BEYKOZ HAKKINDA
İstanbul, medeniyetlere başkentlik yapmış bir dünya şehri. Bu şehrin en güzel yerlerinden biri Boğaziçi ve onun bir parçası olan Beykoz’dur. Üç bin yıllık tarihi ile Beykoz, İstanbul’da Osmanlı’nın fethettiği ilk yer olması; Sultan Yıldırım Bayezid’in yaptırdığı Anadoluhisarı ile fethin müjdeleyicisi; Göksu, Küçüksu, Akbaba, İncirköy, Beykoz çayırı ile İstanbul’un mesiregahı olan bir belde. Sinesinde Yuşa hazretleri başta olmak üzere kadim Beykozlulara ebedi istirahatgah olan bir belde.
Beykoz’un tarihine ilişkin olarak bilinen en eski tarih M.Ö. 900’lerdir. Bu dönemde deniz yoluyla gelip Beykoz’u kendilerine yurt edinen Traklar, Beykoz’da yerleştiği bilinen ilk halk olarak karşımıza çıkar. Her ne kadar sanat tarihçileri ve arkeologlar çok daha önceki dönemlerde Karadeniz’den Boğaz’a doğru seyreden tepelerde Apollon tapınağı benzeri yapıların olduğunu öne sürmekte ve dolayısıyla da Beykoz’un bir kent olarak tarihini çok daha önceki tarihlere götürmek gerektiğini iddia etseler de, örgütlü bir toplumsal hayatın Beykoz’da söz konusu tarihle birlikte başladığını söyleyebiliriz.
Traklar Beykoz’a geldiklerinde, kralları Amikos’un ismine binaen, buraya “Amikos” adını vermişlerdir. Amikos, Beykoz’un bilinen en eski adıdır. Boğaz’ı geçerek Beykoz’a gelen Traklar burada Bebrik Devleti’ni kurmuşlardır. Bir rivayete göre Bebrikler isimlerini Akdeniz kıyısında, Pirenelerin kuzeyinde ve güneyinde bulunan eski bir İber kavminden almışlardır. Bebrikler M.Ö. 337 yılında Bitinyalıların saldırısına uğramış ve Bebrik Devleti uzun süren kanlı mücadele ve savaşların ardından yıkılmıştır.Beykoz (Amikos), yönetim mekanizmasının babadan oğula geçen bir krallık sistemine bağlı olduğu Bitinyalılar devrinde tam dokuz kral görmüştür. M.Ö. 74 yılında Bitinya kralı IV. Nicomedes ölüm döşeğindeyken tüm krallığını Roma imparatorluğuna devretmiştir.
M.S. 395 yılında Roma İmparatoru Büyük Teodosyus imparatorluğu, Doğu Roma İmparatorluğu (Bizans) ve Batı Roma İmparatorluğu olarak ikiye bölene dek Roma İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan Beykoz, bu tarihten itibaren Bizans İmparatorluğunun egemenliği altına girer. Pers İmparatorluğu 609 yılında Beykoz’u sınırlarına dâhil eder. Persler altmış yıl bu topraklarda kaldıktan sonra, 669 yılında Müslüman Araplar bu toprakları Perslerden alırlar. Kısa bir süre sonra çekilen Arapların ardından bölgenin hâkimiyeti yeniden Bizanslıların eline geçer. Bizanslıların bölgedeki bu üstünlükleri yedi yüz yıldan daha fazla, Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’ın bölgeyi ele geçirdiği tarih olan 1402 yılına kadar devam eder. İstanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinden 51 yıl önce, Beykoz (Amikos) Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içerisine dâhil edilir. Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına dahil edilen kentin adı bundan böyle Amikos değil, Beykoz’dur. Beykoz isminin nereden geldiğine ilişkin olarak da çeşitli rivayetler söz konusudur. Bu rivayetler içerisinde en bilineni, Beykoz isminin Kocaeli beylerbeylerinin Beykoz’da oturmasına nispetle üretilenidir.
