Ahmet Hikmet Müftüoğlu Kimdir, Nerelidir, Nerede Doğdu? Kaç yaşında Öldü?

Ahmet Hikmet Müftüoğlu Biyografisi, Hayatı, Özgeçmişi, Doğum yeri, Doğum Tarihi, Fotoğrafı, Ahmet Hikmet Müftüoğlu Kimdir? Kaç yaşındadır? Nereli, Memleketi Neresi? Ahmet Hikmet Müftüoğlu hakkında merak ettiğiniz her şey haberimizde…

AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU  KİMDİR?

Doğum tarihi : 1870

Ölüm tarihi : 1927

Ahmet Hikmet Müftüoğlu kaç yaşında Öldü : 57

Meslek : Türk Yazar ve Diplomat

Ahmet Hikmet Müftüoğlu doğum yeri : İstanbul

AHMET HİKMET MÜFTÜOĞLU  BİYOGRAFİSİ

Ahmet Hikmet Müftüoğlu Yazar ve diplomat. 1870 yılında İstanbul'da doğdu. 19 mayıs 1927 tarihinde İstanbul’da öldü. Babası Yahya Sezai Efendi, dedesi Trapoliçe savunmasında Yunanlıların şehit ettiği Abdülhalim Efendi’dir.[1] Ahmet Hikmet’in annesi Moralı Şeyh Bedrettin’in torunudur. Dedesinin müftü olması sebebiyle "Müftüoğlu" adını almıştır. ...

Ahmet Hikmet, ilköğrenimini Dökmeciler’deki mahalle okulunda (Taş Mekteb) yaptıktan sonra sırasıyla Mahmudiye Vakıf Rüştiyesi ve Soğukçeşme Askeri Rüştiyesinde okudu. Babasını 7 yaşında kaybeden Ahmet Hikmet, Ağabeyi Ahmet Refik Bey’in (Tevfik Fikret’in kız kardeşi ile evli olan Ahmet Refik Bey ile Tevfik Fikret pek anlaşamazdı)  desteğiyle Galatasaray Sultanisinde öğrenimine devam etti. Tevfik  Fikret ile tanışıklığı buradan gelmektedir. Fransızcasını burada ilerleten A. Hikmet, boş zamanlarında da çeviriler yaparak yabancı dilini ilerletmeye çalışmış, bu çeviri ve hikâye denemeleri bir zaman sonra Hazine-i Fünun ve Servet-i Fünun dergilerinde yayımlanmıştır.

Hariciye nezaretindeki memurluk ve daha sonra konsolosluk görevleri dolayısıyla Pire, Marsilya, Poti ve Kırım’daki Kerç şehirlerindeki konsolosluklarda çalıştı. Yurda döndükten sonra Hariciye Nezaretindeki bir göreve (Hariciye Nezareti Umur-ı şehbenderi Kalem-i Serhalifeliği) atandı. Bir müddet sonra öğrencisi olduğu Galatasaray Lisesinde öğretmen olarak çalışmaya başladı.

Servet-i Fünûn Topluluğu içinde yer alan Ahmet Hikmet’in Servet-i Fünûn dergisindeki  ilk hikâyesi Muamma-yı Dil’dir. 1897’de Sakız Mutasarrıfı Reşit Paşa’nın kızı Suat Hanım’la evlendi.

Tevfik Fikret’in Galatasaray Lisesinin başına gelmesinden sonra bu Lisedeki görevinden ayrılan A. Hikmet, Darülfünuna (Üniversite) Fransızca ve Almanca öğretmenliği göreviyle atandı. Türk Yurdu Derneğinin kurucuları arasında yer alan Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun Türk Yurdu dergisinde birçok hikâyesi (Üzümcü, Padişahım Alınız Menekşelerimi, Altın Ordu, Yatağan) yayımlanmıştır. Türk Yurdu Derneğinin ardından Türk Derneği ve Türk Ocağı’nın kurucu üyelerinden olmuş, Türkçülük düşüncesi doğrultusunda eserlerini vermeye başladı.

Peşte başkonsolosu (başşehbender) olarak görevini 1918’e kadar sürdüren A. Hikmet, Peşte Konsolosluğu kapatılınca İstanbul’a dönmüş ve Hariciye Nezaretinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 1922’de eşi Suat Hanım’ı kaybetmiş, Tahir Menemencioğlu’nun kızı Nerime Hanım’la evlenmiştir.

