Selefilik Nedir, Selefilik Nasıl Ortaya Çıktı, Selefiler Kimlerdir
Selefilik, sözlükte selef “önceki nesil”, selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. Selefiviilik Halefilik'in tersidir. Tarihsel olarak önde gelen nesil anlamına gelen Selefilik Sünni Müslümanlar'ın ana mzehebi sayılıyordu. Selfivilik nedir, se
Bugün en çok Suudi Arabistan'da yaşayan Selefiler herkes tarafından merakla araştırılıyor. Sözlükte önde gelen nesil anlamına gelen selefiliğe dair tüm merak edilenleri sizler için araştırdık. Selefilik nedir, ne anlama gelir? Kimlere Selefi denir? Selefiliğin ortaya çıkışı nasıl oldu? Tüm merak edilenler haberimizde.
Akaid konu ve meselelerinde nass (Kur'an-ı Kerim ve Hadis) da ortaya çıkan hususları, manası açık olmayanlar da dahil olmak üzere, olduğu gibi kabul edip, teşbih ve tecsime (benzetme ve cisimlendirme) yoluna girmemekle birlikte, te'vile (yoruma) de başvurmayan Ehl-i Sünnet-i Hassa'ya Selefiyye denir
Selef halefin tersidir ve tarihsel olarak önde olanlar anlamına gelir. Selefîyye, dinde selef kabul edilen kişilere hiçbir değişiklik yapmadan tâbi olmayı esas alır. İbnü'l Cevzî'nin kendi devrindeki Asarî İtikadî Mezhebi'nin bazı tâkipçilerine yönelttiği eleştrilerin ışığı altında Selefîyye, "Ta'til" (Muattıla i'tikadı) ile "Temsîl" (Mücessime ve Müşebbihe i'tikatları) arasında bir konuma sahiptir.
Selefi gelenek hadisçilerin temsil ettiği bir ekol olması, katı nakilci tavrı, aklı öncelemekten kaçınması, kıyas ve re'y gibi usulleri yok sayması yönüyle farklılaşır. Bu noktada Kûfe'de başlayıp Irak'ta kurumsallaşan rey ekolünden farklılaşmaktadır.
Sözlükte selef “önceki nesil”, selefiyye de “bu nesle mensup olanlar” anlamı taşır. İslâmî literatürde Selef ilk dönemlere mensup bilginler ve geçmiş İslâm büyükleri anlamında, Selefiyye terimi ise iman esaslarıyla ilgili konularda ilk dönem bilginlerini izleyerek âyet ve hadislerdeki ifadelerin zâhiri ile yetinip bunları aynen kabul eden, teşbih ve tecsîme düşmeyen (Allah'ı yaratıklara benzetmeye ve cisim gibi düşünmeye yeltenmeyen), bunları başka bir anlama çekme (te’vil) yoluna gitmeyen Ehl-i sünnet topluluğunu belirtmek için kullanılır.
Allah'ın zâtî, fiilî ve haberî sıfatlarının hepsini te’vilsiz, nasılsa öyle kabul ettiği için Selefiyye'ye "Sıfâtiyye" de denilmiştir.
SELEFİYYE'NİN GEÇMİŞİ
Eş'ârîlik ve Mâtürîdîlik kurulana kadar Sünni Müslümanlar i'tikadî yönden Selefîyye'ye bağlı sayılıyordu. Müslümanlar arasında mezheplerin kurulmuş olduğu 8. ve 9. asırların öncesinde yaşayan sahabe ve tabiin gibi Müslümanlar "Selef-i Salihin" kabul edilir ve doğru yolda olduklarına inanılırdı. İslam tarihindeki en eski hareketlerden biri olan Selefi gelenek; Ehl-i sünnet-i hassa, Ehl-i Hadis, Ashabu'l-Hadis gibi isimlerle de anılmıştır.
