7 Güzel Adam'ın incisi, zarif ruh Erdem Bayazıt'ın en güzel şiirleri...
7 Güzel Adam denilince akla gelen ilk isimlerden biri olan Erdem Bayazıt'ın gönüllere dokunan en güzel şiirlerini sizin için hazırladık...
110
Karanlık Duvarlar
Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar Biz bunun için mi geldik.
Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu Her şey bir makine düzenine gidiyor - düzen diyorlar beni çağırıyorlar - Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz.
Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa bağlıyorsunuz Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var Sizin güveniniz bir güneş düzeninde Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum Bir ağacı büyütüyorum her yerimle Bir ağacı uyguluyorum - her şey bir ağaç düzeninde - Yerde gökte ve her her yerde Dallarında ben ağacın incecik köklerinde Boğuluyorum - bağlanıyorum - Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum.
Şu dar odanın katı yalnızlığında Ve her şeyin çıplaklığında Durup bir pencereyi deniyorum Gizliliğin dışına çıkıyorum Araçların İnsanların Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak ağacı büyüyor - Çıplak ve göğe doğru - Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir ağlama duvarı bu. Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında Ve aklın dar yalnızlığında Şehrin ve herşeyin Ve kalabalığın yorgunluğunda Saçların ve parmakların Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında Ve aynaların sığ görünümünde Bunalıyorum.
Susmanın kalesine sığınıyorum Önümde karanlıktan duvarlar Sırtımda insan yüklü bir gök var.
210
Güvercinler
Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda "İçimizde kıpırdanırken İstanbul" Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde Güneş sanki günahımızdı üstümüzde.
Sonra bu güvercinler niye varlar Bir anıyı yaşatmak için mi Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere Avuç içlerinde camilerin.
310
Sendin
Sendin gökkuşağındaki yedinci renk Sendin denizdeki uçsuz bucaksız mavilik Sendin içimdeki ateş, yüreğimdeki sızı Ve sana karşı koyulmaz hasretlikti gönlümde olan Masallarda adı geçen güzel sendin Kafdağındaki zümrütü anka kuşu gibi Bana benden yakın, bana benden uzak olan Akşamları gökyüzümdeki yıldız sendin Sendin kaderimdeki yalnızlık Şiirimdeki kadın sendin İçtiğim kadehdeki şarap Gördüğüm rüya sendin Söylediğim şarkı olan sendin Sigaramda duman duman Yüreğime umut olan sendin Sendin bitmez, tükenmez Her fırsatta boğazımda düğümlenen sendin Batan güneş sendin Kalem tutan ellerim Kulağımda çınlayan Yazmaya çalıştığım şiir sendin Yalnız akşamlarda üstüme çöken Düşlerken kaybolup gittiğim sendin Her bir gecede binlerce kere öldüren beni Yağmur yağarken yüzüme düşen sendin Aynaya baktığımda gördüğüm Gören gözlerim sendin Umudum da sendin, umutsuzluğumda Yalnızlığımda sendin, yalınsızlığım da sen
410
Yok Gibi Yaşamak
Boğuk bir bakışın oluyor senin Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan Durma bana türkü söyle Anadolu olsun Susuz dudak gibi çatlak olsun Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma Ağıyorum bir karanlık karayel saçlarına Çekme ülkemden nar yangını gözlerini Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini
Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin Katı bir yalnızlık bu bilmelisin Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin.
Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum Niye bunları bir anda unutamıyorum
Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım.
510
Kar Altında Hüzün Denemesi
Dünyanın en uzun hüznü yağıyor, Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne. Kar yağıyor ve sen gidiyorsun, Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun, Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi O insan ve tabiat çağını.
Dön bana ve dinle! Kuşlar uçuşuyor içimde.
Loş bir keman solosu gibi Kuşların uçuştuğunu içimde, Dön bana ve dinle.
Karanlık denizlerin dibinde, Birtakım incilerin olduğunu Birtakım incilere ve hatıralara Neden bağlı olduğumuzu unutma.
Duy beni ve dinle! Denizler boğuşuyor içimde.
Unutma diyorum ama sen anla, Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara...
610
Savaş Risalesi
Güneşin Mızrakların ucuna takılıp kaldığı bir vakitte Diriliş erlerinin yüreklerinden yayılan Bir depremle sarsılıyordu arz. Gerilmişti altımızda atlarımız Fırlayıp kopacakmış gibi baldırlarından kasları Ve tarıyordu bir projektör gibi bakışları üç kıtayı
Yeni bir vakte eriyordu yürekler Yayılıyordu o muştu O coşku O haber. Bir gelen var emin haberciden emin olana Ondan da sıddık olana ve sadık olanlara sohbete erip halkada duranlara yürekten yüreğe yol bulanlara. Bir gelen var Bütün kıtalarda beklenmekte olana ayarlanmış kulaklar İlkin çobanlar duyuyorlar Sonra ağaçlar kurtlar kuşlar Çünkü onlar bilirler dinlemeyi Onların elindedir toprağın nabzı İlk onlar sezerler yeni olanı Rüzgarlarla geleni Bulutlardan ineni.
Bir dağın tepesinde Yeni doğan bir ay gibi Veysel Karani Evreni Kuşatan bir yay Gibi Açılmıştı Kolları.
Selman Bir şehrin kapısında Bir kapının Arkasında.