Rivayete göre Farsçada köy anlamına gelen kos sözcüğünün Türkçe bey sözcüğüne eklenmesi sonucunda ortaya çıkan Beykos (Beyköyü) sözcüğü kentin adı olarak kalmıştır. Beykos zamanla Beykoz’a dönüşmüştür. Bilinen bir başka rivayet ise, Beykoz isminin, kentin Osmanlı idaresi altına girdiği dönemden sonra kentte inşa ettirilen On Çeşmeler adlı bir çeşmenin yanında bulunan büyük bir ceviz ağacına binaen ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bu rivayete göre söz konusu dönemde koz kelimesi ceviz sözcüğünü nitelemek üzere kullanılmaktadır. Bu yörede ceviz ağaçlarının çok fazla sayıda bulunması nedeniyle de bu yöreye Binkos adının verildiği ve bu ismin zamanla Beykoz ismine dönüştüğü öne sürülmektedir.
Muhteşem dereleri, birbirinden güzel mesire yerleri, bereketli toprakları, cömert denizi ve aynı zamanda geniş bir av sahası da olan yemyeşil ormanlarıyla bir masal kentini andıran Beykoz, Osmanlı Devleti tarihinde önemli bir yere sahiptir. Av alanlarının uygunluğu münasebetiyle Osmanlı yönetici sınıfının gözde mekânlarından birisi olmuştur Beykoz. Padişah başta olmak üzere avın kendileri için bir tutku olduğu saray erkânı, Osmanlı’nın son dönemlerine dek Beykoz’u kendilerine mesken tutmuşlardır. Özellikle Tokat Bahçesi, bugünkü Akbaba köyü civarı ve Çubuklu yöresinde düzenlenen av partileri ile ilgili birçok tarihsel anekdot ve resmi kayıt söz konusudur. Ünlü seyyah İbn Battuta’dan öğrendiğimize göre, av partileri Türk yönetici sınıfının ayırt edici özelliklerinden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu bölgeler Osmanlı yönetici sınıfının avlanma yeri olarak tayin edilmiş bölgeler olup, tebaadan birilerinin avlanması yasaklanmıştır.
Beykoz’un gözdesi köşklerin bu bölgede ortaya çıkışları doğrudan bu av merakıyla bağlantılı bir gelişmedir. Zamanla padişahların ve önde gelen saray erkânının konaklayabilmesi için birbirinden güzel av köşkleri inşa edilmiştir Beykoz’da. Bu bağlamda bugün maalesef arkasında herhangi bir iz bırakamayan, tarihsel önemi haiz av köşklerinden olan Tokatköy’deki Tokat Kasrı ve bahçelerine değinmek yerinde olacaktır. Evliya Çelebi, seyahatnamesinde Tokat Kasrı’nın Fatih Sultan Mehmed tarafından yapıldığını şu cümlelerle anlatmıştır.
