ziya, hele bu sebepten öğrenimine devam etmek içi İstanbul’a gidemediğini düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Bunun yanında bir de ailesinin evlenmesi için yaptığı baskılar vardı. Dediğim gibi, henüz 18 yaşındaydı ve bunlar ona fazla geldi. Kurşunu direk kafasına sıktı. Dr. Abdullah Cevdet Bey morfinsiz bir ameliyatla kurşunu çıkardı ve Mehmet Ziya’yı kurtardı.
Çok sonra intiharının sebebinin İdadi"deki felsefe eğitimi ile ailesinden aldığı din eğitimi arasında kalması olduğu söylense de aslında önemli olan sebebi değil, bunu gerçekleştirememiş olmasıydı. Bundan sonra hayatının değerini daha iyi anladı ve kendisini okumaya adadı. Okudukça yazdı, yazdıkça daha çok okudu. En çok da özgürlüğe karşı duranlara şiir yazmaktan keyif aldı.
Mehmet Ziya sonunda İstanbul’da
Sonunda hayalini kurduğu ana kavuştu Mehmet Ziya. 1896’da kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbul’a geldi. Hatta ücretsiz olduğu için Baytar Mektebi’ne kayıt dahi yaptırdı. İsteği, burada bir şeyler öğrenirken, bir yandan da ülkenin özgürlük hareketine katılmış kişilerle tanışmaktı. Bu kişilerden İbrahim Temo ve İshak Sükuti ile görüşme imkanı buldu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne dahil olmuştu. Jön Türkler, Ziya’yı çok etkilemişti. Ancak bu ilgi alanları başına 1898’de tutuklandı. Suçu, yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmaktı. 1 yıl cezaevinde kaldı.
Mehmet Ziya evlendi
Cezaevinden 1900’de çıktı ve Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Bu sırada Diyarbakır’daki amcası ölmüştü. Son isteği de Ziya’nın kızı Vecihe ile evlenmesiydi. Ziya, amcasının vasiyetini yerine getirdi. Ziya ve Vecihe evlendi.
Bu evlilikten Sedat adını verdikleri bir oğulları; Seniha, Hürriyet ve Türkan adını verdikleri 3 kızları oldu.
Diyarbakır Telgrafhanesi işgali
Ziya, yükseköğrenimini tamamlayamamıştı. Diyarbakır’da memuriyet hayatını başlattı. 1908’e kadar küçük memuriyetliklerde çalıştı. Bir yandan da şiirler yazıyordu. 1904 – 1908 yılları arasında yazdığı şiir ve yazılar Diyarbakır gazetesinde yayınlandı.
Maddi açıdan bir sorunu yoktu. Amcasından kalan mal varlığıyla rahat bir hayat yaşıyordu. Böylece el altından hürriyet çalışmalarını da sürdürebiliyordu.
O dönemde başında Kürt asıllı İbrahim Paşa’nın olduğu, bölgenin güvenliği için kurulan Hamidiye Alayları, soygun olaylarına karışmıştı. Ziya da bu olaydan sonra halkı örgütleyerek eyleme yönlendirdi. 3 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal etti. Buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çektiler.
Diyarbakır Telgrafhanesi, Doğu ve batı arasında bağlantı noktalarından biriydi. Haliyle işgal edilince işin içine Batı devletleri de karıştı. Onlar da saraya baskı yapmaya başladı. Bu olayların sonucunda buraya bir araştırma heyeti gönderildi. İbrahim Paşa ve adamları böylece etkisini yitirmişti. Ancak bu uzun sürmedi. Bir süre sonra aynı kanunsuzlukları tekrar başlattılar. Bu sefer de halk, Mehmet Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğinde 11 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini tekrar işgal ettiler. Bu ikinci direnişten sonra İbrahim Paşa ve adamları bölgeden tamamen uzaklaştırıldı.
Mehmet Ziya, daha sonra İbrahim Paşa’nın yaptığı zulümleri “Şaki İbrahim Destanı” adını verdiği eserinde anlattı.
İttihat ve Terakki Diyarbakır şubesi
Mehmet Ziya, II. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. Bu süreçte “Peyman” gazetesini çıkardı.
