O kara günlerin üzerinden 20 yıl geçti. Milletimize yaşatılan karanlık günlerden biri olan 28 Şubat darbesinin sene-i devriyesini yaşıyoruz.
Bazılarına göre bin yıl süreceği zannedilen utanç günlerini yirmi yıl geride bıraktık. Topyekûn milletimizi hedef alan bu darbenin acılarını hala unutamıyoruz.
Üniversitelerin pek çoğunun kışlaya döndüğü, pek çok öğretim üyelerinin fişlenip ya sürgüne gönderildiği veya istifaya zorlandığı dönemleri hatırlıyorum.
Özellikle 28 Şubat sürecinden sonra binlerce kız öğrenci, okulundan edilmiştir. Binlerce bayan memureler işlerinden edilip hayatları karartılmıştır.
28 Şubat denilince Üniversitelerde kurulan ikna odalarını hatırlıyorum. Öğrenimini ikinci, üçüncü sınıflarda iken ‘’ya başörtün, ya okulun’’ tercihinde bırakılarak okulunu terk etmek durumunda kalan kız öğrencileri hatırlıyorum.
Senelerce Milli Eğitimde sorun olmadan öğretmenlik yapmış, 28 Şubat sürecinden sonra sakıncalı konuma getirilip mesleğini bırakan öğretmenleri, devlet memuru bayanları hatırlıyorum.
28 Şubat denilince on, on beş yıllık öğretmen iken başörtüsü taktığı gerekçesiyle görevinden alınan, birde adliyelerde ceza davaları açılıp mahkeme huzuruna çıkarılan ve Mahkeme Hakimi tarafından ‘’Başörtülü mahkeme salonuna giremezsiniz’’ diyerek mahkemeden kovulan bayan öğretmenleri hatırlıyorum.
Sözde Sivil Toplum Örgütü tabelası altında, 28 Şubat tanklarına başörtülü çalışan öğretmen ve memurları ihbar eden, muhbir kuruluşları hatırlıyorum.
Bu ihbarlardan birinde sınıfta ders yapan bir bayan öğretmeni yedi tane müfettiş’in baskın yapıp (avını yakalamış bir avcı gibi) öğrenciler huzurunda öğretmene ve okul müdürüne yaptıkları hakaretleri hatırlıyorum.
O günlerde muhakkik olarak görevlendirilip bu görevlerini sadakatle! yerine getiren; son yıllarda umrelere gidip günah çıkartan bu kahramanları! unutamıyorum.
Belki de, bu infaz timlerinin hala bakanlıkta önemli kadrolarda çalıştıklarını duymak bile istemiyorum.
Yine bu tip her devrin adamı makam düşkünlerinin! ‘’terfi ve hizmetlerine! devam’’ muvafakati, konusunda referans olan takiyyeci cüce kahramanları! unutamıyorum.
Ağaca balta vurmuşlarda ağaç demiş ki baltaya; ‘’sen beni kesemezdin ama ne yapayım ki sapın benden’’ demiş.
28 Şubat denilince derneklerin, vakıfların, pek çok market-bakkal ve işyerlerinin irticacı damgasıyla yaftalanıp engellendiklerini hatırlıyorum.
28 Şubat denilince ardı arkası kesilmeyen meşhur ‘’Brifingleri’’ hatırlıyorum. Koca-koca insanların, koşa-koşa brifinge geldiklerini hatırlıyorum.
O yıllarda İstanbul Karaköy’den bindiğim tramvay tıklım-tıklım dolu. İnsanlar nefes alamayacak kadar çakılı. Ben oturmuştum. Sirkeci civarına geldiğimizde orta yaşlı, başörtülü bir bayanın ezilecek halde sıkıştığını fark ettim. Yüzü-gözü bunalım sinyali veriyordu. Yerime oturttum. Bu insani davranışıma bir fanatik bayan öyle bir tepki verdi ki; bağırıp çığırıyor. Sözlü sataşmalar yapıyordu.
O günlerde bunun gibi pek çok olayı, bir avuç fanatik 28 Şubat sempatizanının sergilediğini, mahalle baskısı oluşturduğunu unutamıyoruz.
Bu acı günlerden yirmi yıl sonra, hala 28 Şubat zihniyeti kalıntılarının (bireysel de olsa) saldırı ve nefret duyguları sergilediklerini görüyoruz.
Birlik ve beraberliğe daha çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde, özellikle Maltepe’deki başörtülü bir kız öğrencimize yapılan saldırıyı da kınıyorum.
28 Şubat’ın soğuk günlerinde terini silen (Savunan Adam) merhum Prof. Dr. Necmeddin Erbakan hocamızı rahmetle anıyorum. Allah, milletimize bu acı (28 Şubat, 15 Temmuz gibi) günleri bir daha göstermesin.
Abdullah YADİGAR-18/02/2017
*************************************