Fatih Sultan Mehmet'in seferde olan sadrazamının gönderdiği haberci, nefes nefese, heyecanla Tokat'ın fethedildiği müjdesini verince Fatih Sultan Mehmet: "Tez şurada bir bahçe yapılsın ismine de Tokat bahçesi denilsin. Tokat surlarına benzeyen bir set çekilsin (…)" demiş. Etrafı surlarla veya çitlerle çevrili bu bahçe içerisinde bir zarafet timsali bir köşk, muhteşem bir havuz, enfes bir şadırvan ve güzel bir hamam yaptırılmış, geniş bir alana sahip olan bahçesinde ise av hayvanları yetiştirilmiştir. Bu yapının yer aldığı Tokatköyü’ne muhteşem bir kemerli beton köprü üzerinden geçmek suretiyle varılmaktadır. Bu kasrın ve bahçenin bakımı emri altında yüz bostancının bulunduğu bir bahçıvan başı tarafından sürdürülmüştür. Bu kasrın özellikle genç yaşta tahta çıkan IV. Murat (1623-1640) tarafından çok beğenildiği bilinmekte, onun bu bahçenin çimenliğinde cirit oynattığı söylenmektedir. Yapıldığı tarihten itibaren Tokat Kasrı’na ve Beykoz’un bizatihi kendisine tahta geçen bütün Osmanlı Padişahları’nın rağbet gösterdikleri bilinen bir gerçektir. En fazla tercih edilen av türleri kuş, geyik ve karaca avı olmuştur. Kuş avı daha ziyade doğanlar kullanılarak yapılırken, geyik ve karaca avı eğitilmiş köpekler kullanılarak yapılırdı. Özellikle yenileşme döneminin Osmanlı Devleti’nde nasıl bir seyir aldığını izlemek açısından Beykoz’da düzenlenen av partileri oldukça enteresan malzemelerle doludur. On sekizinci yüzyıl sonrasında Sakson türündeki av köpekleri Avrupa’dan getirilmeye başlanmıştır. Ava en düşkün padişahın kendisi için “avcı” lakabının kullanıldığı IV. Mehmed (1642-1693) olduğu söylenir. IV. Mehmed’in en kısa avının üç ay sürdüğü rivayet edilir. IV. Mehmed av merakı nedeniyle devlet işlerini ihmal etmekle suçlanmış, bunun üzerine kendisine yöneltilen eleştirilere tepki olarak tahtını Edirne’ye taşımıştır.
Osmanlı tarihinin en önemli seyyahlarından olan Evliya Çelebi, Beykoz’u şu satırlarla anlatır: “(…) lebi deryadan bağlar kenarından gitmek üzere Servi Burnun’nun üç bin adım güney tarafında, bir liman-ı âzimin kenarındadır. Sekiz yüz haneli, bağ ve bahçeli, mamur bir kasabadır. Camii, mescidi, hamamı, sibyan mektebi, küçük sokakları, ağaçlarla müzeyyen çarşı ve pazarı vardır. Çarşı ve pazarı çok bakımlıdır. Halkı bahçıvan, oduncu ve balıkçıdır. Ab-ı havası nefistir. İskelesinde bir kılıç balığı dalyanı vardır. Beş altı gemi direğini birbirine bağlayıp denize dikmişlerdir. Karadeniz tarafından kılıçbalıkları geldiğinde direğin tepesindeki âdemler ellerindeki taşları kılıçbalıklarının arkasına doğru atınca balıklar emin yerdir diye liman ağzına doğru girer. Burada ağlara takıldıklarında balıkçılar kayıklarla kılıçbalıklarına yanaşıp kargı ve tokmaklarla bunları avlarlar. Buradan içeride Akbaba, Sultan, Ali Bahadır, Dereseki, Alemdağ, Koyun Korusu, Yuşa Nebi mesireleri vardır.”
Merkez Mahallesi İskele Meydanı’nda bulunan diğer bir adı İshak Ağa Çeşmesi olan “Beykoz On çeşmeler”, Osmanlı’dan günümüze kalan şaheser bir çeşmedir. Ünlü Türk Sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice’nin deyimiyle “Dünyanın sayılı mimari eserlerinden biri” sayılan On çeşmelerle ilgili Türk edebiyatında şiirler yazılmış, meşhur ressamlarımız tarafından resmedilmiştir. Ünlü ressamlarımızdan İbrahim Çallı’nın “İshak Ağa Çeşmesi” tablosu önemlilerinden biridir.Beykoz On Çeşmeleri, 1159 yılında, Kanuni Sultan Süleyman’ın has odabaşısı Behruz Ağa, Mimar Sinan’a yaptırmıştır. 1746’da da İshak Ağa’nın tamiratı ile günümüzdeki şeklini almıştır.
Anadolu Feneri, İstanbul'un Asya yakasında İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'le birleştiği kuzey ucunda Yon (Hrom) Burnu üzerinde bulunan deniz feneridir. Karşısındaki Rumeli Feneri'nden 2 deniz mili uzaktadır. Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle ( Anadolufeneri ) adlandırılır.Bulunduğu köye de adını veren fener 1834 yılında kurulmuştur. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlandı. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edildi ve tamamen Türklere geçti.
