Erbil Neresi, Erbil'de Referandum Sonuçları

Erbili Barzani mi aldı. Erbil nerede. Bugünkü yapılan referandum sonuçlarında Erbilin son durumu ne Tüm detaylar haberimizde.

Erbili Barzani mi aldı. Erbil nerede. Bugünkü yapılan referandum sonuçlarında  Erbilin son durumu ne Tüm detaylar haberimizde. 

Kuzey Irak'ta bağımsızlık referandumu için oy kullanan Erbilli seçmenler, sokaklarda konvoylar oluşturarak referandumu kutladı.

Bağımsızlık referandumu için oy kullanılan Erbil'de seçmenlerden bazıları konvoylar oluşturarak referandumu kutladı. Yerel saatle 08.00 sıralarında başlayan ve 18.00'de sona ereceği açıklanan oy verme işlemi saat 19.00'a çekilerek bir saat daha uzatılmıştı.

Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti ve en büyük şehri. Şehrin nüfusu 1,1 milyon civarındadır[1] . Nüfus Kürtler, Türkmenler, Araplar, Keldani ve Süryani Hıristiyanlardan oluşur.

Erbil, 90'lı ve 2000'li yılları arasında küçük bir köy görünümünü andırıyordu. 2003 yılında Irak Savaşı'nın başlamasıyla, Erbil petrol ihracatını da etkileyerek çökmesine yol açmasından uzun bir süre sonra 2005'te Erbil'de tekrar petrol bulunarak ihraç edilmeye başlandı. Irak Savaşı'nın ardından ABD'nin bölgeden çekilmesinden sonra Erbil, 30 Ocak 2005'te Erbil, Duhok, Süleymaniye ve Halepçe illerinden Parlamenter cumhuriyet bir federasyon yapılanması ile birleşerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nı kurdular. Bölgede tekrar petrolün bulunmasından sonra Erbil'nin geliri devamlı ve hızla yükseldi ve şehir bir ticaret, alışveriş ve turizm kenti haline geldi. Erbil, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin en yüksek nüfusuna ve Süleymaniye'den sonra ikinci en geniş yüzölçümüne (15.074 km²) sahip ilidir. Erbil ve Süleymaniye ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin metropol alanını oluşturmaktadırlar. Bugün, Erbil Ortadoğu ve Basra Körfezine kıyısı olan ülkeler ile birlikte sürekli gelişen dünya çapında bir kent olarak ticari ve kültürel bir merkez, kozmopolit bir metropol kentidir. Erbil ekonomisi tarihsel olarak petrol sanayisi üzerine kurulmuş olsa da, Erbil şehri yürüttüğü turizm ve havayolları alanında önemli gelir kalemlerini oluşturmuştur. Erbil son zamanlarda geniş ölçekli inşaat projeleri ile dünyanın ilgisini çekmektedir. Erbil, çok sayıda gökdelen ve yüksek binaları, iddialı bir proje olan insan yapımı Divan Erbil oteli, Erbil Rotana, yenilenen Erbil Kalesi, birçok alışveriş merkezleriyle bölgenin ve dünyanın en geniş ölçekli alışveriş merkezleriyle bir sembol durumuna gelmiştir. Yükselen bu ekonomisiyle dünyadan bir işgücünü çekmiştir. Erbil, en pahalı kentler sıralamasında Ortadoğu'da önemli bir konumdadır. Erbil, Ortadoğu'da yaşanabilecek en iyi kentler arasındadır

Asurlular zamanında Arba-ilu, Arbela; eski İran kaynaklarında Arbira olarak geçen ve gelişmiş bir kent olan Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuştur. Musul, Altınköprü, Bağdad-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali'nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuştur.

Muzafferüddin Kökböri devrinde (1136-1190) imar edilen Erbil, iki kısımda gelişmiştir. Aşağı Erbil nehir kenarında, geniş bir vadide yayılırken, Yukarı Erbil tepe üzerinde kale içine sıkışıp kalmıştır. Kalenin surları, eski kalıntıları üzerine Kökböri tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Kökböri'nin evlâdı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasî halifesine kalan Erbil, Moğol istilâsından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamıştır. 1731'de, Nadir Şah'a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş, 1849'da esaslı bir şekilde tamir edilmiştir. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yüzyıl başlarına kadar Bağdat'a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiştir.

