Eskiler bazı gazeteler için Boyalı Basın ifadesi kullanırlardı ve bu ifadeyle de aslında kendilerinden olmayan, kendilerine uzak, istediğine racon kesen, hükümet kurup, hükümet yıkan gazeteleri kastederlerdi. Derken rahmetli Özal sayesinde özel televizyonlarla tanıştık ve Boyalı Basın’ın yanına bu özel televizyonlarda eklendi.
Meydan kendilerinin olduğu için ve henüz alternatifleri kurulmadığı için bu özeller, gazeteleriyle birlikte uzun bir süre racon kesme imkanı buldular ve hükümet yıkma/hükümet kurma işinde uzun bir süre etkili oldular. Hatta bunların bazı patronları, “Memleket bizden sorulur” havasında yaşamayı adet edindiler. Ellerindeki basın yayın gücünü kullanarak istedikleri ihalelere girdiler, istedikleri özelleştirmelerde başrolleri oynadılar.
Bu rollerinde o kadar ileri gittiler ki, başbakanları ayaklarına kadar çağırıp özel odalarında nasihat eder oldular. Elleri güçlüydü. İstedikleri zaman istedikleri vesayet odaklarıyla kanka olabiliyorlar, kamuoyunu istedikleri gibi yönlendirebiliyorlardı. Üniversiteler, Odalar, üst düzey STK’lar ellerinin altındaydı ve istediklerini yüceltip istediklerini alçaltabilecek güçleri vardı.
İstedikleri zaman istedikleri kişiyi laiklik tezgahından geçirip yerle bir edebiliyorlar, istedikleri zaman istedikleri cemaati ellerinin içine alabiliyorlardı. Televizyon, gazete insanları yönlendirebilmek için en önemli güç merkezleriydi. İstedikleri gibi programlar yapıyor, saf Anadolu insanını sabahlara kadar ekranları karşısında her türlü yalanlarıyla oyalayabiliyorlardı.
Derken manevi değerlerini ön plana çıkaran bir iki yayın organı çıktı piyasaya. Üstelik bunlar, mevcut basın yayın organlarından memnun olmayan, çoluk çocuğuyla ailece huzur içinde seyredebilecekleri programlar hayal eden insanların maddi manevi yardımlarıyla kurulmuş yayın organlarıydı. Ne var ki, bu yayın organlarının da yetişmiş habercileri , programcıları yoktu ve genelde aksiyondan uzak, daha ziyade mistik hikayelerden oluşan “uçan evliya” muhabbetleriyle ekranları dolduruyorlardı.
Derken üzerinden yıllar geçti ve Recep Tayyip Erdoğan denen bir delikanlı meydana çıkarak, bu Boyalı Basın gerçeğine rağmen, onların her türlü defansına rağmen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Hikayeyi herkes bildiği için fazla detaya girmeden Basın yayın yönüyle ele almak istiyorum. Evet, İstanbul gibi bir şehirde ve hiç kimsenin beklemediği bir şekilde belediye başkanlığı koltuğuna oturan Recep Tayyip Erdoğan, şayet başarısız olsaydı bu Boyalı Basın tayfası göbek atacaktı ama olmadı. Başkan Tayyip Erdoğan, hiç kimsenin tahmin bile edemeyeceği bir iradeyle işini yaparak her açıdan İstanbul’u ayağa kaldırdı.
Boyalı basın bu durumdan son derece rahatsızdı ve bir an evvel bu isimden kurtulmak zorundaydı. Çünkü onlara göre bu adam biraz daha görevinin başında kalırsa kendilerine göre ülke elden gidebilirdi. Kader bu ya Başkan Recep Tayyip Erdoğan, ziyarete gittiği Hanımı Emine Erdoğan’ın memleketinde okuduğu bir şiir yüzünden başkanlıktan alındı, yargılandı ve hüküm giydi.
Boyalı basın, göbek atmaya başlamıştı ve “Artık Muhtar Bile Olamaz” diye alaylı manşetler atmayı ihmal etmedi. Aslında dertleri Recep Tayyip Erdoğan değildi, Recep Tayyip Erdoğan ismi üzerinden vatandaşa “Akıllı olun!” kabilinden aba altından sopa gösteriyorlardı. Çünkü onlara göre aptal vatandaş, onlar ne gösterirse ona inanmalı, onlar ne derse onu yapmalı, onlar kimi gösterirse ona oy vermeliydi.
Kader bu ya, o muhtar bile olamaz dedikleri adam gün geldi Başbakan oldu, ülkeyi düştüğü çukurdan çıkardı. Bununla da yetinmedi ve gelişmesini engellemek, ilerlemesini durdurmak, koşmasına mani olmak üzere ülkenin üzerine geçirilmiş adına parlamenter sistem dedikleri deli gömleğini halkın oylarıyla yırtıp attı.
Bu arada başka şeyler de oldu tabii. O kızları okullardan mahrum edilmiş garip Anadolu insanı varlığının anlamını hissetti. Oyunun değerini hissetti. Kız evlatları okudu, söz sahibi oldu. Hatta bununla da kalmadı, hesap sormaya başladılar. Bir köşeye sinmediler, bütün sindirilmişliklerini bir kenara bırakıp, memleketin her sahasında varlıklarını hissettirdiler.
Geçen gün bunlardan birini seyrettim televizyonda. Tam bir Dişi Kaplan. Habertürk’te canlı yayında arkasından atıp tutanlara seyirci kalmamış ve televizyona bağlanmak istemişti. Bağlandı da. Aman Allah’ım o nasıl bağlanmak, Habertürk’ü de Programcı Hökenek’i de programda hakkında atıp tutan Caymaz’ı da asfalta çevirip üstlerinden tırla geçti. O kadar ki, bütün basın özgürlüklerini bir tarafa bırakan Habertürk Hilal Kaplan’ı programdan almak zorunda kaldı.
Hey hat! Nereden Nereye!!!
Emeği geçen herkesten Allah razı olsun vesselam!!!