Beykoz neredeyse iki yüz yıllık bir sanayi havzası. 19. Yüzyıl’ın başlarına kadar güzellikleri, sessizliği ve yeşillikleriyle anlatılarda önemli bir mesire yeri olarak yer alan Beykoz ve çevresi Tanzimat sonrası devlet eliyle başlatılan sanayileşme çabalarının görünürlük kazandığı ilk mekânlardan birisi oldu. Kağıt, deri, çuha, mum, cam gibi o dönem öncelikle ihtiyaç duyulan pek çok maddenin imal edildiği fabrikalar bu bölgede art arda kuruldu. Çoğunluğu devlet tarafından kurulan bu "fabrika-i hümayunlar" sayesinde Beykoz ve çevresi Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk sanayi havzasından birisi oldu. O tarihlerden iki binli yıllara kadar bu bölgede hep fabrikalar ve tabii orada çalışan çok sayıda işçi oldu.
1810 yılında tabakhane olarak kurulan Beykoz Deri ve Kundura Fabrikası İstanbul’un en eski fabrikalarından biridir. Fabrika Osmanlı ve Türk ordusuna ayakkabı deri ürünlerinin tedarikini sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu dönemine (II. Mahmut döneminden imparatorluğun yıkılışına kadar), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ve birçok tarihi olaya şahitlik yapan fabrika 1933 yılında Sümerbank’a devredilmiştir. O zamandan bu yana hafızalarımızda asla eskimeyen sağlam Sümerbank ayakkabıları olarak yer edinen deri kunduralarının üretimini gerçekleştirmiştir.
Beykoz Tekel Fabrikası; yabancı bir mimar tarafından (ismi bilinmiyor) projelendirildi ve Cumhuriyetin ilk fabrikalarından biri olarak 1920'li yılların sonunda hizmete açıldı. Fabrika tarihi boyunca hiç zarar etmedi. Hatta kapatıldığı 2000'li yıllarda bile Türkiye'nin içki, ispirto, alkol ihtiyacının çoğunu karşılamıştı. Bölge Sultan Abdülhamid zamanında Organize Sanayi Bölgesi ilan edilmişti ve burada fabrikalar mevcuttu. 1800'lerin sonlarında mum fabrikası olan ve yabancılar tarafından işletilen binayı 1922 yılında Türkler satın almış ve burada içki üretimine başlamışlar. Atatürk'ün çok istediği rakı fabrikası 1929 yılında Hasan Hulki Bey isimli kimyager şahıstan satın alınıp projeler hazırlatılmış ve ek binalar yapılmıştır. Çok geçmeden fabrika Türkiye'nin en büyük ve tüm ihtiyacını karşılayan alkol fabrikası olmuştur.Cumhuriyet döneminde; Şişecam (Türkiye Şişe ve Cam Fabrikaları A.Ş), Türkiye'nin cam ihtiyacını karşılamak amacıyla İstanbul'un Paşabahçe semtinde 4 Temmuz 1935'te faaliyete geçen bir fabrikadır. Fabrikanın bu semtte kurulmasıyla birlikte Paşabahçe semti cam üretimi ile anılır olmuştur.
Boğazın en güzel noktasında, muhteşem doğasıyla yer alan Boğazın İncisi Beykoz bir sanayi şehriydi artık. 2000'li yıllardan sonra fabrikaların kapanması ve taşınmasının ardından ilçemiz, konut, turizm, sağlık ve eğitim bölgesi olarak tanımlanmaya başladı. Belediye yönetimi olarak bölgenin turizm, eğitim, sağlık ve kültür vizyonunu geliştirmeye ve bu doğrultuda projeler oluşturmaya odaklandık. Kanal Riva, Karlıtepe Mesire Alanları, 5'e ulaşan üniversitelerimiz, Beykoz Arena Spor Kompleksimiz, Kılıçlı Film Platomuz ve devam eden bir çok vizyon projemizle ilçemizin geleceğine emin adımlarla yön veriyoruz.