Bu tarihten sonra Halifelik Başmabeyinciliği ( özel kalem), Umur-ı Şehbenderiye ve Ticariye Umum Müdürü, Hariciye Vekaleti Müsteşarlığı görevlerinde bulunmuş ancak kanser hastalığına yakalanması sebebiyle İstanbul’da tedavi görmeye başlamıştır. Hastalığı iyice ağırlaşan Ahmet Hikmet Müftüoğlu 19 Mayıs 1927’de[2] vefat etmiş, Maçka mezarlığında ilk eşi Suat Hanım’ın yanına gömülmüştür.

ESERLERİ:

Öykü: Leyla Yahud Bir Mecnûn’un İntikamı (1891), Haristan ve Gülistan (1900), Çağlayanlar (1922)

Roman: Gönül Hanım (1920)

SANATI:

Ahmet Hikmet Müftüoğlu, daha Servet-i Fünun Topluluğu oluşmadan bu topluluğun yayın organı olan Servet-i Fünun dergisinde yazamaya başlamıştır. Roman Fabrikası adlı yazısı ile bu dergide yazarlığa başlayan A. Hikmet’in yine bu dergide yayımlanan Haristan ve Gülistan adlı eseri tamamen servet-i Fünun estetiği, dil ve sanat anlayışına uygun olarak yazılmış hikayelerden oluşmaktadır. Bu ağır ve ağdalı lisanla yazmayı kısa süre sonra terk eden A. Hikmet, daha topluluk dağılmadan sade lisanla Türkçü konulara değinmeye başlamıştı. Mesela Haristan ve Gülistan’da yer alan “Yeğenim” adlı hikâyede Paris’te tahsilini yapan bir gençle Türk  ahlâk ve geleneklerine uymayan davranışlarından dolayı alay eder ve Türkiye’deki şuursuz Batı taklitçiliğini eleştirir.[3]

Ahmet Hikmet’in ilk önemli eseri Haristan ve Gülistan’dır. Bütün kitaba ismini veren Haristan ve Gülistan adlı masal (ya da masalımsı hikâye), kitabın ilk masalıdır. Masalda Haristan, içinde hiç kadın bulunmayan ve kadın tanımayan bir ada, Gülistan ise sadece kadınlardan oluşan bir adadır. Saadet ise bu iki adanın birleşmesiyle mümkündür.

Ahmet Hikmet’in asıl ününü getiren eserleri çağlayanlar adlı hikayesi ile Gönül Hanım adlı romanıdır. Türkçülük düşüncesine uygun sade bir dile kaleme alınan bu eserler Ahmet Hikmet’in sanata anlayışındaki değişimin ürünleridir.

Ahmet Hikmet’in yazarlığını iki aşamada incelemek mümkündür. Birinci aşama 1894-1900 yılları arasını kapsayan Servet-i Fünun etkisinde kaldığı dönemdir. Bu dönemde yazdığı hikayeler Türkçü Ahmet Hikmet’ten izler taşımaz. Bu hikâyelerinde çoğunlukla aşk ve evlilik sorunlarına değinmiş, servet-i Fünun’un marazi ve bedbin ruh haline uygun konuları hikayelerine taşımıştır. Önceleri konuların [4] duygusal yanlarına dikkat çeken A. Hikmet, daha sonra olayların sosyal yönleriyle de ilgilenmeye başlar. Bu hikayelerde özenle seçilmiş sözcükler, birbiri ardınca sıralanmış tamlamalar, uzun cümleler ve süslü üslûpla Servet-i Fünûn çizgisinden ayrılmaz.

Onun hikâyeciliğinin ikinci dönemi 1909’dan sonraki dönemdir ki, bu dönem onun asıl kimliği ve şöhretini kazandığı dönemdir. Çağlayanlar adlı eseri, onun gerçek yolunu çizmiş, idealine uygun hikâyelerini yazdığı eseridir. Bu hikâyelerde romantik çizgiden tamamen uzaklaşmış millî hassasiyetler taşıyan bir hüviyete bürünmüştür. Dil sadeleşmiş, üslûp Millî edebiyat hareketine uygun olarak  sade ve gösterişsizdir. Yazma tutumunun değişimi ile ilgili Nevsal-i Millî’deki bir yazısında şöyle der:

“Servet-i Fünûn’da vaktiyle yazmış olduğum küçük hikâyelerin Haristan namiyle tab’ından (basılmasından) sonra sadeliğin tumturak-ı ifadeden (gösterişli ifadeden) daha manidâr, daha müessir ve mamafih belki daha güç olduğunu, uyuyan fikirlerimizi sarsmak, duran yüreklerimizi çarpındırmak için fikirlerde hatta bir parça mübalağalı asabiyetin, ifadede bir parça fazla açıklık ve sadelik lüzumunun derece-i ehemmiyetini (önem derecesini) taktir ettim.”

