“Her şeyden önce; günün ardından gecenin gelmesi gibi, senin de doğru olabilmen için hiç kimseye yanlış davranmaman gerekir.” sözleri geçer Shakespeare `in Hamlet oyununda.
Nedir dürüst olmak? İnsanın kendine apaçık davranabilmeyi öğrenmesi neticesinde karşısındakine de aynı yeterlilikte davranması durumudur. Doğduğumuz andan itibaren önemli değerler ile büyütülür ve yetiştiriliriz. Çocukken anne babamızı kırmamak; öğrenciyken öğretmenimizi üzmemek ve bir yetişkin iken dolaylı ya da dolaysız iletişim içinde olduğumuz kişilerden kabul görmek için hep “ dürüst” ve “doğru” olan yanımızı yansıtırız karşıya.
Peki ya benliğimiz? Sahici olan o mudur? Yani hep “doğru” ve “dürüst” davranmamız gereken durumlarda yansıttığımız ruh halimiz? Üzgün iken neler hissederiz; çok mutlu olduğumuzda nasıl kahkahalar atmak gelir içimizden? Kalbimiz karanlık kuytularda gizlenmek istediğinde herkesten kaçıp çocuk kalbimizle ağlamaz mıyız? İşte tam da burada başlıyor insanın kendini çözme yolculuğu. Benliğimizi anlamak için ruhumuza aynalar tutmalıyız.
Hangi olaylar karşısında nasıl tepkiler verdiğimizi dürüstçe masaya yatırmak zorundayız. Kendimizi tanımaya niyetli olmak demek; benliğimiz ile ruhumuz arasındaki perdeleri kaldırmak demektir. İnsan, kendini tanımaya kendini adarsa ancak derin bir özsaygı geliştirebilir. Öz benliğini tanımaya niyetli kişi , olaylar karşısında ; geriye doğru bir adım atar; iç sesine kulak verir ve zaman harcar. İç yolculuk da emek ister; şefkat ister; sabır ve sevgi ister. Bazen yaslanıp bir ağacın gövdesine dallarda öten kuşların cıvıltısına kulak vermek ister ruhumuz…
Duygularımızın da bir melodisi vardır ve bu ahengin el değmemiş saf hali doğadadır. Bazen ise bir sahil kenarında günbatımına karşı renk cümbüşünü izlemek ister ruhumuz… Ufukta beliren bir martının kanadına takılıp varıp gitmek ister hayallerimiz keşfedilmemiş adalara…
Zamanın dört nala koştuğu sıkıştırılmış anlarda boğulup kalmak yerine; ruhumuza şefkatle yaklaşmalı ve ona kulak vermeliyiz tam da bize seslenmek istediği çıkmazlarda . Ancak iç sesimizi dinlemedeki asıl problem; kendimize karşı ne kadar objektif olabildiğimizle ilgilidir maalesef. Öznelliğin karıştığı her benlik arayışı doğru yolda yürürken zaman zaman yavaşlatabilir bizleri. Kendimize karşı bile “dürüst” davranamadığımız durumlarda, bir an durmak; iç sesimize kulak verip onunla sohbet etmeyi denemek, iç yolculuğumuzda büyük bir adımdır aslında. Çünkü ruhumuzu ve bilincimizi eşitlemeye en yakın olduğumuz zaman işte o andır.
Çocuk saflığımız ile ruhumuzdan akan giden her duyguyu içselliğimizle yaşayabilmeye alan açtığımızda; konuşan da dinleyen de bizden başkası değildir. Bu noktada ruh şöyle bir soru sorar bilince : “ Bana karşı ne kadar doğal ve samimisin ?” Cevap çok açık ve kolay olmakla birlikte; bu iç soruya kulak vermedikçe; maalesef yanıta giden yollar hep çıkmaz sokakla sonlanmaya mahkumdur. Yaşadığımız günlük rutinlerle dikkatimiz dağılabilir, kafamız karışabilir; bir duygu durumumuz bir sonrakini tutmayabilir. Önemli olan yürekten gelen bu anlamlı sorunun farkındalığına dönebilmek ve biraz da olsa kendimize şefkatle yaklaşabilmektir.
Gülmek, mutlu olmak, hayal etmek, başarmak, sevilmek ve saygın olmak ne kadar insani ise; düşmek, yorulmak, ağlamak, pes etmek , vazgeçmek, hata yapmak, sevilmemek ve kabul görülmemek de o kadar insanidir. Duygu ve düşünceler gökyüzünde hareket eden bulutlar gibidir. Onları fark etmeli; görmeli; ve ardından geçip gitmelerine izin vermeliyiz. “ Dürüst” bir biçimde kabul edip şefkatle karşıladığımız her duygu durumumuz, bize iç yolculuğumuzda bir sonraki durağa kadar eşlik edecektir.
Shakespeare`in Hamlet oyununda geçen ve zamana meydan okuyan o güzel sözlere dönecek olursak sevgili okur… Hayat bir döngüden ibarettir. Gecenin ardından elbette güneş doğacak ve gün yüzünü gösterecektir. Bir “nefes” aralığından ibaret olan bu döngüde; sen kendi yolculuğuna çıkmaya kararlı mısın? Ruhunu şefkatle kucaklayıp; öz benliğinle dürüstçe dans etmeye var mısın? Yaşamının başrolü sensin. Sahne, perde, ışıklar… Hazırsan; başlıyoruz.