Kökböri, devletinin ve saltanatının küçük olmasına rağmen, İslâm dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Selahaddin Eyyubi'nin generali olarak haçlılara karşı Hıttin Savaşı dahil savaşmıştır. Aşağı Erbil'de yüksek minareli bir ulu cami, bir medrese, dört dârûl-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimari eserlerle donatmıştır.

Ulaşım yollarının kavşak noktasında bulunan Erbil, 12-15. yüzyıllarda büyük bir ticaret merkezi durumundaydı. 1309 (Rumi) Musul Salnamesi'ne göre, 4.000 nüfuslu kaza merkezinde, 2 cami, 10 mescid, 6 medrese, 5 sıbyan mektebi, 5 dârûl-aceze, 1 kışla ve 3 hamam bulunuyordu(4). Bugün Aşağı Erbil harabe halinde olup bir tek minare ayakta kalmıştır. Yukarı Erbil, kale içinde hâlâ 18. yüzyıl hayatı yaşamaktadır. Kale içindeki Kale Camii, Hacı Molla İbrahim Camii, Ömerağa Medresesi ile Şeyh Şerif Tekkesi halen kullanılmaktadır.

TARİHİ

Asurlular zamanında Arba-ilu, Arbela; eski İran kaynaklarında Arbira olarak geçen ve gelişmiş bir kent olan Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuştur. Musul, Altınköprü, Bağdad-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali'nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuştur.

Muzafferüddin Kökböri devrinde (1136-1190) imar edilen Erbil, iki kısımda gelişmiştir. Aşağı Erbil nehir kenarında, geniş bir vadide yayılırken, Yukarı Erbil tepe üzerinde kale içine sıkışıp kalmıştır. Kalenin surları, eski kalıntıları üzerine Kökböri tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Kökböri'nin evlâdı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasî halifesine kalan Erbil, Moğol istilâsından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamıştır. 1731'de, Nadir Şah'a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş, 1849'da esaslı bir şekilde tamir edilmiştir. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yüzyıl başlarına kadar Bağdat'a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiştir.

Kökböri, devletinin ve saltanatının küçük olmasına rağmen, İslâm dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Selahaddin Eyyubi'nin generali olarak haçlılara karşı Hıttin Savaşı dahil savaşmıştır. Aşağı Erbil'de yüksek minareli bir ulu cami, bir medrese, dört dârûl-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimari eserlerle donatmıştır.

Ulaşım yollarının kavşak noktasında bulunan Erbil, 12-15. yüzyıllarda büyük bir ticaret merkezi durumundaydı. 1309 (Rumi) Musul Salnamesi'ne göre, 4.000 nüfuslu kaza merkezinde, 2 cami, 10 mescid, 6 medrese, 5 sıbyan mektebi, 5 dârûl-aceze, 1 kışla ve 3 hamam bulunuyordu(4). Bugün Aşağı Erbil harabe halinde olup bir tek minare ayakta kalmıştır. Yukarı Erbil, kale içinde hâlâ 18. yüzyıl hayatı yaşamaktadır. Kale içindeki Kale Camii, Hacı Molla İbrahim Camii, Ömerağa Medresesi ile Şeyh Şerif Tekkesi halen kullanılmaktadır.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, ERBİL İÇİN NELER SÖYLEDİ

Birleşmiş Milletler (BM) 72. Genel Kurulu görüşmeleri, 120'den fazla devlet ya da hükümet başkanının katılımıyla başladı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, BM Genel Kurul Salonu'nda, BM 72. Genel Kurulu Genel Görüşmeleri Açılışı'nda yer alarak, Genel Kurul'a hitap etti.

