''Bu yaz, bizimdir Mümtaz, her deliliği yaparız... Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı...'' sözleri ünlü yazarın en meşhur sözlerindendir. Tanpınar'ın en ünlü romanı ise Saatleri Ayarlama Enstitüsü'dür. Peki Ahmet Hamdi Tanpınar kimdir, nereli, kaç yaşında öldü? Ahmet Hamdi Tanpınar eserleri, sözleri, şiirleri nelerdir?
AHMET HAMDİ TANPINAR KİMDİR, NERELİ, KAÇ YAŞINDA ÖLDÜ?
61 yaşında hayata gözlerini yuman Tanpınar yazın dili ile Türk Edebiyatı'nın gelişmesini sağlamış şair ve roman yazarı olarak bilinmektedir.
23 Haziran 1901'de İstanbul'da doğan Ahmet Hamdi Tanpınar, 1914 yılında henüz 13 yaşındayken annesini kaybetti. 2 yıl sonra babasının tayini çıkması üzerine Antalya'ya yerleşen Tanpınar, liseyi Antalya'da bitirdikten sonra 1919 yılında İstanbul'a gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde eğitimine devam etti. iseyi Antalya'da bitirdikten sonra 1919 yılında İstanbul'a gelerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde eğitimine devam etti. 1923 yılında Şeyhi'nin Husrev-ü Şirin mesnevisi üzerine hazırladığı tez ile İstanbul Üniversitesi'nden mezun oldu.
1921 yılında Yahya Kemal ve çevresindekilerinin çıkardığı "Dergah" adlı dergide ilk şiirleri yayımlandı. Mezun olduktan sonra 1923-1924 yılları arasında Erzurum Lisesi'nde, 1925-1927 yılları arasında ise Konya Lisesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Ardından 1927 yılında Ankara Lise'si, 1930-1932 yılları arası Gazi Terbiye Enstitüsü, 1932 yılında ise İstanbul Kadıköy Lisesi'nde edebiyat öğretmenliğine devam etti. 1933 yılında Ahmet Haşim'in ölümüyle Güzel Sanatlar Akedemisi'nde boşalan sanat tarihi öğretmenliği görevine getirildi. Aynı dönem Amerikan Koleji'nde Türk Edebiyatı dersleri verdi. Ertesi yıl estetik ve mitoloji dersleri de vermeye başladı.
15 Kasım 1939 tarihinde Tanzimat Fermanı'nın yüzüncü yılı dolasıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde açılan kürsüye Yeni Türk Edebiyatı profesörü olarak geçti. 3 yıl sonra 1942'de politikaya atılarak Maraş Milletvekili olarak meclise girdi. 1946 yılına kadar bir süre Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişliği ve Güzel Sanatlar Akademisi'nde estetik öğretmenliği yaptı. Milletvekilliği süresi dolduktan sonra 1949'da İstanbul Üniversitesi'ne döndü.
1953'te Fransa, Belçika, Hollanda, İngiltere, İspanya ve İtalya'yı kapsayan altı aylık bir Avrupa gezisi yaptıktan sonra 1955'te Filmoloji Kongresi üyesi olarak üç hafta için Paris'e gitti. 1957'de Münih'te yapılan 14. Müsteşrikler Kongresi'ne bir bildiri sundu. Ardından 1959'da Fransa, İngiltere, İsviçre ve Portekiz'de bir süre kaldı. 24 Ocak 1962'de İstanbul'da kalp krizi sonucu hayatını kaybetti.
Ahmet Hamdi Tanpınar, Yahya Kemal ve Mustafa Şekip gibi şairlerin etkisinde kaldığı dönemlerde düşünsel alanda Bergsonculuğu, yazın alanında ise saf edebiyat anlayışını benimsemiştir. Dergah, Milli Mecmua, Hayat, Oluş ve Görüş dergilerinde şiirleri yayımlanmıştır. Olgunluk döneminde şiirlerinde hayatından ve kendisinden parçalar sunmaya başlamıştır.
Şiirlerinin yanı sıra öyküleri ve romanları ile de dikkati çekmiş, özellikle doğu-batı çatışmasını anlatan denemeleri ile düşün yazılarıyla da etkili olmuş bir yazardır.
