Yazımızın başlığı, ABD’de George Floyd adlı siyahi vatandaşın bir polis memuru tarafından kasten ve kameralar önünde katledilmesiyle ortaya çıkan toplumsal infialin parolasıdır. Bu parolayla hareket eden ve dalga dalga ABD genelinde muhtelif eyaletlere yayılan umumi öfke, dünyanın en güçlü, en müreffeh, en özgür (!) diye bilinen ülkesinin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını göstermesi bakımından önemlidir. Aslında içten içe kaynayan toplum, katmanlar arasında büyüyen uçurumun, zaten yıllardır var olduğu bilinen ırkçılığın baskısıyla patlama noktasına gelmiş, artık dizginlenemez bir isyana dönüşmüştür.
Siyasi ve ekonomik gücüne güvenerek “dünyanın polisi” olma şımarıklığıyla pek çok ülkeyi sahte ve anlamsız gerekçelerle kaosa sürüklediği, hiçbir hukuk tanımadan işgal ve istila ettiği ülkelerde sebepsiz yere öldürdüğü binlerce insanı asla umursamadığı ve önemsemediği, hiçbir hakkı olmadığı halde bu ülkelerin bütün varlıklarına el koyduğu için tam bir haydut devlete dönüşen Amerika’nın bugün yaşadıkları, aslında geçmişteki cinayetlerinin artık içe dönüşüdür. Çünkü ne ekerseniz onu biçersiniz. Tümüyle reddedilmesi gereken “beyazlar daima haklıdır” anlayışının Amerikan toplumunda hâkim olduğunu ve bunun normal bir durum gibi algılandığını pek çok uzman dile getirmektedir. Katil beyaz polisin, George Floyd’un boğazına dizini dayayarak boğduğu esnada kamera kaydını hiçbir şekilde önemsemediği tespiti boşuna değildir. Herkesin gözü önünde cinayet işlemiş olmasına rağmen tutuklandıktan bir müddet sonra serbest bırakılmış olması da “beyazlar daima haklıdır” düşüncesinden kaynaklanmış, bu gelişme yıllardır ırkçılığın pençesinde kıvranan ve adalete hasret kalan siyahların öfke patlamasına zemin hazırlamıştır. Şimdi yakılan ve yağma edilen Amerika sokaklarında hep bir ağızdan aynı slogan yükselmektedir.
“Adalet yoksa huzur da yok !”
Yağma ve yakıp-yıkma tabii ki kabul edilebilir değildir. Ancak kitleleri bu noktaya getiren ırkçılık hastalığını ve adalet kaygısını ortadan kaldırmayanların bu gerekçelerin arkasına saklanması çok uzun sürmemiştir. Çünkü Tamika Mallory adlı genç bir kız aynayı Amerikalı elit beyazlara tutarak asıl katillerin ve yağmacıların kim olduğunu cesaretle haykırmıştır:
“Söylediğinizi yapın ve bu ülkeyi olması gerektiği gibi herkes için özgür hale getirin. Siyahi insanlar özgür değil ve bundan yorulduk. Bize yağmalamadan bahsetmeyin. Yağmacı olan sizlersiniz. Amerika siyahi insanları yağmaladı. Buraya geldiklerinde Amerikan Yerlileri’ni yağmaladılar. Yağmacılığı sizden öğrendik. Şiddeti sizden öğrendik. Eğer bizden daha iyisini bekliyorsanız, önce siz bunu yapın!” Her zaman olduğu gibi “kral çıplak” diyen biri böylece tarihe not düşmüştür. Bu noktada “bir devlet küfür ile ayakta durur, ancak zulümle ayakta duramaz” gerçeğini de hatırlamak gerekir. Süper güç de olsa zulmün var olduğu her devlet günün birinde çökecektir.
İnsanın kimliğine, kişiliğine, diline, rengine, soy ve sopuna bakmaksızın herkesi bir tarağın dişleri gibi değerlendiren İslam medeniyeti, ırkçılığın her türlüsünü reddetmiştir. “Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız; Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü yoktur; beyazın siyah üzerine, siyahın da beyaz üzerine hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.” (Buhârî, “Ḥac”, 132) buyuran Hz. Peygamber (s.a.v) insana bakışın temel ölçülerini tespit etmiştir. Diğer taraftan “düşmana karşı bile adaletli olma” (Maide Sûresi: 8) emriyle mükellef olan Müslümanlar, “Adalet mülkün temelidir” anlayışıyla tarihte örnek medeniyetler kurmuşlardır. Ancak ne acıdır ki, İslam dünyasında adalet ve eşitlik başta olmak üzere pek çok insani değer devre dışı kalınca dünyanın kaderi, sömürü üzerine kurulmuş olan Batı medeniyetinin olmayan vicdanına bırakılmıştır. Bu vicdanın(!) bizi sürüklediği nokta ise ABD’deki son gelişmelerle çok daha net olarak görülmüştür.
Unutmayalım ki, “Adalet yoksa dünyada huzur da olmayacaktır!”