Ey savaşmakla emrolunanlar Yürekleri Kevser suyu ile yıkananlar Alacakaranlıkta bir seher vaktinde Ayrılırken yurtlarından yuvalarından Bahçe köşelerinde kapı önlerinde sofalarda odalarda Bir bir çıkıp gelen yolumuzu kesip duran anılar Yatak odamızın penceresinden Uyandığımızda ilk görülen o tepe O tepede o kayanın değişmeyen konumu Güneşi bir muştu gibi her gün yeniden Doğuran o dağ elveda Kadınlarımızın kirpiklerinde sıralanan Adanmışlık ve bağlılık yazıları elveda Çocuklarımızın göğsümüze yüzümüze saçlarımıza Sokulan alınları titreyen dudakları kaçamak bakışları Cennetten bir koku ölümsüzlükten bir pay olarak Çektiğimiz ciğerlerimize İnen yüreklerimize Damla damla Elveda....
O ki meydanın ortasında durmuştu Elini kılıcının kabzasına koymuştu. Dedi savaşçı: " Ben gidiyorum Hicret ediyorum Varsa ağlatmak isteyen anasını Dul koymak isteyen karısını Ve istiyorsa çocukları yetim kalsın Arkamdan gelsin."
Yeryüzü yeni bir güne hazırlanıyordu Zaman devrini henüz tamamlıyordu. O konuştu: "Ey eti etimden olan Bu dünyada ve öbür dünyada Kardeşim olan! Bu gece yatağımda sen yatacaksın bana vekillik yapacaksın. Biz gidiyoruz Hicret ediyoruz Sen sonra geleceksin Ama önce emanetleri sahiplerine vereceksin."
Sonra o dağda Maveranın kapısı olan Bir mağara Orada ikisi O ve İkinin ikincisi
sonra çöl: Çölde tepeler.. Çölde develer.. Çölde geceler Ve çöle serpilen Mucizeler.
Medinede bekleyenler var Damların üstünde, yollarda çocuklar kadınlar Elleri alınlarında, gözleri ufukta delikanlılar ihtiyarlar..
Dediler. " Veda tepeleri üstünden Üzerimize ayın ondördü doğdu Şükürler olsun, şükürler olsun Bize vacip oldu, şükretmek Şükürler olsun..."
710
Aşk Risalesi
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı Ayın yıldızların çağlayarak Berrak şelaler yaparak Coşku içinde aktığı Bir yerlerdeydi.
Hani bir gün bir çobana rastlamıştık Adı Ferhat mıydı neydi Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin Sadakatten mest oldukları Herbirinin gözlerinde Kaybolur gibi kayar gibi Dalıp gittiğimiz o saadet evreni Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan
Yaslan göğsüme sevdiğim Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir Toprak gibidir Sen ki bulut gibisin Ay gibisin güneş gibi bazen
Usul usul inen Yağmur tıpırtılarını Dinler gibi Dalıp gitmiştik Sen konuşuyordun İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun Onlar ki konuklarımızdı Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı Hepside ezelden tanıdıktı dosttu.
810
Ölünün Kıyıları
Gök boşanarak üstümüze Bizi ıslak saçlarından geçirir karanlığın Gece siyah bir at olur da uçar Uykumuzun soluyan denizine.
Babalar ölümü dengede tutar Seçerek en sağlam vakti arabasına. Şimdi o araba uçuyorsa Bir Asya çölünü kanat yaparak Ey üstümüze gelen Ey çocukların gözlerinden dökülen Ölümü konuşan damla damla Ey beklediğimiz her an Ey bize son sözü muştulayan Bizi bulan şahdamarımızda Ey sürücüleri babalarımız olan.
Bir an dudaklarıyla Değen alnımıza masmavi Bir güvercin kanadı gibi Ey annelerin sesi İçimizde savrula savrula Yağan bir bahar yağmuru gibi Çağırırdı oğullarını yola
Ben işte o zaman Saygı ile ve güvenerek Selamlayacağım önden gideni Yılanlar tüylerini dökerken Eğerken dağlar başlarını önlerine Birinin yeşil yaprağı kutsaması gerek Birinin akan suyu tutması Altında durarak gökten boşananın Sonra yükselterek sesimi konuşacağım.
Sen dur burda ey insan Duy içinde tutuşan ormanı Ve yakıştırmasını bil üstüne ey ademoğlu Usta bir makasla biçilen toprağı.
910
Bulmak
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş
Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Kapılıp gidiyorum saçının sellerine
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar
Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
1010
Ara Çağrı
Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım Her gelişin bir taze haberdi, unutmadım
Aşktı alıp verilen, altın bir vakitti yaşadığımız Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki, unutmadım
Can oynardı evlerde, yollarda, meydanlarda Can alınıp can verilirdi, hiç unutmadım
Sen uyurdun, uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki, unutmadım
Ah sevgili! hayat görünürdü kapından bir çırpınış yüreklerimizde Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde, unutmadım
Toprağa düşen tohum, onda gizlenen renk, şekil, koku Senin için biçimlenirdi, renklenirdi, kokardı senin için, unutmadım
Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah, unutmadım
O dirildi, o dirildi diye birden çalkalanan sokaklar Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı, hiç unutmadım
Ey aşk, ey dirilik soluğu, ey evrenin hareket kaynağı, Nasıl unuturum, nasıl unuturum, hiç unutmadım! ..