Bu sene itibari ile kabul edilmesinin üzerinden 99 yıl geçen İstiklal Marşı, ülkemizin en büyük değerlerinden biri olarak yer almaktadır. İstiklal Harbi döneminin zorlukları ile Türk milletinin bağımsızlık destanına bağlılığı ile dile gelen İstiklal Marşı'nın kabulü bir takım olayların neticesinde gerçekleştirmiştir. İşte tüm ayrıntılar...
Peki,İstiklal Marşı nasıl kabul edildi?
İSTİKLAL MARŞI NASIL YAZILDI?
Maarif Vekaleti, Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin millî bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla 1921'de bir güfte yarışması düzenledi.
Yarışmaya toplam 724 şiir katıldı. Eser gönderenler arasında Kazım Karabekir, Hüseyin Suat Yalçın, İsak Ferrara, Muhittin Baha Pars ve Kemalettin Kamu gibi tanınmış isimler de vardı. "Çanakkale Şehitleri" ve "Bülbül" gibi şiirlerin sahibi Mehmet Akif'in "Milletin başarılarının para ile övülemeyeceğini" düşündüğü için yarışmaya katılmak istemediği bilinir.
TACEDDİN DERGAHI'NDA KALEM ALDI
Son şiir gönderme tarihi olan 23 Aralık 1920'den sonra Eğitim Bakanlığı güfteleri incelemiş ancak içlerinde İstiklal Marşı olabilecek bir eser bulamamıştı. Mehmet Akif, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey'in kendisine yazdığı 5 Şubat 1921 tarihli davet mektubundan sonra fikrini değiştirerek Ankara'daki Taceddin Dergahı'ndaki odasında, Türk Ordusuna hitap ettiği şiiri kaleme aldı ve bakanlığa teslim etti. Şiirde, şair Kurtuluş Savaşı'nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin yürekliliğine ve özverisine güvenini, Türk ulusunun bağımsızlığa, Hakk'a, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirmiştir.
Hamdullah Suphi Bey, Âkif'in şiirinin önce cephede asker arasında okunmasına karar verdi. Batı Cephesi Komutanlığına gönderilen şiir, askerin beğenisini kazandı. İstiklâl Marşı, 17 Şubat 1921 tarihinde Hakimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad gazetelerinde yayınlandı, on iki gün sonra ise Konya'da Öğüt gazetesinde yer aldı.
İSTİKLAL MARŞI KABULÜ NASIL GERÇEKLEŞTİ?
Ön elemeyi geçen yedi şiir 12 Mart 1921'de Mustafa Kemal'in başkanlığını yaptığı meclis oturumunda tartışmaya açıldı. Mehmet Âkif'in şiiri meclis kürsüsünde Hamdullah Suphi Bey tarafından okundu. Şiir okunduğunda milletvekilleri büyük bir heyacana kapıldı ve diğer şiirlerin okunmasına gerek görülmedi. Bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Akif'in şiiri coşkulu alkışlarla kabul edildi
Güfteye en sert eleştiri Kazım Karabekir'den geldi. Kazım Karabekir, 26 Temmuz 1922'de Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey'e yazdığı mektupta yarışma sonucunun iptal edilmesini istemiş ve eleştirilerini sıralamıştır. Eleştirilere karşın güftede bir değişikliğe gidilmedi ve Paşa da bu konuda ısrarcı olmadı.
ESERİNİ TÜRK MİLLETİ'NE İTHAF ETTİ
Mehmet Âkif, kazandığı beş yüz liralık ödülü yoksul kadın ve çocuklarına iş öğreterek yoksulluklarına son vermek için kurulan Darülmesai'ye bağışladı. Şair ayrıca, İstiklâl Marşı'nın Türk Milleti'nin eseri olduğunu beyan etmiş ve İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dahil etmemiştir.
Ülke savaş içerisinde olduğu için, Âkif'in şiirinin bestelenmesi iki sene ertelendi; 1923'ün 12 Şubat'ında İstanbul Maarif Müdürlüğü'ne beste yarışması açma görevi verildi.
Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katıldı. Üllkenin içinde bulunduğu zor koşullar nedeniyle sonucu belirleyecek bir değerlendirme yapılamadı. Bu nedenle güfte, ülkenin çeşitli yerlerinde farklı bestelerle okunmaya başlandı. Edirne'de Ahmet Yekata Bey'in, İzmir'de İsmail Zühtü Bey'in, Ankara'da Osman Zeki Bey'in, İstanbul'da Ali Rıfat Bey ve Zati Bey'in besteleri okunuyordu.
1930 YILINDAN SONRA OSMAN ZEKİ ÜNGÖR'ÜN BESTESİ KULLANILMIŞTIR
1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesini kabul etmiştir.
Bu beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır.
İSTİKLAL MARŞI'NIN 10 KITASI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül… ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl,
Hakkıdır, Hakk'a tapan, milletimin istiklâl.
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim; bendimi çiğner, aşarım;
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garb'ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
"Medeniyet!" dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın…
Kim bilir, belki yarın… belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri "toprak!" diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır atanı;
Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma'bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dînin temeliEbedî
yurdumun üstünde benim inlemeli
O zaman vecd ile bin secde eder –varsa- taşım;
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek Arş'a değer, belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl;
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!
Mehmet Akif Ersoy