Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun NATO Parlamenter Asamblesi 99. Rose-Roth Semineri ve Akdeniz Ortadoğu Özel Grubu Ortak Toplantısı'nda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğu ve Fransız parlamenter Sonia Krimi arasında geçen gergin konuşma gündeme bomba gibi düşmüştü. Çavuşoğu Fransız parlamentere "Soykırım ve tarih konusunda Türkiye'ye ders verebilecek en son ülke Fransa'dır. Çünkü Ruanda'da, Cezayir'de olanları unutmadık. Fransa kendi karanlık tarihine baksın, Türkiye'ye ders vermeye kalkmasın." demişti. Peki Ruanda Soykırımı nedir? Ruanda Soykırımı'nı kim yapmıştır? Kaç kişi ölmüştür?
RUANDA SOYKIRIMI NEDİR?
Ruanda Soykırımı, Ruanda'da 1994'te Hutular'ın, dönemin Devlet Başkanı Habyarimana'nın uçağının düşmesinden sorumlu tuttukları Tutsiler'e karşı başlattıkları katliama Raunda Soykırım'ı denmiştir. Bu soykırımda yüz gün içinde 800.000 Tutsi ve ılımlı Hutu'nun, aşırı uç Hutular (Interahamwe) tarafından öldürülmüştür.
RUANDA NEREDEDİR?
Bir Afrika ülkesi olan Ruanda, Afrika kıtasının orta bölümünün doğu kısmında yer alan ve denize kıyısı bulunmayan bir ülkedir. Ülkenin sınır komşuları Uganda, Tanzanya, Burundi ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti oluşturmaktadır. Başkent ise Kigali'dir. Ruanda nüfusunun
%90'ı Hutu
%9'u Tutsi
%1'i Prigme idi. Prigmeler yaşam alanı ve kültür olarak diğerlerinden farklı olsa da, o güne kadar bir arada yaşayan Tutsi ve Hutular birbirlerinden çok farklı görülmüyordu.
SOYKIRIMDAN ÖNCE RUANDA NASILDI?
1890 Brüksel Konferansı'nda, bölgede neredeyse hiç Alman olmamasına rağmen, egemen devletlerce Ruanda, Almanya idaresine verildi. Doğal kaynaklar açısından zengin diğer devletler varken, kendi payına bu fakir ve karasal devletin düşmesinde yarar görmeyen Almanya, 1907'ye kadar ülkeye bir idareci bile göndermedi. I. Dünya Savaşı'nın ardından Ruanda yönetimi Belçika'ya verildi. Belçikalılar Almanların aksine yönetimle daha fazla ilgilendiler. Doğal yaşam ihtiyaçlarını karşılamak dışında çalışmayan Ruandalılara kahve tarlalarında çalışma zorunluluğu ve çalışmayanlar için kırbaçla cezalandırma gibi yeni kurallar getirildi.
Ülkede o zaman yaşayanların %90'ı Hutu, %9'u Tutsi, %1'i ise Pigmeydi. Pigmeler yaşam alanı ve kültür olarak diğerlerinden farklı olsa da, o güne kadar bir arada yaşayan Tutsi ve Hutular birbirlerinden çok farklı görülmüyordu. Afrika siyasetinde yönetici ve yöneten unsurların birbirinden ayrılması prensibini uygulayan Belçikalılar bu politikayı Ruanda için kontrolün elde tutulmasının garantisi olarak gördüler ve bölgede bulunan azınlıktaki Tutsileri, Hutulara karşı desteklemek amacıyla ırka dayalı bazı ayrıcalıklar verdiler.
IRKINI GÖSTEREN KİMLİKLER VERİLDİ
Koloni güçlerine kolaylık olması amacıyla, herkese ırkını gösteren kimlikler dağıtıldı. Tutsi ve Hutuların aslında ortak olan dil-gelenek-etik geçmişleri ve kültürleri yok sayılarak, bir tür yapay ırksal ayrımcılığa başlandı. Belçikalı yöneticiler ayrımcılığı körüklemek amacıyla, işe alımlardan hastane kabullerine kadar bütün kararları ırksal farklılıklara göre almaya başladılar. Bu dönemde Tutsiler, Hutulara göre çok daha iyi yaşam şartlarına ve daha iyi işlere kavuştu. İnsanların hangi ırktan olduğuna karar verilirken bazı objektiflikten uzak ve akıl dışı kriterler kullanılmıştır. Etiyopya kökenli olduğuna inanılan Nuh'un soyuna dayandırılan Tutsilerin daha ince yapılı ve narin bir görünüşe sahip olduğu iddia edilmiş ve uzun boy, güzel görünüm gibi fiziki özellikleri olanlar Tutsi sayılmıştır. Bunun yanında zengin olanlar, örneğin, 10 inekten daha fazlasına sahip olanlar da Tutsi olarak kaydedilmiştir.
