Filistin Nerede | Kudüs Hangi Ülkeye Ait

İsrail'in kanla beslediği coğrafya olarak adlandırılan Filistin nerede? Filistin'in başkenti neresi? Kudüs daha önce nerenin başkentiydi? İsrail neden Filsitini Başkent yapmak istiyor? Tüm detayları haberimizden ulaşabilirsiniz?

Resmi adı: Filistin Ulusal Otoritesi (Filistin Özerk Yönetimi)
Başkent: Kudüs
Nüfusu: 3.512.062 (Batı Şeria 2.237.194 Gazze 1.274.868).
Yüzölçümü: 10.435 km2 (1948 öncesi İngiliz işgali döneminde Filistin topraklarının toplam yüzölçümü 27.000 km2’dir.)
Önemli Şehirleri: Kudüs, Ramallah, Nablus, Beytüllahim, El Halil, Cenin, Refah.
Din: %85 Müslüman, %5 Hıristiyan, %10 Yahudi.
Dil: Arapça, İbranice.

Coğrafi Konum

10.435 km2’lik yüzölçümüne sahip olan Filistin, Akdeniz’in doğusunda, Ürdün’ün batısında ve Lübnan’ın güneyinde yer almaktadır. En önemli akarsuları Şeria nehri olarak da adlandırılan Ürdün nehri ile Yermük nehridir. İsrail işgali altındaki Filistin topraklarıyla Ürdün toprakları arasında sınır oluşturan Ürdün ırmağının doğusu Doğu Yaka, batısı Batı Yaka (Batı Şeria) olarak adlandırılır. Her iki yaka da tarıma elverişli düzlüklerden oluşmaktadır. Ürdün ırmağı, batısı işgal altında, doğusu Ürdün’ün elinde olan Lut gölüne akar. Ölü Deniz olarak da adlandırılan Lut Gölü tuz ve fosfat bakımından zengindir.

Sosyal Yapı ve Filistin Kimliği

Batı Şeria ve Gazze bölgelerinden oluşan Filistin’de sosyal yapı birbirinden kısmen farklıdır. Batı Şeria’da toplumun etnik olarak %83’ünü Filistinli Araplar oluştururken, geri kalan %17’lik oranı Yahudi nüfus teşkil etmektedir. Dini açıdan nüfusun %75’i Müslüman, %17’si Yahudi ve %8’i de Hıristiyan ve diğer din mensuplarından oluşmaktadır. Dil açısından bakıldığında ise, etnik yapıya uygun olarak Filistinli Arapların tamamına yakını Arapça, Yahudiler İbranice ve İngilizce konuşmaktadır.

Yahudi işgalinden kısmen korunmuş olan Gazze Şeridi’nde ise nüfusun % 99.4’ünü Araplar, % 0.6’sını ise Yahudiler oluşturmaktadır. Bölgede yaşayan halkın %98.7’si Müslüman, %0.7’si Hıristiyan ve %0.6’sı ise Yahudi’dir.

Ekonomik Durum

1948 öncesi Filistin topraklarında ekonomik dengeler büyük oranda Filistinliler lehine bir görünüm arz ediyordu. Bu tarihte bölgede tarımsal üretimde kullanılan özel mülkiyet oranlarına göre, Filistinli Arapların sahip olduğu tarımsal alan 24.670.000 dönümü bulurken, Yahudilerin sahip olduğu tarımsal üretim alanı ise sadece 1.514.000 dönüm idi. Yahudilerin ekonomik refahı ile Filistinli Araplarınki arasındaki fark karşılaştırılamayacak kadar büyüktü. Endüstriyel açıdan bakıldığında da, İngiliz sömürge yönetiminin işgalinin başlarında yapılan bir istatistik, 1927 yılında Filistin’de 1236 endüstriyel yatırımın bulunduğunu, üretim tesislerinin %75’inin Filistinlilere (925 adet), buna karşın sadece %24’ünün Yahudilere (300 adet) ait olduğunu göstermekteydi. Yahudi göçleri ve buna bağlı olarak uluslararası Siyonist örgütlerin ekonomik yardımları ile bu denge zaman içinde tersine döndüğü halde uzun yıllar, Filistin’deki ekonomik varlıklar Filistinlilere ait olarak kalmıştır. Ancak İsrail’in kurulmasından sonra Filistin topraklarının %80’indeki tesisler Yahudilerin eline geçmiştir.