Konuşmasına, "Birleşmiş Milletler 71'inci Genel Kurul Başkanı sıfatıyla geçtiğimiz yıl boyunca yürüttüğü başarılı çalışmalar için Sayın Peter Thomson'a teşekkür ediyorum. Genel Kurul Başkanlığını devralan Sayın Miroslav Layçak'ı da özellikle tebrik ediyorum" diyerek başlayan Erdoğan, "İnsana Odaklanmak: Sürdürülebi̇li̇r bi̇r dünyada herkes i̇çi̇n barış ve i̇nsanca yaşama mücadelesi' temasıyla toplanan bu yılki Genel Kurulumuzun tüm dünya halkları için hayırlara vesile olmasını diliyorum" ifadesini kullandı.

Erdoğan, Genel Kurul'da bulunanlara "Sayın Başkan, değerli delegeler, geçtiğimiz yıl bu salonda sizlerle birlikte oluşumuzun üzerinden geçen sürede maalesef, küresel barış ve istikrar daha da geriye gitmiştir. Terörün ve savaşın çirkin yüzünü, dünyanın farklı köşelerinde görmeye devam ediyoruz" sözleriyle seslendi.

Çatışma ortamlarından beslenen teröristlerin, faaliyetlerini muhtelif bölgelere yayarak sürdürdüğünü belirten Erdoğan, yabancı düşmanlığının, kültürel ırkçılığın ve İslam karşıtlığının etrafında buluşan radikal akımların, şiddet dolu eylemlerini endişeyle takip ettiklerini dile getirdi.

Erdoğan, bu olumsuz tabloyu tersine çevirmenin en etkili yolunun, bu çatı altında gerçekleştirilecek samimi iş birliği olacağına vurgu yaparak, "Dünya barışı için yeni bir bakış açısı geliştirmeye ihtiyacımız var. Hiçbir kriz ve hiçbir tehdit, kendi haline bırakılarak çözülemez. Daha güvenli ve müreffeh bir dünya için hepimizin elini taşın altına koyması gerekiyor. Türkiye, işte bu anlayışla girişimci ve insani bir dış politika yürütüyor" değerlendirmesinde bulundu.

"SURİYE HALKINI, MAALESEF ULUSLARARASI TOPLUM YALNIZ BIRAKMIŞTIR"

Yedinci yılına giren Suriye ihtilafının, ülkede, bölgede ve tüm dünyada derin yaralar açtığına işaret eden Erdoğan, konuşmasına şöyle devam etti:

"Suriye'de siviller ve günahsız yavrularla birlikte bir medeniyet de yok ediliyor. Bu ülkeyi yerle bir eden, istikrarsızlığın ve zulmün beslediği terör, sınırları aşarak bir kanser gibi yayılıyor. Demokrasi, özgürlük, adalet, aydınlık bir gelecek talebiyle harekete geçen Suriye halkını, maalesef uluslararası toplum yalnız bırakmıştır. Biz Türkiye olarak, hangi kökenden, hangi meşrepten olursa olursun hepsini de kardeşimiz olarak gördüğümüz, derin tarihi ilişkilerle bağlı olduğumuz bu insanların yaşadıkları trajediye kayıtsız kalamazdık."

Erdoğan, Suriye'de çatışmaların başladığı 2011 baharından beri sorunun çözümü için her türlü insani ve siyasi gayreti gösterdiklerini vurgulayarak, Türkiye'nin 3 milyonun üzerinde Suriyeli ile 200 binin üzerinde Iraklı sığınmacıya ev sahipliği yaptığını anlattı.

Ülkede kalıcı bir ateşkesin sağlanması ve barışın tesisi için Rusya ve İran ile tüm kesimlerin katılımıyla Astana toplantılarını başlattıklarına dikkati çeken Erdoğan, bu girişimlerin ardından uzun zamandır tıkanmış olan Cenevre Süreci'nin de yeniden canlandığını söyledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Astana'da varılan mutabakat çerçevesinde İdlib bölgesinin güvenliğe kavuşturulmasıyla ilgili yeni bir planı hayata geçireceklerini bildirerek, "Ülkenin toprak bütünlüğü esasına dayanan, halkın demokratik taleplerine saygı duyan, istikrarlı ve müreffeh bir Suriye'nin inşası yolunda atılacak her adımın destekçisiyiz" diye konuştu.