Daha sonra üniversiteler, eğitim ve sosyal olanaklar Hutulara neredeyse tamamen kapanmıştır. 1950'lere kadar Tutsileri Hutulardan üstün tutma siyaseti güden Belçika, bu tarihten sonra savaşın ardından özgürlükçü akımların güç kazanması üzerine, Hutuların üzerindeki baskıyı hafifletmiş, hatta zamanla, sayıca üstünlüklerinden ötürü Hutuları desteklemeye yönelmiştir. Bunun bir sebebi de, uzun vadede ülkedeki yönetimin seçimler aracılığı ile sayıca üstün Hutulara geçme olasılığının artmasıdır. Belçika, Ruanda ve Burundi'yi, 1962 yılında her iki devlet bağımsızlıklarını kazanana kadar yönetti. Bu dönemdeki Belçika yönetimi tıpkı İngilizlerin Güney Afrika Cumhuriyeti'nde uyguladıkları gibi, yerli halk üzerinde acımasız ve adaletsiz olmakla suçlanmıştır.
SOYKIRIM SÜRECİ NASIL OLDU?
II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle, bağımsızlığa hazırlamak amacıyla Ruanda yönetimi Birleşmiş Milletlere verildi. Beklenen şekilde yapılan seçimlerde Hutu milliyetçisi PARMEHUTU Hareketi (Hutu Özgürlük Hareketi) iktidara geldi. İktidara geldikleri andan itibaren, Belçikalıların desteğiyle, eski yönetimin uzantısı sayılan Tutsilere karşı hemen her bölgede çeşitli faaliyetlerde bulundular. Bu faaliyetlerin sonucunda 20 bin ila 100 bin arasında Tutsi öldürüldü, 160 bin kadarı da komşu ülkelere, Tanzanya ve Uganda'ya sığındı.
Bağımsızlık kazanılmasından sonra PARMEHUTU yönetimi, tek parti iktidarı sırasında da Hutu milliyetçisi bir politika izledi. 1964 ve daha sonra 1974'teki pogrom adı verilen olaylarda birçok Tutsi öldürüldü ya da sürüldü. Bu olaylar sırasında Tutsi öldüren Hutular devlet tarafından korundu. Göstermelik bir iki olay dışında kimse yargılanıp cezalandırılmadı. Tutsilerin nüfusa oranları olan %9 oranı bütün ülkede üst limit olarak tanımlanarak Parlamento başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlardaki eğitimli Tutsiler işten çıkarıldı ve sürgüne zorlandı.
1973'te Hutu Juvénal Habyarimana bir darbeyle iktidarı ele geçirip, PARMEHUTU hareketine son verdi. Ancak kendisi de bir Hutu milliyetçisi olduğundan Tutsiler açısından pek fazla değişiklik olmadı.
1980 yılına kadar komşu ülkelerdeki Tutsi nüfusu 500 binlere kadar ulaştı. Eğitimli ve kalifiye kişiler olmaları sebebiyle gittikleri ülkelerdeki önemli kadroları ele geçirerek ülkelerine dönüş için organize olmaya çalıştılar. Bu amaçla kurulan "Ruanda Yurtseverler Birliği" (RYB) Ruanda hükümetine baskı kurmaya çalıştı ancak politik bir çözüme varılamadı.
1990 yılında Tutsilerin kontrolündeki Ruanda Yurtsever Cephesi'nden (RPF) isyancılar komşu ülke Uganda'nın topraklarının bir kısmını işgal ederek Ruanda topraklarına kattı. Bu başarı, bir Hutu olan Devlet Başkanı Juvenal Habyarimana'nın muhalefet partilerini yasallaştırmak için reformları hızlandırmasına neden oldu.
1993'te Ruanda ve RPF arasında iç savaşı sonlandırmaya yönelik bir anlaşma imzalandı. Anlaşma aynı zamanda güç paylaşımını ve sığınmacıların dönüşünü öngörüyordu. Ancak Başkan anlaşmayı uygulamakta ayak diretti. İki taraf da birbirini uzlaşmayı engellemekle suçladı.
RUANDA SOYKIRIMI'NDA KAÇ KİŞİ ÖLDÜ?
7 Nisan 1994'te Başkan Habyarimana, bulunduğu uçağa yapılan bir roket saldırısıyla öldürüldü. Bunun üzerine Habyarimana'nın ölümü sonrası Hutular tarafından Tutsilere ve ılımlı Hutulara karşı 100 gün süren şiddet eylemleri başladı. Bu sürede 800 bin insan öldürüldü. RPF yeni saldırılar yapmaya başladı.