1967 öncesinde İsrail ile herhangi bir ekonomik bağı olmayan Batı Şeria ve Gazze, İsrail’in 1967’deki işgalinin ardından, ekonomik gelişme açısından istikrarsız bir süreç içerisine girdi. 1967 İsrail işgalinden sonra Batı Şeria ekonomisi büyük ölçüde zarar gördü. Bu dönemde ilk olarak, Batı Şeria ve Gazze’nin önceki ticari ilişkileri kesilerek, bu bölgeler, İsrail ile asimetrik ekonomik ilişkiler kurmak zorunda bırakıldı. 1967 savaşından sonraki ilk beş yıl içerisinde Filistin ve İsrail arasındaki ekonomik bağlar istikrarlı bir yapıya kavuşmuştu. Bu bağların temelini oluşturan ve birbiriyle yakından ilişkili iki unsur olan işçi hareketleri ve çift taraflı ticaret, Filistin ve İsrail arasında „tamamlanmamış bir ekonomik entegrasyon“ şeklinde tanımlanabilecek bir yapıyı doğurdu. İsrail ile Batı Şeria arasındaki ilişkiler, egemen gücün, çevrenin üretken ekonomik yapısını, bir dizi engellerle (toprak istimlakı ve yerel nüfusun tardedilmesi gibi) önce kendine eklemlediği sonra da yoksullaştırdığı, kasıtlı bir çaba ile şekillendirildi. 1967’den 1970’li yılların ortalarına kadar, Filistin ekonomisinde İsrail ile entegrasyon ve Körfez bölgesinde artan petrol gelirleri dolayısı ile bu bölgeyle olan ekonomik ilişkiler neticesinde hızlı büyüme gerçekleşti. 1980 yılının başından 1987’deki İntifada hareketine kadar olan dönemde, Batı Şeria ve Gazze’nin işgücünün yarısından fazlası (1987’de Batı Şeria’nın %52, Gazze’nin %58’i), İsrail ve Körfez ülkelerinde istihdam edilmekteydi.
1987 yılında İntifadanın başlaması ile birlikte İsrail’in uyguladığı sokağa çıkma yasakları ve ablukalar nedeniyle Filistinlilerin İsrail’deki iş yerlerine gidememeleri, Filistinli işçilerin tarım alanlarını rehabilite etmelerine neden oldu. 1991 yılında gerçekleşen Körfez Savaşı’nda FKÖ Lideri Yaser Arafat’ın Saddam Hüseyin’e destek vermesi nedeniyle Arap ülkelerinden Filistinlilere gelen mali yardımlar azaldı. Körfez ülkelerinde çalışan çok sayıda Filistinli işini kaybetti.

İslam Konferansı Örgütü’ne bağlı İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (Statistical, Economic and Social Research and Training Centre for Islamic Countries / SESRTCIC) tarafından verilen en son resmi rakamlara göre Filistin’de gayri safi milli hasıla 1.215.000.000 Amerikan Dolarıdır. Kişi başına düşen milli gelir ise 402 Dolardır.