"AB, SADECE 820 MİLYON AVROSUNU GÖNDERDİ"

Suriye krizinin başlamasıyla Türkiye'ye gelen sığınmacılar ve Avrupa'ya yönelen mülteci akınının önüne geçmek için her türlü tedbiri aldıklarını ve almaya devam edeceklerini belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, barınmadan gıda ve giyime, sağlık hizmetinden eğitime kadar sığınmacıların tüm ihtiyaçlarını, Türkiye'yi ziyaret eden herkesin takdirini kazanan bir standartta karşıladıklarını ifade etti.

Erdoğan, ancak bu doğrultuda yürüttükleri çalışmalara Avrupa Birliği (AB) başta olmak üzere uluslararası toplumdan yeterli desteği alamadıklarını özellikle belirtmek istediğinin altını çizdi.

Türkiye'deki kamplarda ve şehirlerde yaşayan sığınmacıların ihtiyaçlarını karşılamak için kamunun, sivil toplum kuruluşlarının ve halkın yaptığı harcamaların tutarının 30 milyar doları bulduğunu bildiren Erdoğan, "Buna karşılık, Avrupa Birliği söz verdiği 3 milyar avro artı 3 milyar avro yardımın sadece 820 milyon avrosunu göndermiştir. Uluslararası toplumdan Birleşmiş Milletler aracılığıyla gelen yardımların tutarı da 520 milyon dolar civarındadır" ifadesini kullandı. 

Erdoğan, Suriyeli sığınmacılar için gelen yardımların Türkiye'nin bütçesine girmediğini, bunların sadece Birleşmiş Milletlerin ilgili kurumları üzerinden yardım kuruluşları aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldığını belirtti.

"MAĞDUR VE MAZLUM DURUMA DÜŞMÜŞ HERKESİN YARDIMINA KOŞUYORUZ"

"Buradan tüm dünyanın huzurunda, topraklarında barındırdığı 3,2 milyon sığınmacının tüm yükünü Türkiye'nin omuzlarına bırakan ülkeleri ve uluslararası kuruluşları, verdikleri sözlere tutmaya davet ediyorum." ifadesine yer veren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti:

"Esasen Türkiye, dünya çapında insani yardım ve kalkınma yardımı faaliyetleri yürüten bir ülkedir. Sadece ülkemize gelen sığınmacılara kucak açmakla kalmıyoruz. TİKA, AFAD, Kızılay gibi kurumları ve çeşitli sivil toplum örgütleri aracılığıyla dünyanın neresinde olursa olsun mağdur ve mazlum duruma düşmüş herkesin yardımına koşuyoruz. Örneğin Türkiye, Somali'nin yeniden yapılandırılması için resmi kurumları ve sivil toplum örgütleri aracılığıyla 1 milyar dolarlık bir kaynak kullanmıştır. Somali konusunda yaptığımız çalışmalar ve elde ettiğimiz sonuçlar, gerçekten benzer çalışmalara örnek olacak düzeydedir. 

Kesinleşen OECD istatistiklerine göre ülkemiz, 2016 yılında yaptığı 6 milyar dolarlık insani kalkınma yardımlarıyla, bu alanda rakam olarak dünyada ikinci sırada, milli gelirine oranla da ilk sırada yer almaktadır. Halbuki Türkiye, dünyanın en büyük 17'nci ekonomisidir. Gerçekleştirdiği insani kalkınma yardımları milli gelirinin binde 8'ine ulaşan Türkiye, bu çerçevede Birleşmiş Milletler hedeflerini tutturabilen 6 ülkeden biri olmuştur."

Erdoğan, görüldüğü üzere Türkiye'nin, Genel Kurul'un ana mesajını oluşturan "Sürdürülebilir bir dünya" hedefi için tüm gücüyle çalıştığının, ilerleyen süreçte de bu hassasiyetlerle yoluna devam edeceğinin altını çizdi.