1909’da İttihat ve Terakki Kongresi Selanik’te toplandı. Mehmet Ziya da Diyarbakır delegesi olarak bu kongreye katıldı. Selanik’teki merkez yönetim kuruluna da üye olarak seçildi.
Selanik’te kaldı. Amacı çevresinde bir kültür hareketi yaratmaktı. Lise eğitiminde ders programlarına Sosyal Bilimler dersinin koyulmasına vesile oldu. Bu disiplin bizim eğitim programlarımıza da girdi.
Mehmet Ziya Gökalp, bir süre sonra İttihat ve Terakki Selanik şubesinin gençlik kollarının başına geçti. Yanında yamacında bulunan gençlere felsefe dersleri veriyordu.
Bunun yanında yazma işlerini de ilerletti. Bir süre, “Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp” takma adlarını kullanarak Selanik’te bir felsefe dergisinde yazdı. Ziya, dünyadaki Türklerin birleşmesini ve güçlü bir Türk devletinin kurulmasını tasarlıyordu. Bu ülküyü dile getirdiği “Altun Destanı”nı “Genç Kalemler Dergisi”nde yazdığında yıllardan 1911’di.
Mehmet Ziya tekrar İstanbul’da
1912’de İttihat ve Terakki’nin merkezi İstanbul’a taşındı. Mehmet Ziya’ya da böylece tekrar İstanbul’a gelmek nasip oldu. Cerrahpaşa semtine yerleşmişti. O düşüncesini Türkçülük etrafında geliştiriyordu. Hal böyle olunca yıllar önce yarım bıraktığı yerden başlarcasına, Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yerini aldı ve yine yazmaya başladı.
İlk olarak derneğin yayın organı “Türk Yurdu”nda başladı yazmaya. Hatta Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı’nın başladığı zamanlara kadar “Türk Yurdu”nun yönetim kurulundaydı. Daha sonra “Halka Doğru, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, İslam Mecmuası ve Yeni Mecmua”da yazdı.
Mart 1912’de Meclis – i Mebusan’a Ergani / Maden (Diyar- ı Bekir) olarak seçildi. Ancak meclis, 4 ay sonra kapandı. Mehmet Ziya bundan sonra Edebiyat Fakültesi’ne öğretim görevlisi oldu. Fakülte’de Mehmet Ziya’nın eğitim ile ilgili fikirleri kabul görüyordu. Darülfünun ve Eğitim Fakültesi ders programları, kitapları hep Mehmet Ziya’nın fikirlerinden yola çıkarak seçiliyordu.
1913 ve 1914’te Maarif Nazırlığı görevi teklif edildi Mehmet Ziya. Yani günümüz diliyle Milli Eğitim Bakanı olması isteniyordu. Ancak o kabul etmedi. Üniversitedeki görevinden memnundu; devam etti. 1915’te de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne İctimaiyyat Müderrisi (Sosyoloji Öğretim Görevlisi) olarak atandı. Mehmet Ziya, İstanbul Üniversitesi’nin ilk Sosyoloji profesörüydü. O, sosyoloji dersini üniversitelere getiren isimdi.
Bir yandan da kitaplar yazmayı sürdürüyordu. 1914’te “Kızıl Elma” adını verdiği eserini yayınladı. 1918’de de “Yeni Hayat” adını verdiği şiir kitabını ve “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” adlı kitabını yayınladı.
I. Dünya Savaşı sonrası
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’ndaki yenilişini hepimiz biliyoruz. İşte bu yenilgiden sonra Mehmet Ziya Gökalp tüm görevlerinden alındı.
1919’da İngilizler tarafından tutuklandı. Bekirağa Bölüğü’nde 4 ay tutuklu kaldı. Sonra da Ermeni soykırımı iddiasıyla işgal mahkemesinde yargılandı. Artık Mehmet Ziya’nın hayatında bu süreç bir silsile halinde devam edecekti. Mahkeme boyunca soykırım iddialarını reddetti. Bunun yerine mukatele (karşılıklı öldürme) tezini savundu. Bütün bunların sonucunda İttihaçılarla beraber Malta’ya sürgün edildi.