2000 yılı rakamlarına göre sektörlerin GSMH içindeki oranları şöyledir: Tarım %6,5, endüstri %18,4 ve hizmet sektörü %75,1. Genellikle küçük aile teşebbüslerinin bulunduğu endüstri, tekstil, sabun, zeytinyağı sektörlerini içermektedir. İsrail hükümeti Filistin ekonomisinin üretken sektörlerindeki yatırımları finanse edebilecek bankaların ve diğer kredi kuruluşlarının gelişimine engel olmaktadır. Bunun yanı sıra İsrailli girişimcilere sözleşmeli üretim yapanlar haricinde sınırlı sayıda yeni fabrikanın kurulması için lisans verilmektedir. Başlıca tarım ürünleri, zeytin ve turunçgillerdir. 1999 rakamlarına göre 372 milyon dolar ihracat oranına sahip olan Gazze ve Batı Şeria’da ihraç edilen başlıca ürünler turunçgiller ve çiçektir. İhracat yaptığı ülkeler, İsrail ve Mısır’dır. Gıda maddeleri, tüketim malları ve inşaat malzemeleri ithal edilmektedir. İthalat yaptığı ülkeler ise yine İsrail ve Mısır’dır. 2000 yılı rakamlarıyla Filistin’in toplam ithalatı ise 3 milyar 252 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

Dünya Bankası ve BMMYK’nın 2001 yılı başı itibariyle verdiği rakamlara göre, Filistin ekonomisi, 2000 yılının Eylül ayında başlayan çatışmalar ve İsrail’in uyguladığı ablukalardan büyük zarar gördü. İsrail’in uyguladığı ablukalar nedeniyle Ekim ve Kasım aylarında ihracat hacmi, 1999 yılının aynı aylarına göre %22 oranında azaldı. İhracat hacmindeki söz konusu düşüş ve İsrail’de çalışan Filistinlilerin kazancının ortadan kalkması, Gazze ve Batı Şeria’daki ihracat yapamayan iş yerlerini olumsuz yönde etkiledi. Ekim 2000’den itibaren İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ne uyguladığı ablukalar nedeniyle 100.000 Filistinli işçi İsrail’deki işlerine gidemedi ve dolayısıyla elde edeceği kazançtan mahrum kaldı. Ablukalar Batı Şeria ve Gazze’de işsizlik oranının %11’den %30’a çıkmasına neden oldu. 2000 yılı sona erdiğinde ise işsizlik oranı %40’lara yükseldi. Son rakamlar ise Filistin’de işsizlik oranının %79 gibi yüksek bir rakama ulaştığını göstermektedir.

Dini Durum

Filistin topraklarında (Batı Şeria ve Gazze) nüfusun %90’dan fazlasını Filistinli Müslüman ve Hıristiyan Araplar oluşturur. Yahudi sayısı ise, sonradan bölgeye gelen yerleşimcilerle birlikte %10’a yükselmiştir. Filistinli Arap nüfus içinde Hıristiyan olanların oranı %5’tir. Farklı dini gruplar arasındaki ilişkiler Yahudilerin Filistin topraklarına göç etmeye başladığı zamandan bu yana son derece gergindir. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’te sayıları gittikçe artan yerleşimciler, yarım yüzyıldan daha uzun zamandır çok zor koşullarda yaşayan Filistinli mülteciler, Kudüs sorunu ve ekonomik kaynakların adaletsiz paylaşımı gibi pek çok sorun ilişkilerin giderek bozulmasına neden olmuştur.