"DÜNYANIN YENİ DEAŞ'LARIN TEHDİDİ ALTINA GİRMESİ KAÇINILMAZDIR"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin, Suriye ve Irak'taki istikrarsızlıktan beslenen DAEŞ ve PKK gibi bölgenin en eli kanlı terör örgütleriyle kıyasıya bir mücadele içinde olduğunu vurguladı. Erdoğan, bunun yanında, ülkenin meşru, demokratik rejimini kanlı bir darbeyle değiştirmeye teşebbüs eden FETÖ terör örgütüyle de mücadelesinin devam ettiğini belirtti.

Erdoğan, DAEŞ'in, Türkiye'nin sınırlarına yönelik saldırılarına karşı Suriye'de başlattıkları Fırat Kalkanı Harekatı'yla, 243 meskun mahali ve 2 bin kilometrekarenin üzerinde toprağı örgütten temizledikleri bilgisini paylaştı.

Bu operasyon sırasında 3 bine yakın DAEŞ militanının etkisiz hale getirildiğini bildiren Erdoğan, teröristlerden temizlenilen bölgeye 100 bine yakın Suriyelinin geri dönerek yerleştiğini söyledi.

Erdoğan, Fırat Kalkanı Operasyonu'nun, bölgenin işgalinden bu yana DAEŞ'e karşı elde edilen en büyük başarı olduğunu dile getirerek, şunları kaydetti:

"Şu gerçeği huzurlarınızda ifade etmek durumundayım, Bölgede, 'DEAŞ'a karşı mücadele verdiğini' söyleyen grupların ve güçlerin büyük bir bölümünün kesinlikle böyle bir amacı yoktur. Bu gruplar ve güçler, DEAŞ'ı kendi gündemlerini hayata geçirmek için bir araç olarak kullanıyor. PYD-YPG'nin, Suriye'de ele geçirdiği bölgelerde demografik yapıyı değiştirme, halkın mallarına el koyma, kendisine karşı çıkanları öldürme veya sürgün etme yönündeki çabaları insanlık suçudur. DEAŞ'la mücadele meşru bir zeminde yürütülmediği takdirde, dünyanın yeni DEAŞ'ların tehdidi altına girmesi kaçınılmazdır. 

Benzer yaklaşımlar, Irak'ta da söz konusudur. Irak'ın da toprak bütünlüğü temelinde varılacak uzlaşmalara ve ortak gelecek inşa etme ideallerini hayata geçirmeye ihtiyacı vardır. Bağımsızlık talepleri gibi, bölgede yeni krizler, yeni çatışmalar ortaya çıkartabilecek adımlardan uzak durulması gerekiyor. Buradan, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'ni, bu doğrultuda başlattığı girişimden vazgeçmeye davet ediyoruz. Türkiye'nin bu konudaki çok açık ve kararlı tavrını görmezden gelmek, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'ni elindeki imkanlardan da edecek bir sürecin önünü açabilir. Yeni çatışmaların fitilini ateşlemek yerine, hep birlikte bölgede huzuru, barışı, güvenliği, istikrarı tesis için çalışmalıyız.

"ULUSLARARASI TOPLUM ARAKAN'DA İYİ BİR SINAV VEREMEMİŞTİR"

Bölgede DEAŞ'a karşı mücadele verdiğini söyleyen grupların ve güçlerin büyük bir bölümünün kesinlikle böyle bir amacı yoktur. Bu gruplar ve güçler DEAŞ'ı kendi gündemlerini hayata geçirmek için bir araç olarak kullanıyor. PYD, YPG'nin Suriye'de ele geçirdiği bölgelerde demografik yapıyı değiştirme, halkın mallarına el koyma, kendisine karşı çıkanları öldürme veya sürgün etme yönündeki çabaları insanlık suçudur. DEAŞ'la mücadele meşru bir zeminde yürütülmediği takdirde dünyanın yeni DEAŞ'ların tehdidi altına girmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası toplum tıpkı Suriye'de olduğu gibi Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı insani dram konusunda da iyi bir sınav verememiştir. Şayet Myanmar'da yaşanan bu trajedinin önüne geçilmezse insanlık tarihi yeni bir kara lekenin utancıyla baş başa kalacaktır.