Selefiyye, ayrıca, bir görüş (mezhep) halinde hicri IV. yüzyılda ortaya çıkmış ve Hanbelî mezhebi mensupları tarafından ortaya atılıp savunulmuş bir görüşü de ifade eden bir terimdir. Bu anlamıyla Selefiyye mezhebi, Selefin akidesini canlandırmayı hedef edinir. Söz konusu mezhep VII. hicrî asırda kuvvetlenmiş, Hanbeliliğin de kurucusu olan imam Ahmed bin Hanbel ile ilk devresini yaşayan Selefilik, Harranlı İbn-i Teymiyye ile ikinci aşamasını geçirmiş, İbn Teymiye tarafından bu mezhebe yeni fikirler ilave edilmiştir.
GÜNÜMÜZDE SELEFİYYE İNANCI
Günümüzde de devam eden üçüncü kuşağın öncüsü, 18. yüzyılın başında doğmuş olan Muhammed bin Abdülvahhab'dır. Selefiyye terimi günümüzde çoğu kez Hanbeli ekolünden Muhammed bin Abdülvahhab'ın öğretilerini benimseyen ve İslam Coğrafyası'nda karşıtları tarafından yaygın şekilde Vahhâbîlik olarak tanımlanan inanç sistemine mensup kişileri tanımlamak için kullanılmaktadır. Kimilerine göre Ehl-i Sünnet'in dışında olduğu varsayılan öte yandan da kendisini Selef-i Salihin'in gerçek tâkipçileri olarak tanımlayan Vehhâbî akımı Haricîler'in kollarından biri sayılır. Nitekim günümüzdeki Selefi ve Vahhabi toplumların fikirleri ve davranışları Haricîler ile mutabıktır. Vahabi ve Selefiler diğer itikad ve mezheplerin Müslümanlarını, küfür, şirk ve bidat ile itham etmektedirler.
SELEFİLİKTE TEMEL KAİDELER
Selefiliğin yedi temel ilkesi bulunur. Bunlar takdis, tasdik, acz, sükut, imsak, kef ve marifet ehline teslim olmaktır. "Takdis" ve "takdir" Allah'ın sıfatları ile ilgilidir. Birincisine göre Allah'ın hiçbir kötü sıfatının yoktur, ikincisine göre tüm güzel sıfatlar ona aittir. Sonraki dört ilke ise insanın davranış biçimi ile ilgilidir. "Acz", insanın Kuran'ı anlayamayacağını, buna gücünün yetmeyeceğini anlayıp aczini kabul etmek demektir. "Sükut", Kuran'da anlamadığı, kafasına takılan yerleri konuşmaması, başkasına sorarak onun da kafasını karıştırmaması, hatta konusu açıldığında bu konuyu bilemeyiz diyerek kapatmasıdır. Tutmak anlamına gelen "İmsak" da, sükuta benzer bir ilkedir. Anlaşılmayan bir konuyu insan içinde tutmalıdır. "Kef", sükut ve imsakın çaresiz kalması durumunda devreye giren ilkedir. Kuran'da anlaşılmayan konularda susmayı ve içinde tutmayı beceremediği durumda "kalben ve zihnen başka şeylerle meşgul" olarak kef yapabilir. Başka şeyleri düşünerek beladan kurtulabilir. Son ilke olan "marifet ehline teslim olma" ise selefilik anlayışının kurucuları ve alimlerinin söylediklerini yapmaktır.
SELEFİYYE İTİKADINDA AKIL YERİNE NASS VE NAKİL
Selefiyye, İslâm'a, Yunan düşüncesinin tesiriyle sonradan sokulduğunu kabul ettikleri mantık akıl metodlarını, Sahabe ve Tâbiînin bilmediğini ve kullanmadığını gerekçe göstererek inkar ederler. Bu sebeple, Mutezile mezhebi ve diğer mezheplerin aksine, mantıkî münakaşa (cedel) ve akıl yürütme metodunu kullanmayıp; akidenin esaslarını sadece Kitap (Kur'an) ve Sünnetten hareketle tesbit ve tayin etmenin gerekliliğini savunmuşlardır. Yani, inanç esaslarının kaynağı nass'lar olduğu gibi; bunların delilleri de oradan çıkarılmalıdır. Bu sebeple Selef mezhebi, Kur'an ve Sünnette yani nass'ta Allah'ın sıfatları ve fiilleri ile ilgili hususları, mecazi manasına bakmaksızın, olduğu gibi kabul ederler; onları te'vil ve yoruma gerek duymazlar.
