Asıl olan, namazın şartlarının ve rükunlarının eksiksiz bir şekilde yerine getirilmesidir. Baş ile işaret edilerek (îmâ ile) namaz kılınması, ancak normal şekilde namaz kılmanın mümkün olmadığı hallerde caizdir. Hz. Peygamber (s.a.s.) “eğer yere secde edebiliyorsan et. Yere secde edemiyorsan başın ile îmâ et. Secde için îmâ yaparken, başını rükû için eğdiğinden daha aşağı eğ. ” (Ebû Ya’lâ, el-Müsned, III, 345) buyurmuştur. Namazların îmâ ile kılınması, ancak hastalık durumunda başvurulması gereken bir yol olarak ele alınmış ve fıkıh kitaplarında “hastanın namazı” konusu içerisinde incelenmiştir (Serahsî, el-Mebsût, I, 390).
İş yerinde namaz kılınmasına müsaade edilmemesi ise kişinin namaz kılma kudretini değil, kudreti oluğu halde fiilen namaz kılma imkânını ortadan kaldırmaktadır. Sağlığı yerinde olduğu halde fiilen namaz kılma imkânı bulamamak, îmâ ile namaz kılmayı caiz kılan durumlar arasında yer almamaktadır. Bu sebeple namaz kılmasına izin verilmediği bir ortamda bulunan kimse namazını îmâ ile kılamaz.
Böyle bir ortamda çalışan kimse; işinden ayrıldığı takdirde kendisi ya da bakmakla yükümlü olduğu kimselerin maişetini karşılayamama durumu ile karşı karşıya kalacaksa mümkünse cem ederek kılar (bkz. namazların cem’i). Değilse ilk fırsatta kaza etmek üzere kazaya bırakabilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) de “savaş zarureti” nedeniyle namazını kılamamış ve bu namazı daha sonra kaza etmiştir (Buhârî, Cihad ve Siyer, 97).