Tüm bu gelişmeler ve yaşanan insani trajediler, Türkiye olarak 'Dünya 5'ten büyüktür' diyerek sembolleştirdiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yeniden yapılandırılması çağrımızın haklılığını teyit ediyor. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesinde ne kadar geç kaldığımızın da bu ifadesidir.

Tüm dünyanın temsilcileri sıfatıyla bu çatı altında bir araya gelen bizler, terör örgütlerinin cinayetlerine, insani krizlere ve mağduriyetlere engel olacak bir irade ortaya koyamazsak o zaman herkes başının çaresine bakmanın yollarını arar. Bu anlayışın yaygınlaşması durumunda dünyamız yeni bir kaos ve zulüm fırtınasının içine sürüklenir."

Suriye ve Irak'ın yanında, Libya ve Yemen gibi terör örgütlerinin etkinlik kurma çabası içinde bulunduğu bölgelerin de yakından takip edildiğini belirten Erdoğan, Libya'daki meşru yönetimin uluslararası toplum tarafından desteklenmesinin, ülkenin istikrarına önemli katkı sağlayacağını söyledi.

Erdoğan, Suriye ve Irak'ta yapılan yanlışların Libya'da tekrarının, Avrupa başta olmak üzere tüm dünyayı çok daha büyük tehditlerle karşı karşıya bırakacağının unutulmaması gerektiğini vurguladı.

Üzerinde hassasiyetle durdukları bir başka meselenin de Körfez bölgesinde baş gösteren ihtilafın bir an önce çözümü olduğuna dikkati çeken Erdoğan, "Bunun için öncelikle Katar halkının hayat şartlarını olumsuz etkileyen yaptırımların kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Kuveyt Emiri Şeyh Sabah'ın krizin çözümüne ilişkin arabuluculuk çabalarını desteklediğimizi burada ifade etmek isterim. Temennimiz bu gayretlerin olumlu sonuç vermesidir." ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Körfez bölgesinin ağabeyi" olarak gördükleri Suudi Arabistan'ın da sorunun çözümü yönünde samimi irade göstereceğini ümit ettiklerini kaydetti.

Bir başka önemli sıkıntının, dünyanın kanayan yarası olarak gördükleri "Filistin meselesi" ve buna bağlı olarak "Kudüs ile Harem-i Şerif'in tarihi statüsünün korunması" hususu olduğuna işaret eden Erdoğan, temmuzda Harem-i Şerif'te yaşanan krizin, sorunun ne kadar hassas olduğunu gösterdiğini bildirdi.

Erdoğan, barış sürecinin devamının ancak İsrail'in yasa dışı yerleşim faaliyetlerini derhal durdurması ve 2 devletli çözüm doğrultusunda adımlar atmasıyla mümkün olduğunu vurgulayarak, sözlerini şöyle sürdürdü: 

"Bu çerçevede, uluslararası toplumu Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze'deki Filistinli kardeşlerimize, bağımsız ve coğrafi bütünlüğe sahip Filistin Devleti mücadelelerinde destek olmaya davet ediyorum.

Bir başka potansiyel kriz alanı olan Balkanlar, her ne kadar çatışma ortamı yoksa da hala çok ciddi sınamalarla karşı karşıya bulunan bir coğrafyadır. Balkan ülkelerinin, Avrupa-Atlantik kurumlarıyla bütünleşmelerine büyük önem veriyoruz. Dünyanın bu müstesna bölgesinde barışın, istikrarın ve refahın hakim olması için üzerimize düşen görevleri yerine getirmeyi sürdüreceğiz.

Güney Kafkasya'da Azerbaycan ve Gürcistan'ın toprak bütünlüğünün sağlanması, bölgesel istikrarın özellikle anahtarıdır. Bu nedenle Yukarı Karabağ, Abhazya ve Güney Osetya ihtilaflarının çözümü için çok daha fazla gayret göstermeliyiz."