RPF, 40 bin kişilik Hutu ordusunu ve 2 milyondan fazla sivil Hutu'yu Burundi, Tanzanya ve Zaire gibi ülkelere sürgün ettikten sonra Ruanda'nın kontrolünü ele geçirdi.
Ülkenin resmi devlet radyosundan yapılan katliam çağrısı ile Irkçı Hutular başta eğitimli Tutsiler olmak üzere önceden belirlediği tüm Tutsileri doramaya başladı. Parası olan Tutsiler ücret karşılığında ateşli silahlarla öldürülmeyi seçebiliyorlardı. Parası olmayanlar ise pala, bıçak, taş ile acı çektirilerek öldürüyorlardı. Artık yorulan Hutular dinlenmek için yakaladıkları Tutsilerin kaçmamaları için aşil tendonlarını kesiyorlardı. Tutsilerin tek umudu Birleşmiş Milletler kalmıştı
"MÜDAHALE ETMEYİN" DENİLDİ
Ama A.B.D, katliam sırasında öldürülen 10 Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerini sebep göstererek bölgede yalnızca 270 askerini bıraktı. O günlere ait anlatılan bir anekdotta bölgedeki bir BM komutanının dönemin BM sekreteri Kofi Annnan'ı arayıp ne yapmaları gerektiğini sorduğu ve "müdahale etmeyin" yanıtını aldığı anlatılır. BM'nin bu tavrı üzerine katliam daha da şiddetlendi.
Katliam haberini alan "Ruanda Yurtseverler Birliği" üyeleri ülkenin doğusundan girip katliamcılarla savaşarak başkente kadar ülkeyi ele geçirdiler. O ana kadar bölgeye müdahaleden uzak durmaya çalışan Fransa, ani bir kararla, Hutu hükümetine askeri yardıma başladı.
FRANSA'NIN SOYKIRIMDAKİ ROLÜ
Fransa, soykırımı gerçekleştiren Hutu hükümetinin o dönem içerisinde en yakın dostu ve destekçisi olması sebebiyle Ruanda Soykırımı'ndan en fazla sorumlu tutulan ülkedir.
Fransa, soykırımı yapan Hutu hükümetinin uzun süre destekçisi olduğu için uluslararası kamuoyunda ve ülke içinde eleştiriliyordu. Fransa, 23 Haziran 1994'de ülkenin güneybatısında sığınmacılar için güvenli bölge oluşturmak amacıyla Turkuaz Operasyonu'nu başlattı ancak Fransa, soykırımı engellemek yerine soykırımcılara silah ve mühimmat desteği sağlayarak Ruanda Yurtsever Cephesinin (RPF) ilerleyişini kısıtladı.
Fransa'da Eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand, Le Figaro gazetesine 1998'de verdiği mülakatta, "O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil." demişti.
Fransız Mediapart internet sitesi, şubat ayında yayımladığı, "Ruanda soykırımı: Fransa'nın yalanları ortaya çıktı" başlıklı, Fransız Dış İstihbarat Birimi DGSE'ye ait bir belgeye dayandırdığı haberinde, Fransa'nın, Hutu milislerin yaklaşık 800 bin Tutsi'yi öldürdüğü Ruanda soykırımının asıl sorumlularını gizlediğini yazmıştı.
Ruanda'da 6 Nisan 1994'te Hutuların Tutsilere karşı soykırım başlatmasına rağmen Fransa'nın soykırımdan Hutuları değil, sürgündeki Tutsilerin 1987'de kurduğu RPF sorumlu tuttuğunun altı çizilirken, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand'ın danışmanı Bruno Delaye'in Elysee Sarayı için yazdığı bir notta "Saldırıyı gerçekleştiren RPF." şeklindeki ifadesine de yer verilmişti.
Fransa'nın, Ruanda'da 6 Nisan 1994'te başlatılan ve 800 bin kişinin katledildiği soykırımdan 4 yıl önce, soykırım riskine dair uyarıları dikkate almadığı ortaya çıkmıştı.
Ruanda soykırımı dönemine dair arşivler üzerindeki "devlet sırrı" yasağının kaldırılmasına rağmen, Mitterrand tarafından ikinci bir yasağın konulduğu ve bu nedenle arşivlere erişilemediği belirtilmişti.
Fransa Anayasa Mahkemesi, Eylül 2017'de Ruanda soykırımı hakkında çalışmalar yapan bir araştırmacının, soykırım dönemine ilişkin cumhurbaşkanlığı arşivlerine erişim talebini reddetmişti.