Kısa bir zamanda uzun sayılabilecek bir yol kat ettim. Türkiye’nin en batısından en doğusu sayılabilecek yerlere kısa süreliğine de olsa bir yolculuğa çıktım. Hayatın kendiside bir yolculuktur aslında. Ama bizim karar vermediğimiz bir yolculuk. Kimi zaman yola biz karar veririz, kimi zaman bize çizilmiş yolda yolculuk yaparız. Aslında bu iki yolculuğu birbirinden ayırmak o kadar da kolay değildir. Ben bir yola çıktım ama a yola çıkma düşüncesini aklıma getiren ben miyim? Yoksa Yunus’un dediği gibi bir başka ben mi var benim içimde?
İnsan ömrü boyunca hep hareket halindedir. Hep bir yerlere doğru hareket eder. Hareket etmekte, yaşamakta yolda olmak demektir. Yolda olmak, yolculuk yapmak hayatın içinde olma halidir. Çocukluktan, gençliğe; gençlikten, olgunluğa ve oradan başka bir dünyaya uzanan bir yolculuk. Her yol ve yolculuk yeni bir şeylerle karşılaşmak kadar bazı şeyleri de arkada bırakmak demek. Arkada bırakmak demek unutmak demek değildir.
Okuduğum lisenin önünden geçerken, pencerelerden sanki el sallıyorlardı bütün samimiyetleriyle arkadaşlarım. Kendimi uzun süredir okula gitmeyen devamsız bir öğrenci gibi hissettim.
Erzurum vefalı ve kadim bir şehir. Şehrin her caddesi, her sokağı üzerlerine ayak basan, yolculuk yapan yolcularının ayak izlerini sinesinde saklıyor sanki. Sen çocukluk günlerinin neşesini, vurdumduymazlığını ararken, o yılların biriktirdiği hasretle kucaklıyor ve bir o kadarda seni hüzünlendiriyor. Sen onda ilk günkü gibi saklı kalmışsın ama o sende ne kadar kalmış seni tartıyor.
Erzurum’un tarihi çeşmelerinin o soğuk ve şifalı suları, seni uykudan uyandırmak için yüzünün ve yüreğinin tozunu alıyor. Köküne cansuyu veriyor. Çünkü ancak bir kökü olan yeşerir, büyür.
Her köşe başında, yolda yürürken bir dostun selamı sizi en az otuz yıl gençleştiriyor, geri götürüyor. Hatırlamak yaşamaktır, unutmak en azından o yılları öldürmektir. Hayatımızın bir döneminde bize yaren olmuş, eşlik etmiş insanları tekrar yâd etmek, aslında kendi unuttuğumuz yolculuğumuzun bir bölümünü yeniden hatırlamakla eşdeğerdir. Sen onları yâd ederken aslında kendini yeniden keşfediyorsun, kendi kökünün farkına varıyorsun.
Aynı kök üstünde büyüyen, uzayan dallardan biri üniversite yılları. Yokluğu ve yoksulluğu paylaştığımız arkadaşlarımız üniversite kantininden el sallıyorlardı. Çay muhabbet demek, gel bu samimi muhabbeti başka bir yerde bulamazsın der gibiydiler ve haklıydılar. O gün yarım ekmeği büyük bir iştiyakla bölüştüğümüz arkadaşlarımızın yerini, şimdi her şeyi ile bol ve geniş zamanda olmamıza rağmen birbirimizin elinden almaya çalışan arkadaşlar almış. Onun için buradan bütün o samimi dostlarımı muhabbetle selamlıyorum.
Zamanın baskın ruhu, hayatı hızlandırıyor, duyguları sığlaştırıyor. Arkadaşlıkta menfaat dünyasındaki diğer ilişkiler gibi kısa vadeli çıkarlara tahvil edildiğinde değer buluyor. Yiyecekten, giyeceğe, arkadaşlıktan dostluğa hayatın her alanında kullan at modeli yaygınlaşıyor. Yalnız bilmemiz gereken, kullan at modeli hem insanı hem dünyamızı kirletiyor.
Geçmişte yollarımız kesiştiği her insan bizde yaşamaya devim eder. Üzerini örtüp kapatmanın kimseye bir faydası yok. Bizim yolculuğumuza bir azık katmışlardır, bizden kendi dünyasına bir renk almışlardır. Geçmişi hiç yaşanmamış gibi yok saymak, bizi en ufak bir yelde savurur, alır götürür.
Kök salmak varlığı, sağlam ve dik tutar. Bir kökü olan büyür ve uzar. Yolun her durağında yeniden başlamak, geçmişi yok saymak, kökünü söküp atmak ve yeniden toprağa tohum ekmek gibidir. Kökü sağlam olanlar, daha çabuk büyür ve yükselir. Kök, insanın bütün bir hayat yolculuğudur.