Selefiyye; İ'tikadî konularda aklın da kullanılması husûsunda Mutezile Mezhebi'nin tam tersidir. Mu'tezile mezhebi, aklı birinci sıraya koymakla beraber akıl ile naklin çeliştiği durumlarda aklı kullanarak te'vil (görünür mânâ hâricinde bir başka mânâda kabul etme) yoluna gidip genel olarak felsefeci bir tutum benimserken Selefiyye mezhebi ise i'tikadî konularda akla yer vermez, sâdece nakil (Kur'an-Sünnet) ile hareket eder ve Kur'ân'daki müteşâbih âyetleri olduğu gibi kabul ederek, bu âyetlerde kastedilen mânâyı insanların bilemeyeceğini, konunun mânâsını Allah'a havâle ettiklerini belirtir.
SELEFİYYENİN AYETLERE YAKLAŞIMI
Kur'ân'da geçen "Allah'ın eli" gibi antropomorfik (cisimleştirilmiş) ifâdeler; çoğu Sünnî ve Şî'î müfessir (tefsîrci) tarafından "Allah'ın kudreti" şeklinde anlaşılır. Örneğin; Fetih Sûresi 10. âyetin (48/10) me'âli; Sünnî müfessirlerden Elmalılı Hamdi Yazır'ın Türkçe kaleme aldığı Kur'ân tefsîrinde şöyle verilir:
“ Her hâlde sana bî'at edenler, ancak Allah'a bî'at etmiş olurlar. Allah'ın eli (kudreti), onların elleri üstündedir. Onun için her kim cayarsa yalnızca kendi aleyhine caymış olur. Her kim de Allah'a verdiği sözü yerine getirirse, O da ona yarın büyük bir mükâfat verecektir. ”
Elmalılı Hamdi Yazır; "eli" kelimesini parantez içinde "kudreti" mânâsında te'vil ederken, Selefiyye'de ise bu vb. ifadeler; daha zâhirî boyutta ele alınır ve aklî bir şekilde te'vîl edilmez. Selefîler; bu gibi müteşâbih âyetleri, "Allah'ın bir eli olduğu âyette belirtilmiştir, buna göre Allah'ın bir eli vardır; fakat bu elin nasıl olduğu ne olduğunu biz bilemeyiz, bunun hakkında yorum yapamayız. bunu Allah'a havâle ederiz." şeklinde cevaplandırır, hiçbir şekilde te'vîle gitmezler.
Selefiyye mezhebi; akıl ve nakil konusunda mutlak nakle inanır ve aklı, sahîh nakle tâbi' görür. İmân esasları ile ilgili konularda Kur'ân ve Sünnet'teki açıklamalar ile yetinip bunları aynen kabul eder. Bu kabule müteşâbihler de dâhildir; te'vîl etmemenin yanı sıra, Mücessime'nin yaptığı tecsîm (cisimleştirme) yaklaşımında da bulunmazlar.
Genellikle amelde (fıkıhta) Hanbelî Mezhebi'ne bağlı olanlar; i'tikatta Selefî'dirler. Ancak Selefîler, fıkıhta Mezhep taklîdini benimsemedikleri için, kendilerini bir mezhebe bağlı saymazlar. Dört büyük Sünni mezhebinin imâmlarını esas alırlar. Hadîslere ve muhaddislere (hadîs âlimlerine) çok önem verirler. Bugün Selefîler'in en yoğun olduğu bölge Suudî Arabistan'dır.