1908’deki hikâyelerinin bir bölümünde yurdun içinde bulunduğu acı durumu, savaş sonu yıkıntılarını, halkın sıkıntılarını ele almış bir bölümünde de Türkçülük fikrini işlemiştir. Gönül Hanım romanı onun Türkçülük fikrini, bir ideoloji olarak işlediği, bu anlamda sembol romanlardan bir tanesidir.

Hikmet Dizdaroğlu, Ahmet Hikmet Müftüoğlu’nun edebiyatımız için önemli bir yönünü de monolog türünü Türk edebiyatına tanıtması olarak açıklar. Yazdığı “İlk Görücü, Ah Şu Erkekler, Yeğenim” adlı monologlarıyla bu türün edebiyatımızda öncüsü olmuştur.

Ahmet Hikmet, her şeyden önce idealist, ülkücü bir yazardır. Onun hikâyelerinde sanattan önce idealistliğini aramak gerekir. Hikâyelerinin teknik açıdan üst seviyede ve edebi açıdan üstün olduğunu söylemek güçtür. Ama Türkçülük fikrini eserlerinde çok sağlam işlemesi, sanatını ideallerinin emrine vermesi onu edebiyatımızda Bir Ahmet Mithat Efendi, Bir Ömer Seyfettin yapacak kadar önemlidir.

MEHMET EMİN’E MEKTUPLARI

Ey büyük ve tatlı şair,

Bu sizi pek seven kardeşinizi unutmayarak gönderdiğiniz Türk Sazı’nı, Ey Türk Uyan’ı aldım. Teşekkürler ederim. Türk Sazı’nin tellerini ırkımızın damarlarından mı seçtiniz? Her mısraı onları köklerinden titretiyor. Bazı akşamlar kâh Saz’ınızı ve kâh Ey Türk Uyan’ınızı Tuna’ya karşı okuyorum ve sanıyorum ki kanları, kemikleri bu topraklara serpilen yüz binlerce Türklerin ruhları penceremin önüne geliyorlar. Sizin sazınızın nağmelerini dinliyorlar, anlıyorlar ve ağlıyorlar. Siz binlerce senelik bu koca milletin ruhuna hitap eden biricik şairsiniz. Sözleriniz, fikirleriniz ana sözü gibi sâf ve müşfiktir, onun için bir nine hitabı gibi cana işliyor. TürkSazı’ndan bahsedecek değilim, onun her sayfası, her mısraı en büyük saraylardan, en mütevazi kulübelere kadar bütün Türk muhi¬tinde dünya durdukça okunacak ve ezberlenecektir. Ancak Ey Türk Uyan bence birkaç orduya bedeldir. Bize o kadar kuvvet verecek, benliğimizi o kadar bildirecektir. Ben hükü¬metin yerinde olsaydım, bu kitabı resmen köylere dağıtırdım. Mevlid gibi her bucakta okunması esbabına tevessül ederdim (başvururdum); var olun, sağ olun. Yanlız Saz’ınızın ilk mız¬rabına itiraz edeceğim, o mızrap ki samimiyette ve şümul-i hakikatte bir âheng-i umumîdir. “Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim” diyorsunuz. Hayır, daima siz böyle ağlamayacaksınız, inşaallah bir gün de güleceksiniz. Çünkü o gün biz de, biz âdiler de güleceğiz; o zaman siz âliler de o umumî tebessüme iştirak edeceksiniz. Vakıa siz bir gözyaşı şairisiniz. Hâtırımda kaldığına göre ilk mecmua-i eş’arımız Türkçe Şiirler de Yunan muhare¬besi hengâmında (sırasında) neşrolunmuştu. Biz o zamandan beri gülmedik. Fakat güleceğiz. O zaman ishak, bülbül olacak ve siz de bize vatan sevgisini öğrettiğiniz gibi, güzelliğe muhab¬beti de anlatacaksınız. Dikkat buyurunuz, onu anlatan, sizin gibi bir şairimiz de yok. Gelmemiş.

Yakında ben de Çağlayanlar’ımla size demsaz (arkadaş) olmak küstahlığında bulunmak arzu ediyorum. Benim masal¬larım, sizin şiirleriniz karşısında ne kansız, ne uyutucu kalacak. Fakat gönül isterdi ki Çağlayanlar‘ın yanında otursun da Türk, sazını ağlatsın, çınlatsın. Bâki hürmetler ile mübarek ellerinizi öper ve teveccühünüzün devamını dilerim, kardeşim.

                                                                                                14 Aralık 330 (1911)

                                                                                              Peşte Başşehbenderi

                                                                                                    Ahmet Hikmet

Biyografi Haberleri