Tüm bu problem alanlarının içinde farklı dini grupların her birinin en çok hassasiyet gösterdiği sorun Kudüs’tür. Üç büyük semavi din için de büyük önem taşıyan Kudüs şehri, MÖ 2000’li yılların başında Hz. Davud’un İbrani kabilelerinin yaşadıkları bölgenin ortasında bulunan bu şehri krallığına başkent yapmasıyla tarih sahnesine çıkmıştır. Yahudi inancına göre, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı Allah için kurban etmeye giriştiği (Yahudi inancına göre Hz. İbrahim’in meşru oğlu İshak’tır. Hz. İsmail onlara göre Hz. İbrahim’in gayri meşru oğludur. İslam inancına göre ise Allah adına kurban edilmek istenen kişi Hz. İsmail’dir) Moraih Tepesinde Hz. Süleyman’ın ilk mabedi yapmış olması, şehrin önemini artırmıştır. M.Ö. 6. yüzyılda Babil hakimiyeti sırasında Yahudilerin baş kaldırması esnasında Babilliler, bu mabedi yıkmışlar ve ardından da Yahudi toplumunun ileri gelenlerini Babil’e sürmüşlerdir. M.Ö. 538’den itibaren başlayan Pers egemenliği altında yeniden inşa edilen mabet, tüm Yahudileri birleştiren bir kutsal yer olarak varlığını sürdürmüştür. M.Ö. I. yüzyılda Kral Herod döneminde bugün ancak dış duvarının küçük bir kısmı ayakta kalmış olan görkemli mabet, 480 metre uzunluğunda ve 280 metre genişliğinde bir alanda yeniden inşa edilmiştir. M.S. 70 yılında Roma hakimiyeti döneminde Romalı General Titus bu mabedi yerle bir etmiştir ve o günden bu yana Yahudiler bu mabedin ayakta kalan Batı duvarı önünde ağlamaktadırlar. Ağlama duvarı olarak adlandırılan bu duvar, Yahudiler için yıkım gününü simgeleyen çok özel bir semboldür.

Uzun yıllar devam eden Roma ve Bizans dönemlerinin ardından Hz. Ömer devrinde Müslüman Arapların 638 yılında Kudüs’ü almaları ile birlikte bu topraklar İslam devletinin yönetimi altına girmiştir. „Yeruselayim“ olarak bilinen şehrin ismi Müslümanların yönetiminde „Kudüs“ olarak değiştirilmiştir. Yahudilerin büyülü mabed olarak gördüğü, Hz. Süleyman’ın tevhidi temele dayalı binasının olduğu yere (Harem-i Şerif) bu dönemde, Süleyman peygamberin tevhid mücadelesinin bir sembolü olarak Kubbetü’s-Sahra inşa edilmiştir. Bir dönem Haçlıların Hıristiyan hakimiyetinde kalan kent, daha sonra Memlükler ve ardından da Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı hakimiyetine girmiş ve 20. yüzyıl başında (1917’de) İngilizlerce işgal edilen kadar Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Osmanlı hakimiyeti döneminde kutsal mekanlar bir dizi restorasyona tabii tutulmuştur. BM Genel Kurulu’nun 29 Kasım 1947 tarihli 181 nolu kararına göre uluslararası özel bir yönetime bırakılmış olan Kudüs kenti, 1967 Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail tarafından işgal edilmiştir.

Eski Kudüs kentini çevreleyen ve bugün de büyük bölümü ayakta olan surların inşa tarihi 16. yüzyıl, Kanuni Sultan Süleyman dönemidir. Sekiz adet sur kapısından geçerek ulaşılan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri bütün bu anlatılan 4000 yıllık tarihin temsilcileri durumundadırlar. Harem-i Şerif ve onun bahçesindeki Mescid-i Aksa, Müslümanları; Ağlama Duvarı, Yahudileri; Hz. İsa’nın Acılar Yolu da, Hıristiyanları temsil etmesi açısından, üç büyük semavi dinin şehirdeki sembolleri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Vahye dayanan üç büyük dince kutsal kabul edilen Kudüs, Müslümanlar için ayrı bir önem arz etmektedir. Hz. Ömer Camii’nin içinde bulunan kaya parçasının değeri, Hz. Muhammed’in, Miraç gecesinde Burak adlı bineğiyle birlikte buraya gelip „Muallak Taşı“ diye anılan bu kutsal kayanın üzerinden Allah katına yükselmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Bu taşın, Peygamberimiz (s.a.s.)’i bırakmak istemediği için bir süre göğe yükselip daha sonra muallakta kaldığı rivayet edilmiştir.

