"El hayâü, Minel İman “.Utanmak, hayâ imandandır." Utanma, arlanma duygusu kaybedildikçe kendimizi gösterme, kendimizi karpuz tezgâhında sergiler gibi bütün dünyaya servis etme dürtüsü bizi esir alıyor. Kişisel mahremiyet alanımızı hiçbir ölçü tanımadan bütün dünyanın kullanımına açıyoruz. Bu durum öyle bir hal aldı ki adeta böbrek hastalarının diyalize bağlı olması gibi Facebook’a, Instagram’a, Twitter’a kısacası sosyal medyaya bağımlı hayatını sürdürebilen bir toplum haline geldik.
Hiç kimse kendini bu hastalıklı ruh halinin dışında tutmaya çalışmasın. Toplumun her katmanından bireyler ve hatta kurumlar, sosyal medyanın fütursuzca yaydığı bu virüsten nasibini aldı. Ne yazık ki henüz bu virüsün toplumun tüm bünyesine yayılmasını önleyecek ne bir aşı, nede bir ilaç bulunabildi. Kimsenin böyle bir derdinin olduğunu da düşündürecek elimizde şuana kadar bir veri yok.
Kendilerini, ya da sevdiklerini akıllı telefonunun deklanşörüne basıp resmini çekip onay ve takdir edilmek amacıyla sosyal medyada paylaşan ruh haline büründürenler, her tıklandıkça, beğeni butonuna her basıldıkça özgüven ve mutluluk hormonları harekete geçmesini beklerler. Bu yüzden ellerinden akıllı telefonlarını hiç düşürmezler. Saniye saniye, dakika dakika tıklanma sayısını kontrol ederler. Kimler beğenmiş, kimler beğenmemiş aklının bir kenarında not ederler. Tıklanma sayısı arttıkça mutluluk hormonları artar. Bunun için beğenilmek, tıklanmak için yapamayacakları değlenk’likler kalmaz. O günün koşullarında ne prim yapıyorsa, pazarda neyin alıcısı en çok varsa piyasaya onu sürerler. Hiç bir mahremiyet sınırlaması, hiçbir kısıtlama bu alanda kabul etmezler. Kendisini, eşini, işini, aşını bu anlamda meze etmekten kaçınmazlar.
Hal böyleyken, sosyal medyada paylaşmadığımız hiçbir özelimiz, hiçbir mahremimiz kalmamışken, son zamanlarda Whatsapp’ın aldığı bir karara ,”laf olsun torba dolsun “misali bir takım tepkiler duyar gibi oluyoruz. Yav paylaşmadığımız, servis etmediğimiz, ya da onların bilmediği neyimiz kaldı ki. Biri çıksın bize anlatsın.
Her şeyini kendi eliyle, gönüllü olarak hatta seve seve ifşa eden ve bundan da mutlu olan bir topluma neyi nasıl anlatabilirsiniz ki? Sokağında, caddesinde, ailesinin yanında, edebe mugayyer ya da çırılçıplak dolaşmaktan utananlar, sosyal medyada boy boy canlı görüntüler paylaşmaktan utanmıyorlar. Sonrada saklayacak bir şeyleri kalmış gibi sosyal medya da ihtarname yayınlıyorlar. Çok komiksiniz gerçekten.
Dünya insanları, izleyenler ve izlenenler olarak ikiye ayrılıyor. Yani bir anlamda güdenler ve güdülenler. İzleyenlerin yani güdenlerin sayısı az diğer büyük çoğunluk izlenenler arasında yer alıyor. Dünyanın en büyük gözetleme kulesi internete girdiğiniz andan itibaren her davranışınız kayıt altına alınıyor. Bir anlamda internet, sağınızda, solunuzda bulunan “Kiramen Kâtibin” melekleri gibi her şeyinizi kayıt altına alıyor. Kayıt altına alınan sizsiniz, satılan sizsiniz, sizin mahremiyetinizdir. Burada kime satılmak, kime pazarlanmak istendiğine kişi kendisi karar versin. Bilesiniz ki biri bizi her hal ve şart altında gözetliyor. Her şart altında “El hayâü, Minel İman” deyip davranışlarına, paylaşımlarına dikkat etmelidir. Tabi yerli ve milli bir çözüm olduğu için alıcısı az olur.
Umarım bu hastalığı dünyaya bulaştıranlar bu hastalığın tedavisinde kullanılacak ilacı da çabuk piyasaya sürerler de sosyal medya sosyal facia olmaktan kurtulur. Aynı corana virüsü yayanların, aşıyı da bulması gibi dört gözle bekliyoruz.