Bu devirde cehalet mi kaldı diye burun kıvırdığınızı görür gibiyim. Bilgi çağında, bilgi toplumunda yaşadığımız söylenir ki bu doğrudur. Elimizden düşürmediğimiz, akıllı telefonların bir tık ötesinde dünyanın en büyük, en hacimli ansiklopedilerinin yüklü olduğu” Google” ‘la ulaşmak her zaman ve her yerde mümkünken. Aklınıza gelebilecek her türlü bilgiye ulaşabilirsiniz. Ancak bir başka doğruda yaşadığımız çağ aynı zamanda cehalet çağı olduğu gerçeğidir.
Varlık içinde yokluk çağını yaşıyoruz. Her şey zıddıyla kaim derler ya, bu yüzden daha fazla sırıtıyor. Biryanda bilgiye koşanlar var, bir yanda bilgiden kaçanlar var. İki zıt kutup arasında gittikçe mesafeler açılıyor.
Toplumda ki okuma yazma bilenlerin veya bir yüksekokuldan mezun olanların sayısına bakarak bir hüküm veremeyiz. Düşünün, altı yaşında eğitim hayatları başlayan on iki yıl eğitime devam eden öğrencilerin arasından dört işlemi bile yapamayan öğrencilerin düştüğü trajikomik durumu. Ancak ondan daha komiği öğrencilerin düştüğü bu duruma kıkır kıkır gülen onları on iki yıl boyunca eğiten öğretmenlerin durumu.
Dünyanın her yerinde zorunlu eğitime, bilgiye erişim ve bilgiyi yayma alanlarındaki nefes kesici gelişmelere rağmen, cehalet dimdik ayakta durmayı sürdürüyor. İnsanın aklından geçmiyor değil. Bilgi çağında yaşamamıza rağmen, bilinçli olarak cehaletin toplumun belli kesimlerinde devam etmesi tercih mi ediliyor?
Baktığımızda bu soruyu sormamızı haklı çıkaracak gelişmelerde yok değil. Cehaletten kazananlarda var, cehaletin kazandırdığı da var. On sekizinci yüzyıl düşünürü Claude Adrien Helvetiüs şöyle bir gözlemde bulunmuştur: "Bazı politikacılar cehaleti hükümdarın otoritesinin idamesi, tahtının desteği, şahsının güvenliği için münasip görür.”
Öyle olmasa, bir bakıyorsunuz bir bilginin, bir algı yönetime matuf görüntünün aynı tornadan çıkmış gibi milyonlarca insan arasında sorgusuz sualsiz paylaşımını açıklayamayız. Burada bir kazan, kazan modeli işletiliyor. Burada algı yönetimini yapanda kazanıyor, algı yönetimine kanan da kazanıyor. Biri gerçekte ulaşmak istediği hedefine kitleleri payanda yapıyor, diğerleri de bir işe yaradıklarını düşünerek moral ve motivasyon kazanmalarının yanında karşılığını da aldıkları da oluyor.
Cahillerin özgüveni, okumuş üflemiş, düşünenlere nazaran daha yüksek seyrediyor. Siz bir işin başını, sonunu düşünedurun, cahil paldır, küldür dalar. Siz kaybetmekten korkmanız elinizi kolunuzu bağlar iken, cahil dörtnala at koşturur. Siz, kanun, nizam diye sayıklaya durun, cehalet kanunda benim, nizamda benim diye meydan okur. Kim hesap kitap yapanı, mayınlı araziye sürebilir ki. Büyük bir kısmı geçemese de, bazıları o mayınlı arazileri geçer, yeşil otlaklarda yaylanmasına izin verilir. Yaylakları gözü kara birinin koruması gerekir.
Cahil, alttan girer üstten çıkar, bir işi sonuçlandırmak için, ona her yol mubahtır. Yalan söylemek sanat, iftira atmak onun için bir yetenektir. Kasları gelişmiştir, her gücün önünde takla atar, amuda kalkar, riyakârlığın bin bir türlüsünde maharetlidir.
Siz kestirme yolları, hakkınız olmayanı istemeyi, onurunuzu incitecek davranışlara yönelmeyi kendinize ar kabul eder tenezzül etmezsiniz ama cehaletin karşı konulmaz gücü orada devreye girer. Cehaletten nemalananlar ile cehaletiyle geçinenleri uzlaştırır.
Cehalet, adını, şanını, niteliklerini abartır, köpürtür. Paçalarından benlik akar. Reklam kokarlar. Bunlar dolmuşa binerler, asansöre binerler, köşe başlarını havlayarak tutarlar.
Bu arada gerçekten bilgili, yetenekli, alçak gönüllü insanlarda kenarlarda köşelerde keşfedilmeyi, takdir edilmeyi beklerler.
Bu devir ve belki her devir böyleydi. “Bilgi büyük bir mesele; cehalet ise daha büyük ve ilgi çekici .”