İnsan büyüdükçe yalnızlaşır. Yalnızlaştıkça tekâmül eder.
İnsanoğlu kendini en güvende hissettiği anlar anneye göbek bağıyla bağlı olduğu zamanlardır. Kendi etrafında bir güvenlik çemberi oluşsun, bu güvenlik çemberi içerisinde mutlu mesut şekilde yaşasın ister. Bu yüzden insanoğlu hep çocuk kalmak ister.
Anneyle göbek bağı kesilen çocuk, dünyaya geldiği andan itibaren anneyle duygusal bir bağ kurar. Zamanla babayla güvenlik kaygısını ortadan kaldıracak bir bağda eklenir buna. Annenin sevgi merhametini, babanın güven verici rolü tamamlar. Özellikle kız çocuklarının babayla olan güçlü iletişiminde güvenlik kaygılarının ne derece rol oynadığı araştırılması ve cevap verilmesi gerekli bir konu olarak önümüzde duruyor.
Zamanla büyüdükçe çocuklar, yabancı olanı fark edebildiklerinde, anlayabildiklerinde, yabancı olana karşı tepkilerini ya ağlayarak veya ebeveynlerinin kucağına saklanarak belli ederler. Emniyet ve güvenlik duygusu çocukları bu tip tepki vermeye iter.
İşte bu güvenlik ve emniyet duygusu yetişkin hayatımızda da ruhsal olgunluğumuzu tayin eden en önemli unsurlardır. Bu duygu ne kadar güçlü bir şekilde yaşanırsa, o kadar çok diğerlerine bağımlı bir hayat bizi bekliyor olacaktır. Çocuk emniyet ve güvenlik kaygısıyla anne ve babasına daha çok bağlanıyor. Aynı şekilde yetişkinlerde, bu duygularına cevap verebilmek için kendilerine bir güvenli alan inşa edecek tarihsel kahramana, ya bir siyasetçiye, ya bir güçlü figüre bağlanmak ihtiyacı hissediyorlar.
Bu bağlanma dürtüsü ne kadar çok güçlüyse bir yetişkinde, aslında o kadar çok henüz gelişimini tamamlamamış bir bireyle karşı karşıya kaldığımızı gösterir. Yani, bağlanma yaşantısıyla tam bir bağlanma kültürü oluşturur. Kendini bağlandığı kişinin hal ve hareketinde, konuşmalarında görür. Birey olamamanın, korkularını yenememenin çaresini tıpkı çocuk yaşlarda anne ve babasının kucağında aradığı gibi şimdi başka bir otoritenin, başka bir güçlü karakterin söylemlerinde, davranışlarında arar.
Duygusal gelişimini tam manasıyla tamamlayamamış toplumlar, bir türlü çocukluk evresinden yetişkinlik evresine adım atamıyorlar. Kurtar bizi baba” çığlıkları yedisinden yetmişine herkesin dilinde zaman zaman yerini alıyor. Bazen bir siyasetçi, bazen bir sanatçı, bazen bir mafyayı yöneten kişi aynı işlevi görüyor.
Sade babamı ebetteki hayır. Yerine göre bazen anamız, bazen bacımız aynı işlevi yerine getiriyor. Biz onlara avazımız çıktığı kadar “kurtar bizi” diye bağırdıkça onlar oturdukları koltuklara daha fazla yapışıyor, bizde onlara daha fazla yapışıyoruz. Onlar makamlarını, şöhretlerini, servetlerini katladıkça bizim gözümüzde daha büyüyorlar. Her alandaki açlık duygumuzu, onların zenginleştirilmiş tokluk duygusuyla gideriyoruz.
Hâlbuki kendimizi güvensizlik duygusundan bir sıyırabilsek, kendimize bir güvenebilsek yalnız kalmayı, yalnız yaşamayı bir göze alabilsek. Kendi kendimize yetebileceğimizi göreceğiz. Bizim güvenli alan diye gördüğümüz evimizin dışında koca bir dünya ile tanışacağız. Kendi aklımızın bu dünyada bize fazlasıyla yeteceğini idrak edeceğiz.
Bize çizilen ,bizimde çıkmaya cesaret edemediğimiz hapishaneden kurtulmaya ne dersin.”Kurtar bizi baba,ana ,bacı” çığlıkları atmak yerine “BABA” “ANA”,”BACI” olmaya ne dersini?.