„Miraç“ hadisesi sırasında taş üstünde Hz. Muhammed’in ayak izi kalmıştır. Miraç hadisesi hakkında Kuran-ı Kerim’de şöyle anlatılmaktadır: „Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürütenin şanı pek yücedir.“ (İsra, 17/1). Burada dikkat edilirse Mescid-i Aksa’dan „çevresini mübarek kıldığımız“ şeklinde söz edilmektedir. Mescid-i Aksa’nın çevresi ise başta Kudüs sonra diğer bütün Filistin topraklarıdır. Filistin diyarının mübarek kılındığına dair ayrıca hadisler de bulunmaktadır. Bunlardan birinde şöyle buyurulmaktadır: „Allah, Aras ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin’i mukaddes kılmıştır.“ (Müslim, İman, 282; Münavi, et-Teysir, I/248)

El-Aksa Camii (Mescid-i Aksa) Hz. Ömer Camii’ne göre daha sade bir yapıdır. Hz. Muhammed zamanında Mescid-i Aksa (Mekke’ye en uzak mescid) olarak adlandırılan mescidin yapımı bazı rivayetlere göre, Hz. Davud zamanında başlamış, oğlu Hz. Süleyman zamanında tamamlanmıştır. Müslümanlara kıble olarak Kudüs’e yönelmeleri emrinin gelmesinin ardından, hicretten sonra 17 ay boyunca Müslümanlar Kudüs’e yönelerek namaz kılmışlardır. Daha sonra yeni bir vahiy ile kıblenin Kudüs’ten Mekke’ye çevrilmesi istenmiştir. Bu durum Kudüs’ün önemini azaltmamıştır.

Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek üzereyken vahiy aldığı Zeytin Dağı’nın bütün dinler için hassas bir bölge olduğu söylenebilir. Bu mezarlık alanda Hz. Muhammed’in sahabelerinden Selman-ı Farisi Camii ve türbesi bulunmaktadır.

Hz. İsa’nın „Acılar Yolu“ Hıristiyanların Kudüs’teki önemli bir mekanıdır. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği varsayılan yer olan bugünkü St. Sepulchre Kilisesi’ne kadar yürüdüğü Via Dolorosa (Acılar Yolu) boyunca durakladığı 14 nokta, bugün Hıristiyanlarca ziyaret edilmekte ve böylelikle Katolikler Hz. İsa’nın acısını manen paylaşmak istemektedirler. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği varsayılan yerde kurulan Sepulchre Kilisesi’nde (Kutsal Naaş Kilisesi) Hz. İsa’nın yatırıldığı musalla taşı ile mezarı bulunmaktadır. Farklı kiliseler burada gün boyunca ayinler yapmaktadır.

Görüldüğü üzere üç semavi din için büyük önem arzeden Kudüs, „Kudüs sorunu“ olarak, Filistin-İsrail sorununun en önemli parçasını oluşturmaktadır. Dünyanın üç önemli dininin tek ortak merkezi olan Kudüs, bu yönüyle sadece bölgesel nitelikli bir sorun değildir. Dolayısıyla müzakere masasındaki taraflar Kudüs söz konusu olduğunda, iki siyasi aktörün temsilcisi olmaktan çıkarak dünya sathına yayılmış üç büyük dinin temsilcileri niteliği kazanmaktadır.

1991 yılında başlatılan Ortadoğu Barış Süreci’nde çözümü zor olan sorunlardan biri olduğu için Kudüs meselesi, yerleşimciler ve mülteciler sorunu ile birlikte en son aşamaya bırakılmıştır. 2000 yılının Ağustos ayı içerisinde Amerika’nın öncülüğünde başlatılan Camp David Barış Görüşmeleri Kudüs sorununa odaklandığı için başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Görüşmelerde İsrail, Kudüs’ün Yahudi devletinin ebedi ve bölünmez başkenti olduğunu savunurken; Filistin tarafı ise Kudüs’ün iki ayrı egemenlik alanına bölünmesini, kutsal yerler başta olmak üzere Doğu Kudüs’ün önceki anlaşmaların da gerektirdiği gibi, ilan edilmesi düşünülen Filistin devletinin başkenti olmasını talep etmiştir

Görüşmelerin kesilmesinin sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, ABD’nin İsrail büyükelçiliğini resmi olarak Tel Aviv’den Kudüs’e taşınacağını açıklaması, İsrail’e verilen desteği açık bir biçimde göstermektedir. Bu davranış Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak anlamına gelmektedir.