"NÜKLEER SİLAHLARIN HER ÇEŞİDİNE KARŞIYIZ"

Bugün görmezden gelinen her krizin, yarın bölgesel ve hatta küresel bir çatışmanın fitilini ateşleme potansiyeline sahip olduğunun asla unutulmaması gerektiğini dile getiren Erdoğan, "Bu çerçevede son günlerde dünya gündemini giderek daha yoğun şekilde meşgul eden nükleer silahların her çeşidine karşı olduğumuzu da özellikle belirtmek istiyorum. Dünyayı nükleer silah belasından tümüyle temizlemeden bu tür sorunların üstesinden gelemeyeceğimiz açıktır." ifadelerine yer verdi. 

Kıbrıs'ta 2008'de başlayan kapsamlı müzakere sürecinin, Rum tarafının anlaşılmaz tutumu sebebiyle sonuçsuz kalmasından üzüntü duyduklarını belirten Erdoğan, "Doğu Akdeniz'de son yıllarda keşfedilen doğal kaynakların bölgenin barışına, istikrarına ve refahına hizmet etmesi için elimizden geleni yapıyoruz, yapacağız. Kıbrıs Türklerinin haklarına saygı gösteren çözüm tekliflerini değerlendirmeye hazırız" diye konuştu.

"İNSANİ DRAM KONUSUNDA DA İYİ BİR SINAV VEREMEMİŞTİR"

Erdoğan, dünyanın, tüm bu küresel ve bölgesel sorunlarla mücadele ederken, birkaç hafta önce Myanmar'dan aldığı acı haberlerle bir kez daha irkildiğini vurguladı.

Myanmar'ın Arakan bölgesindeki Müslüman toplumun, provokatif terör eylemleri bahane edilerek, adeta bir etnik temizlik yapıldığına dikkati çeken Erdoğan, şöyle devam etti:

"Zaten çok büyük bir yoksulluk ve sefalet içinde yaşayan, vatandaşlık hakları dahi ellerinden alınmış olan Arakan Müslümanlarının köyleri yakılmakta, yüz binlerce insan bölgeden ve ülkeden göçe zorlanmaktadır. Bölgeden göç eden insanların yönlendirildiği Bangladeş'teki kamplar, asgari insani ihtiyaçları dahi karşılayabilecek durumda değildir.

Uluslararası toplum, tıpkı Suriye'de olduğu gibi, Arakan Müslümanlarının maruz kaldığı insani dram konusunda da iyi bir sınav verememiştir. Şayet, Myanmar'da yaşanan bu trajedinin önüne geçilmezse, insanlık tarihi yeni bir kara lekenin utancıyla baş başa kalacaktır. Asıl olan, Bangladeş başta olmak üzere, ülke dışına sığınan Arakan halkının asırlardır yaşadıkları kendi topraklarında güven, huzur ve refah içinde hayatlarını sürdürebilmelerini temin etmektir. Türkiye olarak bu krizin çözümü için de gayret ediyoruz"

"O ZAMAN HERKES BAŞININ ÇARESİNE BAKMANIN YOLLARINI ARAR"

Kazakistan'ın başkenti Astana'da, İslam İşbirliği Teşkilatının toplantısı vesilesiyle katılımcı ülkelerle bu konuda özel bir oturum gerçekleştirdiklerini anımsatan Erdoğan, "Eşim, oğlum, Dışişleri Bakanımız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanımızı Bangladeş'e o kampları yerinde görmeye gönderdik ve orada yaptıkları ziyaretle gıda, ilaç, giyim bu tür destekler ve ikinci etabını da takip ediyoruz, bu desteklerimiz devam edecek" dedi.

BM binasında bugün de İslam İşbirliği Teşkilatı Rohingya Temas Grubu toplantısının yapılacağını kaydeden Erdoğan, "Ülkemizin resmi kalkınma yardım kuruluşu olan TİKA Myanmar'da yardım faaliyeti yürütebilen tek organizasyon durumundadır. Ayrıca AFAD, Kızılay, Diyanet Vakfı ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarımız, Bangladeş ve diğer ülkelerde mağdur durumda bulunan Arakanlı Müslümanlara insani yardım ulaştırma faaliyetlerini sürdürüyor" şeklinde konuştu.