Ölüm tarihi: 24 Ocak 1962
AHMET HAMDİ TANPINAR ESERLERİ VE SÖZLERİ
Tevfik Fikret: Hayatı, Şahsiyeti, Şiir ve Eserlerinden Parçalar (1937), Namık Kemal Antolojisi (1942), Abdullah Efendi'nin Rüyaları (hikaye, 1942), Beş Şehir (deneme, 1945), 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1949), Huzur (roman, 1949), Yaz Yağmuru (hikaye, 1956), Şiirler (1961), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (roman, 1961), Yahya Kemal (monografi, 1962), Sahnenin Dışındakiler (roman 1973, tefrika 1950), Mahur Beste (roman 1975, tefrika 1944), Aydaki Kadın (roman, 1987), İki Ateş Arasında (senaryo), Mücevherlerin Sırrı (deneme-söyleşi), Edebiyat Dersleri (ders notları).
1. Bu yaz, bizimdir Mümtaz, her deliliği yaparız.
2. Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı.
3. Ateş gibi; fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir fakat sefalet hoyratlaştırır; ruhen sefil eder. İnsanda insanı öldürür.
4. Sokrat, akıllı âşık ihtiraslı âşıktan iyidir diyor. Akıl, insanın ayırıcı vasfıdır.
5. Yaptığı şeyin kötü olduğunu biliyordu fakat hüküm vermek istemiyordu. Artık insanlar hakkında hüküm vermekten vazgeçmişti.
Bu tebessüm onun teninde, kanında, uzviyetinin her tarafında açan bahçelerdi.
Dünya gömlek değiştireceği zaman hadiseler sakınılmaz olur.
Yoksulluğa alıştım, ihtiyarlığa alışamadım.
Kadın her şeyden evvel kendisini gizlemeği bilmelidir; yavrum.
Birbirimizi mi, yoksa Boğaz’ı mı seviyoruz?
Halbuki insan doğduğu günden itibaren mağluptur, şefkate muhtaçtır.
Bu yaz, bizimdir Mümtaz, her deliliği yaparız.
Gittin ammâ ki kodun hasretile canı bile, İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile.
Bu eski sihirbazlar bizi ellerinde oynatıyorlar.
O günün hatırası onun hem bağrında saplı hançeri, hem ömrünün som altından bahçesiydi.
Valery, sanat eserinde fikir, meyvenin içindeki besleyici gıda gibi erimiş olmalıdır, der.
İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendisine mahsus bir hayatı da olur.
Onun için aşk, hislerin kelimelerle israfı değil, Mümtaz’ın ruhundaki fırtınaya olduğu gibi kendisini teslimdi.
Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalı görünmesi, önünde değil, arkasında durduğumuz içindir.
Tanpınar’ın sanat eserlerinde bile fikir, arka planda insan hayatını gizliden gizliye idare eden esrarlı kainat gibi derinleşir.
Mümtaz için kadın güzelliğinin iki büyük şartı vardı: Biri İstanbullu olmak, öbürü de Boğaz’da yetişmek.
Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!
Kim bilir böyle ısrarla baktığı bu kaldırım taşlarında hayatın hangi parçasını görüyor?
Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer… Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.
Belki de şahsiyet dediğimiz şey bu, yani hafızanın ambarındaki maskelerin zenginliği ve tesadüfü, onların birbiriyle yaptığı terkiplerin bizi benimsemesidir.
Hayatında Nuran da vardı ve o mevcut olduğu için öbürleri, hayat madalyasının öbür yüzünü dolduran bütün karışık çehreler silinmişti.
Hayat denen bir şey vardı. Paralı parasız insanlar yaşıyorlardı. Kızıyorlar, gülüyorlar, ağlıyorlar, alakadar oluyorlar, seviyorlar, ıstırap çekiyorlar fakat yaşıyorlardı.
Hayatımızın bir devrinden sonra başımıza gelen şeylere o kadar hazırlanmış oluyoruz ki, kederimizi kendi içimizde taşır gibi yaşıyoruz. sozadresi.com
Mümtaz hayatının anlattığımız kısmıyla bir macerası olan adamdı. Bir faciayı, bir roman gibi ve tesirleri daima taze kalacak bir yaşta yaşamıştı.
Zaten az çok bunu kendisi de itiraf ediyordu: ”Bana benzemeyin diyordu. Ben iki yol arasında kalmış bir insanım.”
Sokrat, akıllı âşık ihtiraslı âşıktan iyidir diyor. Akıl, insanın ayırıcı vasfıdır.
”Ne yapalım Mümtaz; kader istemiyor! Aramızda bir ölü var. Bundan sonra beni bekleme artık! Her şey bitmiştir.” diyordu.
Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı.
Bir şairin en büyük keşfi, kendi muharririni, iç alemine doğru kendisini götürecek olanları bulmaktır.
Nereye çağırırlardı? Mümtaz bunu bilseydi, belki bu davete koşardı. Çünkü suyun sesi, aşkın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. Karanlıkta su sesi insanın içindeki ölüm mayasının dilini konuşur.
Her şey değişebilir, hatta kendi irademizle değiştiririz. Değişmeyecek olan, hayata şekil veren, ona bizim damgamızı basan şeylerdir.
Ona göre Nuran, hayatın kaynağı, bütün gerçeklerin annesiydi. Onun için sevgilisine en fazla doyduğu zamanlarda bile yine ona aç görünür, düşüncesi ondan bir lahza ayrılmaz, ona gömüldükçe tamamlığına ererdi.
Hayatta her şey sınıf sınıf. Kadınlar da öyle değil mi? Selma Hanımefendi, Nevzat Hanım, Pakize, sonra Pakize’nin kardeşi olduğu halde mesela büyük baldızım… Hepsi ayrı cinsten. Daha niceleri var. Kâinat lâhana gibi, yaprak yaprak, kat kat…
Tanpınar’ı onun istediği gibi, dura dura, içlerine sindire sindire okuyanlar, onu sevecekler, yalnız ona karşı değil, bütün sanata, insana ve kainata başka bir gözle bakacaklar, kendilerini ebediyete götüren esrarlı ışıklarla dolu yolda bulacaklardır.
Hayır, Allah’tan bir şey istemeyecekti artık. Onu kaderiyle veya ömrünün arızalarıyla karşılaştırmayacaktı. Çünkü istediği şey olmazsa kaybı iki misli olacaktı.
Hakikatte Nuran’ın aşkı Mümtaz için bir nevi dindi. Mümtaz bu dinin tek abidi, mabedin en mukaddes yerini bekleyen ve ocağı daima uyanık tutan başrahibi, büyük mabudenin sırrın yerini bulması için insanlar içinden seçtiği fani idi.
Korku… Korku ve insan, korku ve insan talihi, insanın insana hücumu, o hiç yere düşmanlık. Fakat neyi aldatabilirdim, kime anlatabilirdim? İnsan neyi anlatabilir? İnsan insana, hangi derdini anlatabilir? Yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz.
Buna mukabil türbe mimarîsizdi ve içinde dört asır hayata yattığı yerden tesir etmiş bir ölü vardı. Duvarlarına, parmaklıklarına eller sürülüyor, dualar ediliyordu. Hastaları iyileştiriyor, ümidi olmayanlara ümit kapıları açıyor, sabır, feragat, tahammül öğretiyordu.
Yaptığı şeyin kötü olduğunu biliyordu. Fakat hüküm vermek istemiyordu. Artık insanlar hakkında hüküm vermekten vazgeçmişti. sozadresi.com
Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır!
Birdenbire babasının olduğu gibi karşısında gördü ve bu hayal ona, bir daha onu göremeyeceğini, sonuna kadar onun varlığından uzak kalacağını, bir insanı bir daha görmemenin, sesini bir daha işitmemenin, bir daha hayatına girmemenin keskin ve yenilmez acısıyla ona hatırlattı.
Dünyada Fransa İhtilali kadar büyük ve güzel epope azdır. Yirmi, otuz sene içinde beşeriyet, iki bin yıl kendisini idare edecek düsturların hepsini bulmuştur. Fakat başladığı zaman, neticenin sadece bir burjuvazi hakimiyeti ile biteceğini kim bilirdi.
Her cins hadise bir başka türlüsünü davet eder. Demek ki sade ıstıraplarımız, üzüntülerimiz değil, tesellileri, mukavemet çareleri de miraslarımızın arasında.
Vücutlarımız, birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek bir ruh olarak çıkmaktır.
Ateş gibi; fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir. Fakat sefalet hoyratlaştırır; ruhen sefil eder. İnsanda insanı öldürür.
Talihimizin en hazin tarafı neresidir, biliyor musun Mümtaz? İnsanın yalnız insanla meşgul olması. Bütün bina onun üzerinde kuruluyor; dışarıda ve içeride. Farkında olsun olmasın, insan insanı malzeme gibi kullanıyor. Kinimiz, garazımız, büyüklük arzumuz, aşkımız, yeisimiz, ümidimiz hep onunla.