Ama o Mehmet Ziya Gökalp’ti. Kanında toplumun ihtiyacı olan tüm bilgiler harf harf dolanıyordu. Sürgün yerinde arkadaşlarına sosyoloji ve felsefe dersleri verdi. Burada ailesiyle hep mektuplaştı. Kaleminden dökülen her kelimenin edebiyatta bir yeri vardı. Daha sonra “Limni ve Malta Mektupları” adını verdiği kitabında bu sürgün zamanında yazılmış mektuplarını yayınladı. Bu kitabın çok özel bir yeri de var aslında. Çünkü “Limni ve Malta Mektupları”, Malta sürgünü dönemini anlatan tek eser.
Mehmet Ziya’nın kimlik arayışı
Mehmet Ziya’nın beyninde her zaman Türklükle ilgili düşünceler oldu. Bu yüzden toplumsal ve siyasi düşüncelerini yazdığı makalelerinde, kitaplarında ve hatta şiirlerinde “Türkçülük” düşüncesi masada ana yemek misali en lezzetli haliyle duruyordu. İşte bu lezzet, Milli Edebiyatın kurulmasını sağladı ve gelişmesinde de rol oynadı. İlk desteklediği düşünce “Turancılık” iken sonrasında “Oğuzculuk”u ve daha sonra da “Türkçülük”ü destekledi.
Osmanlı’nın parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girmişti. Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleri olduğu inancındaydı. İşte Batıyı bu değerlerle kaynaştırmak istiyordu. İşte bu yüzden bu dönemde Batı Edebiyatı’nın etkisinde kalmıştı.
Batıyla özdeşleştirmek istediği bu yaklaşımı, “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” şeklinde özetliyordu, Mehmet Ziya. Türkçülük, kültürel değerleri; İslamlaşmak da ahlaki değerleri karşılıyordu.
Pozitif bilim anlayışını da benimsemişti. Görüyordu ki, bu bilim, teknolojik ve bilimsel gelişmeyi sağlıyordu. Dini ve toplumsal birliğin oluşmasında yardımcı bir öge olarak değerlendiriyordu.
Diyarbakır’a dönüş
Mehmet Ziya’nın sürgün hayatı 2 yıl sürdü. Bu dönem biter bitmez İstanbul’a döndü. Kaldığı yerden üniversitedeki görevine devam etmek istiyordu, ancak bu talebi kabul edilmedi. Buradan Ankara’ya gitti ve orada sadece bir ay kaldı. Sonra da ailesiyle Diyarbakır’a döndü. Burada peşine düştüğü iş yazmaktı. Ahmet Ağaoğlu’nun da desteğiyle Küçük Mecmua’yı çıkardı. Kurtuluş Savaşı yıllarıydı ve burada yazdığı her şey Kurtuluş Savaşı’nı destekliyordu.
Diyarbakır mebusu: Mehmet Ziya Gökalp
Mehmet Ziya, 1923’te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı’na atandı. Yazmak işi hayatının bir parçasıydı artık. Nerede olursa olsun, ne iş yaparsa yapsın yazıyordu. Yine bu süreçte, “Türkçülüğün Esasları” adını verdiği kitabını çıkardı.
Ağustos 1923’te de İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Bu seçimi yapan kişi “Mustafa Kemal Atatürk”tü. Artık Mehmet Ziya için Ankara dönemi başlamıştı; buraya yerleşti.
Mehmet Ziya Gökalp öldü
Mehmet Ziya artık bir mebustu ve Ankara’da yaşıyordu. Kültürel çalışmalarına da ara vermeden devam ediyordu. Bir süre Dünya Klasikleri’nin Türkçeye çevrilmesi üzerine çalıştı. Bu, onun son çalışması olacaktı…
1924’te hastalandı. Etkisi kısa süreli olsa da kendini ihmal etmedi ve istirahat etmek için İstanbul’a gitti.
Ancak 25 Ekim 1924’te, Mehmet Ziya Gökalp, hayata gözlerini kapadı.
O güzel beyin, nice yazdığı şeyleri kağıt üzerinde, yazamadıklarını da kendi içinde bırakıp gitmişti.
Ama nihayetinde bir Mehmet Ziya Gökalp, o güzel beyniyle bu dünyadan geçti…