28 Eylül 2000 tarihinde dönemin İsrail Başbakanı Ehud Barak’ın Jerusalem Post’a Yeruşalim ve El-Kuds’ün yan yana iki başkent olabileceği yolunda yaptığı açıklama, bir İsrail başbakanından Kudüs hakkında olumlu anlamda duyulabilecek, belki de ilk ve tek açıklama idi. Ancak bu uzun sürmedi, aynı tarihte söylediği şu sözler, Kudüs konusunda İsrail’in hiçbir tavize yanaşmayacağını gösteriyordu: „Filistinlilerin başkenti El-Kuds bizim vermeyi kabul edeceğimiz topraklardan oluşacak. Mescid-i Aksa’nın bulunduğu alanın Filistinlilere bırakılmasına hiçbir İsrail başbakanı imza atmaz“.

Sabra ve Şatilla Katliamı’nın yıldönümünün yaşandığı 16 Eylül’ün üzerinden çok uzun bir zaman geçmeden, 28 Eylül 2000’de, Sabra ve Şatilla Katliamı’nın sorumlusu, dönemin ana muhalefet partisi lideri Ariel Şaron, Barak hükümetinin izniyle yanına aldığı 1.000 polis ve 3.000 askerle birlikte Mescid-i Aksa’yı ziyaret etmesi, İkinci İntifada’nın başlamasına neden olmuştur.

Kudüs sorunu bölgesel bir sorun değildir, bu sorunun üç büyük dinin temsilcilerini ilgilendiren bir çok yönü vardır. İsrail-Filistin Sorunu da esasında Kudüs sorununda odaklanmaktadır. Kudüs sorunu çözülmedikçe İsrail-Filistin sorunu da çözülemeyecektir.

KUDÜS'ÜN ÖNEMİ - DAHA ÖNCE HANGİ ÜLKEYE BAŞKENTLİK YAPTI

Kudüs, Ortadoğu’da bulunur ve dünyanın en eski şehirlerinden biridir. Uluslararası arenada bütün ülkeler tarafından kabul edilmemesine rağmen, İsrail’in başkentidir. Akdeniz ve Ölü Deniz’in kuzey sınırı arasında yer alır. Doğu Kudüs’le birlikte düşünüldüğünde, alan ve nüfus olarak İsrail’in en büyük şehridir. 800.000′in üzerinde nüfusa ve 125.1 km2 alana sahiptir. Kudüs, üç din için de kutsal bir şehirdir. Bunlar; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet’tir.

İnsanlık tarihinin en eski şehirlerinden olan Kudüs, uzun tarihi boyunca iki defa yok edildi, 23 defa işgal edildi, 52 defa saldırıya uğradı ve 44 defa ele geçirilip tekrar kurtarıldı. Şehrin en eski bölümüne, İsa’dan önce 4. milenyumda ilk yerleşim gerçekleşti. 1538’de 1. Süleyman hükümranlığı altında, şehri çevreleyen duvarlar inşa edildi. Bugün bu duvarlar Ermeni, Hristiyan, Yahudi ve Müslüman olmak üzere dört çeyreğe bölünmüş olan Eski Kudüs’ü çevrelemektedir.

Eski Kudüs, 1981 yılında Dünya Mirasları arasına girdi. Şehir ayrıca, Tehlike Altında Olan Dünya Mirasları arasındadır. Modern Kudüs, Eski Kudüs’ün sınırlarını aşarak çok büyümüştür.

kudüsKüçük bir alan olmasına rağmen Eski Kudüs, birçok dini önem taşıyan noktalara sahiptir. Bunların arasında Tapınak Dağı, Ağlama Duvarı, Kutsal Mezar Kilisesi, Kubbet-us-Sahra ve Mescid-i Aksa vardır. Günümüzde İsratil-Filistin çatışmasının en önemli sorunu Kudüs olarak ön plana çıkmaktadır. Günümüzde İsrail’in temel kanunları, Kudüs’ü İsrail’in “bölünmez başkenti” olarak kabul eder. Bu kanun diğer ülkeler tarafından resmi olarak tanınmamaktadır. Uluslararası otoriteler bu son işgali kabul etmeyip, Doğu Kudüs’ü İsrail işgali altında olan Filistin sınırı olarak tanımlar. Bu nedenle Kudüs’te hiçbir elçilik yer almaz.