Erdoğan, ilgili ülkelerin gereken imkanları sağlaması halinde, yardım faaliyetlerini daha kapsamlı şekilde sürdürmek istediklerini anlattı.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ile de bu konuları görüştüklerini bildiren Erdoğan, "Şimdi ise bu adımları süratle atmanın hazırlığı içindeyiz" şeklindeki görüşünü paylaştı.

"ARTIK 2. DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÜNYA YOK, DÜNYA ÇOK DEĞİŞTİ"

Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu değerlendirmelerde bulundu: 

"Tüm bu gelişmeler ve yaşanan insani trajediler, Türkiye olarak 'Dünya 5'ten büyüktür.' diyerek sembolleştirdiğimiz Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin yeniden yapılandırılması çağrımızın haklılığını teyit ediyor. Aynı zamanda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesinde ne kadar geç kaldığımızın da bu ifadesidir.

Tüm dünyanın temsilcileri sıfatıyla bu çatı altında bir araya gelen bizler, terör örgütlerinin cinayetlerine, insani krizlere ve mağduriyetlere engel olacak bir irade ortaya koyamazsak, o zaman herkes başının çaresine bakmanın yollarını arar. Bu anlayışın yaygınlaşması durumunda dünyamız yeni bir kaos ve zulüm fırtınasının içine sürüklenir. Batı ülkeleri yabancı düşmanlığı, ırkçılık, İslam karşıtlığı gibi eğilimleri engellemezse, kriz bölgelerindeki ülkeler, terör örgütleriyle ve yoksullukla kararlı bir şekilde mücadele etme iradesi ortaya koymazsa ve hep birlikte bunların tamamı için iş birliği yapmazsak sürdürülebilir bir dünyada herkes için barış ve insanca yaşama ideallerimize nasıl ulaşabiliriz?

Mülteciler Yüksek Komiserliği döneminde yakın iş birliği içinde olduğumuz Sayın Genel Sekreterin, bu doğrultuda yürüttüğü çalışmaları destekliyoruz. Mevcut yapısıyla insanlığın hayrına somut adım atma kapasitesi kalmamış olan bu çarpık sistemin devamında ısrar etmek, kimsenin faydasına değildir."

Güvenlik Konseyinin demokratik, şeffaf, adil ve etkin yapıya kavuşmasını istediklerini ifade eden Erdoğan, Konseyin, tamamı aynı hak ve yetkilere sahip, her yıl 10'u yenilenmek suretiyle hepsi de 2 yıl görev yapan 20 üyeden oluşan bir yapıya kavuşturulması teklifinde bulunduklarını söyledi.

Böylece dünyadaki ülkelerin tamamının, sıraları geldikçe bu önemli kurumda söz sahibi olacağına işaret eden Erdoğan, "Artık 2. Dünya Savaşı sonrası dünya yok, dünya çok değişti. Öyleyse sadece 5 daimi üyeyle idare edilen bir dünya değil, tüm dünya ülkelerinin görev aldığı dünya ülkeleriyle idare edilen bir Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin insanlığın vicdanı olacağına inanıyoruz" ifadelerini kullandı. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle tamamladı:

"Sözlerime son verirken, yüzümüzün ve gözlerimizin rengi ne olursa olsun, gözyaşlarımızın aynı olduğunu hatırlatmak istiyorum. Sizleri, dünyanın farklı köşelerinde akan gözyaşlarını dindirmek amacıyla bir an evvel harekete geçmeye çağırıyorum. 72'nci Genel Kurul çalışmalarının, bu doğrultuda yapacağımız çalışmalara katkıda bulunacağını ümit ediyorum. Bu duygularla, insanlığın ortak parlamentosu olan bu çatı altında özellikle tüm ülkeleri ve halkları, şahsım ve ülkem adına sevgiyle, saygıyla selamlıyorum." ​
 

Gündem Haberleri