Ali Bülent Orkan kimdir, nereli? Kaç yaşında ve neden öldü? soruları şu sıralar internet mecrasında en çok aratılan sorular arasına girdi. İşte konuyla ilgili detaylar...
ALİ BÜLENT ORKAN KİMDİR, NERELİ?
Samsunlu olduğu bilinen Ali Bülent Orkan, Ankara'nın Etlik Aşağı eğlence semtinde ikamet etmekteydi. Orkan, İncirli lisesi gece bölümü öğrencisiydi.
KAÇ YAŞINDA VE NEDEN ÖLDÜ?
16 Mayıs 1979'da Ankara'nın Keçiören ilçesine bağlı Piyangotepe semtindeki Refik Saydam Caddesi'nde genellikle sol görüşlü kişilerin bulunduğu Çelik kıraathanesine, başlarına çorap geçirili bir şekilde akşam saatlerinde giren 3 sağ görüşlü kişi kahvede bulunanlardan yere yatmalarını istemiştir. O sırada kıraathanede bulunan 20 kişi yere yatmıştır. İçeri giren kişiler kapının kenarından içeriye doğru rastgele ateş etmişler ve bunun sonucunda Hüsamettin Kurban, Tuncay Sarıkaya, Mızrap Taşkın, Erdoğan Doğan, Müslüm Doğan, Mehmet Turan ve Ahmet Turan adlı 7 kişi ölmüştür. sağ görüşlü 3 kişi ise bir taksiye binip hızla uzaklaşmıştır. 12 Eylül Darbesi sonrası ülkücü Ali Bülent Orkan bu olay ile suçlanmıştır. 25 yaşında öldüğü bilinen Orkan 13 Ağustos 1982 Cuma günü saat 03.45 Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde asılarak şehit edildi. Cenazesi Ankara Karşıyaka Askeri Mezarlığına defnedildi.
O dönem Ali Bülent Orkan’ın avukatlığını yapan Şevket Can Özbay, “Destanlaşan Ülkücü Hareket” isimli kitapta sağlık sorunları bulunan Ali Bülent Orkan’ın idam edilmemesi için çok mücadele ettiğini belirterek o günleri şöyle aktardı;
“Orkan’ın kurtarmak için dönemin Adalet Bakanı Cevdet Menteş’in evini gece 24.00’da kapısını zorla kırarak bastım. Başında takke, üstünde geceliği ile karşıma aldım. Müvekkilimin sağlık sorunları olduğunu, asılamayacağını anlattım. Önce kızdı, epey münakaşa ettik fakat beni dinleyince ikna oldu. Kalktı, giyindi, beraber Adalet Bakanlığı’na gittik. Orada bana idamı durduracağına dair söz verdi. Eğer o idam dursaydı, diğerleri de dururdu. Ama daha sonra Kenan Evren’le görüştükten sonra sözünde durmadı”
Özbay, kitapta Orkan’ın idamını da anlatıyor;
“O gün akşama kadar birilerine ulaşıp idamı engellerim diye koşuşturdum. Ama herkes benden kaçıyordu. Son anda beni aradılar. Kardeşimle birlikte bir arabaya atlayıp Ulucanlar Cezaevi’ne gittik. Önce tüylerim ürperdi. Çünkü ambulans ve içinde bir tabut gördüm. ‘Acaba biz gelmeden astılar mı?’ diye korktum. Sonra baktım ki, cezaevi avlusunda darağacı hazırlanıyor. İçeri girdim. Orkan, çok şık giyinmişti. Çakı gibi olmuştu. Doktorlar ona, ‘Başın ağrıyor mu, midende bir sorun var mı, boğazın ağrıyor mu?’ diye sorular soruyorlardı. O ise sağlık sorunları olmasına rağmen hepsine ’hayır’ diye yanıt veriyordu. Doktorlar, ‘Peki bu soruları niye sorduğumuzu merak etmiyor musun?’ deyince, ‘Sohbet için olmadığını biliyorum herhalde. Beni idam edeceksiniz. Ama merak etmeyin turp gibiyim. Hepinizden sağlıklıyım’ yanıtını verdi. Sonra imamla tövbe duası okudu, namaz kıldı, abdest aldı. Bana ’Arkadaşlarıma, anneme çok selam söyleyin. Düğüne çıkar gibi olduğumu söyleyin’ dedi. Sonra oturdu bana son bir mektup yazdı. Ama onu bana vermediler. Halen de vermiş değiller. Orada işlediği iddia edilen suç ile ilgili çok önemli şeyler olduğunu düşünüyorum. Sonra bir nara attı ve ‘Avukatımı öpebilir miyim?’ dedi. İzin verdiler. Beni alnımdan öptü. Sonra beyaz önlüğü giydi. Celladı kabul etmedi. Boynuna ilmiği kendisi geçirdi ve hemen tabureyi tekmeledi. O yüzden ölümü çok gecikti. Ben karşısına geçtim, halen sağdı. ’İçinden Ayet el Kürsü’yü oku’ dedim. Ben sesli okudum, o dudaklarını kıpırdatarak okudu.”