Kudüs’ün üç din için önemi nedir?

Kudüs dünya dinlerince önemli olup kutsal mekan olarak kabul görür. Dünyanın en yaygın dinleri olan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için önemli manevi değere sahiptir. Sünni Müslümanlar için Kudüs üçüncü en kutsal şehirdir. İslamiyet’te Kudüs, milattan sonra 610 yılında ilk kıble olmuştur ve Kur’ana göre Hz. Muhammed, 10 yıl sonra Miraç’a bu şehirden çıkmıştır.

Kudüs, Yahudiler için en kutsal şehirdir çünkü kutsal kitaplarına göre İsrail Kralı Davud, milattan önce Kudüs’ü Birleşik İsrail Krallığı’nın başkenti olarak inşa etti ve oğlu Kral Süleyman, ilk tapınağı şehrin içinde kurdu.

Hristiyanlar için Kudüs’ün kutsallığı, İncil’e göre İsa’nın bu şehirde çarmıha gerilmesinden ve 300 yıl sonra Azize Helena’nın İsa’nın hayatındaki hac noktalarını belirlemesinden gelmektedir

KUDÜS NEDEN TARTIŞILIYOR?

Beyaz Saray, ABD Başkanı Donald Trump'ın bugün Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyacağını açıkladı.
Bu karar, başta Türkiye olmak üzere birçok ülkenin tepkisini çekti. Türkiye, İsrail ile diplomatik ilişkileri kesebileceğini söyledi.
Dünyanın en kadim kentlerinden biri olan Kudüs, bugün Orta Doğu'nun sorunun merkezinde yer alıyor.
İsrail, kentin doğusunu 1967'de işgal etti ve 1980 yılında tamamını başkenti ilan etti. Ancak bugüne kadar Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan hiçbir devlet olmadı. Bu anlamda, Trump'ın açıklaması da bir ilk olma özelliği taşıyor.
Araplar da Doğu Kudüs'ü ileride kurulacak Filistin devletinin başkenti olarak görüyor. Oslo anlaşmalarında Kudüs'ün statüsü barış görüşmelerinin ileri aşamalarına bırakılmıştı.
Üç semavi dinin de Kudüs'te kutsal mekanlarının bulunması, kentin tarih boyunca uluslararası öneme sahip olmasına yol açtı.
Kudüs'te hangi kutsal yapılar var?
Arapça El Kuds, İbranice Yeruşalayim olarak adlandırılan Kudüs, dünyanın en eski kentlerinden birisi.
Tarih boyunca, birçok kutsal yapıya ev sahipliği yapmasından dolayı çok sayıda savaşa sahne oldu ve defalarca yıkıldı, yeniden inşa edildi.
Osmanlı İmparatorluğu, 1517'de işgal ettiği Kudüs'ü 1917 tarihine kadar kontrolü altında tuttu.
Kudüs, üç semavi din olan İslam, Yahudilik ve Hristiyanlık için çok kutsal yerleri içinde barındırıyor. Kutsal yerlerin önemli bir kısmı Doğu Kudüs'te yer alıyor.
Kudüs'ün içinde binlerce yıllık tarihi barındıran dar sokaklarla dolu Eski Kenti, dört ana bölümden oluşuyor. Bunlar Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve Ermeni mahalleleri olarak sıralanıyor.
Müslümanlar için en kutsal yerlerden biri kabul edilen Mescid-i Aksa ve Kubbet'üs Sahra'nın bulunduğu Harem-üş-Şerif, Doğu Kudüs'te yer alıyor. Muhammed Peygamber'in buradan göğe yükseldiğine inanılıyor.
Yahudiler için Mescid-i Aksa'nın hemen altında yer alan ve Süleyman döneminde yapılan tapınağa ait olduğuna inanılan Ağlama Duvarı yer alıyor. Burası Yahudilik inancının en kutsal mekanı.
Hristiyanlar içinse Kudüs'te bulunan Kutsal Kabir Kilisesi'nde İsa Peygamber'in çarmıha gerildiği ve kabrine konulduğu düşünülüyor. Bu kilise, aralarında Rum Ortodoks Patrikhanesi, Roma Katolik Kilisesi ve Ermeni Patrikliği'nin de olduğu farklı mezheplerin temsilcileri tarafından yönetiliyor.


Kudüs'ün durumu neden tartışmalı?
Kudüs'ün statüsü, İsrail-Filistin çatışmasının da en merkezi sorunlarından birini oluşturuyor.
İsrail, 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı'nda o zamana kadar Ürdün'ün kontrolü altında bulunan Doğu Kudüs'ü işgal etti. O tarihten bu yana da İsrail işgali altında bulunuyor.
İsrail, 1980 yılında kabul ettiği kanunla Kudüs'ü "bölünmez başkenti" ilan etti. Ayrıca aynı kanunla kentte yaşayan Araplara vatandaşlık verildi.
Araplar da Doğu Kudüs'ü ileride kurulması muhtemel Filistin devletinin başkenti olarak kabul ediyor. 1993 yılında imzalanan Oslo Barış Anlaşmaları'nda Kudüs'ün nihai statüsünün barış görüşmelerinin ileri aşamalarında ele alınması öngörülüyor.
İsrail devletine ait meclis, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve bakanlıklar gibi resmi kurumlar Kudüs'te yer alıyor.
Ancak İsrail'in Kudüs üzerindeki başkent ilanı uluslararası alanda tanınmıyor. İsrail büyükelçiliğini Kudüs'te tutan hiçbir ülke bulunmuyor. Trump'ın açıklaması bu anlamda bir ilk olma özelliği taşıyor.
Türkiye'nin de İsrail Büyükelçiliği Tel Aviv'de bulunuyor. Ancak Türkiye, Kudüs'te diplomatik temsilcilik bulunduran az sayıda ülkeden birisi.
Türkiye'nin Filistin yönetimi ile ilişkilerini sürdürmek amacıyla Kudüs'te başkonsolosluğu bulunuyor. Kudüs Başkonsolosluğu'nda Türkiye büyükelçi düzeyinde temsil ediliyor.

Kudüs; İsrail’in başkenti; Müslümanlık, Hristiyanlık, Museviliğin kutsal kentidir.

Arapça; El Kuds, Beyt ül Makdis ya da Beyt ül Mukaddes; İbranice Yerusalem olarak anılır. Eski kent ve yeni kent olmak üzere iki bölümden oluşur. İsrail ile Batı Şeria (1967’den bu yana İsrail işgalindeki Ürdün toprakları) sınırında, Lut Gölü’nün (Ölü Deniz) 21 km, Tel Aviv’in 56 km güneydoğusunda, denizden 744 m yükseklikteki Golgotha Tepeleri üzerindedir. Yeni kent 1950’de İsrail Devleti’nin başkenti, 1980’de İsrail parlamentosu Knesset tarafından “Ebedi Başkent” duyurulduysa da bunu hiçbir ülke kabul etmedi, bu nedenle yabancı ülke temsilcilikleri Tel Aviv’dedir. Kudüs, dinsel bir merkez olmasının yanı sıra, özellikle yeni kentte besin, dokuma, kimya, makine endüstrileri ve termoelektrik üretimi önem taşır. Dünyanın en önemli hac merkezlerinden biridir; tarihsel yapılarıyla da ünlüdür. Kentte havaalanı, İbrani Üniversitesi vardır.

Gündem Haberleri