……………….
- Son bir arzun? Görevli soruyor.
O gülüyor, gözleri sonbaharın ilk turfandası olan üzüm tanesinin berraklığı ve parlaklığında...
Görevli kızdı:
- Arzunu sordum, sen gülüyorsun! Cevabı:
- Beni öldü bileceklere gülüyorum. Temizim, pakım,
Allah'ıma kavuşuyorum. Daha ne isteyeceğim? Hazırım ben.
Son sözün de mi yok? Yani annene, babana ve...
Kafası dik, göğsü çıkık, ağzı yarım açık:
- Vazifemizi yaptığımıza inanıyoruz. Ülkücünün kadir ve kıymeti ve ülkücünün nişanı pek yakındır Bu hakikati bütün insanlığa duyurunuz. İstediğim bu!
Bütün kafaların içinde dumanı kovuyor. Böylesi laflar da neyin sesi? Ölüme giden bir insan bu kadar metin, bu kadar serbest olabilir mi? Bu insana bu kuvveti veren kimdir, nerdedir?
Kafalardaki sual bu!
Karar yüzüne karşı okundu. Emir verildi:
- Girin kollarına!
Aniden geri döndü. Kızgın bir yüzü, çakmak çakmak gözleri ...
- Lüzum yoktur. Düğünüme gidecek kadar güçlüyüm, kuvvetliyim.
Durmuş kalpler, kar yağıyor lapa lapa. Rüzgarın uğultusu keşfi güç nağmeler türetti.
Korkunun yerini merak ve şaşkınlık almış. Kalplerde tekdir duygusu...
Allah'ın ayeti her yerde: "Allah yolunda ölenlere cennet vaadedilmiştir..."
Ağlayanlar var. Yüzünü başka yönlere çevirenler var.
Kalpleri kütük kütük yananlar var. Vakarlı duruşu ile onlara haykırıyor, Ali Bülent:
AĞLAMAYIN, BEN YENİDEN DOĞUYORUM!
Bu denli soğukkanlılık, bu denli itidal ve cesaret görülmüş şey değil.
Boynunda ip, ağzında imanı tasdik:
"EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RASULULLAH"
Bir yıldız kaydı gökyüzünden, diğer yıldızlar titreşimde.
Gökyüzünde bir tek parça bulut dahi yok. Lakin gökyüzü gürül gürül gürüldemekte. Ayın peçesi açılmış, ay kızgın!
Ağladı yıldızlar, sızladı ay!
Raporu tanzim eden eller titriyor, bir yıldızın, kayan bir şehidin cesaretinden...
Korkmuşlar.
Hikmeti istikbalde.
Gözlerinizi ileriye dikin. Şayet gözler yaşarmamışsa, derim ki, herkes akıttığı yaşların diyetini ödesin!
Ödemeli!
Başka bir yol yok. Felaha kavuşmanın yolu BİR Kurtuluş BİR de...
Naaşı, maaşlı ellerde. Onlar bile korkuyorlar... Toprağa değil, ahiret yurduna göçtü Ali Bülent..