Muhterem bir hocamdan işitmiştim; “adetle ibadetleri ayıran şey idraktir.” İdrak elbette ibadetin makbul olmasının şartı değildir; fakat idrak ve şuur ile yapılan ibadetin zevki insanı taklitten kurtarır, hakikat bahçesinin rayihasından nasiplenmeye, gök sofrasından muhabbet azığını tahsil etmeye vesiledir.
Bir Kurban bayramının daha arifesindeyiz, Hz. İbrahim’e Allah’a olan sadakati ve itaatinin kutsal bir armağanı olarak göklerden gönderilen kurban bizler için de her yıl; bıçak keskinliğinde ve merhametin yün yumuşaklığında okunmayı bekleyen bir mektup, bir mesaj olarak hanelerimize yeniden konuk oluyor.
Hikmeti adında gizli olan Kurban hakka yakınlaşmanın, Hakk için adanmışlığın adeta bir provası olarak her yıl tüm inananlar için sahneleniyor. Ki bu vesile ile adanmışlık ruhu, her daim peşimizi bırakmayan, niyetlerimize mıhlanmış, davranışlarımıza suflörlük eden, diriltici bir ruha inkılap etsin.
Kuran bize Kurban’da akıtılan kanların değil yanlıca sadakat ve imanımızın Allah’a ulaşacağını ihtar ediyor. Kaybolmuş, körleşmiş, hissiyatı taşlaşmış ve türlü dünyevi hırslar girdabında çırpınan çağımızın insanına uzanan bir el olmanın yükü ve iddiası, ancak İbrahimi bir itaat ve İsmaili bir teslimiyetle mümkün, kutlu bir emanet gibi taşıdığımız imanımız uğruna; canımızı, malımızı tüm varlığımızı feda edebilecek, kurban edebilecek bir kıvama gelmek adına, bu bayram hepimiz için bir fırsat, kabul olunmuş bir dua olsun inşallah.
Nasıl her bir şehidimiz gözünü kırpmadan şehitlik makamını gözlüyorsa, kurban olarak kanını döküyorsa, bizler de aynı heyecan ve ruhla zamanımızı, paramızı, mesaimizi, keyfimizi, uykumuzu kurban edebilmeyi, nasip olursa canımızı da kurban edebilmeyi başarmak zorundayız. Meşrebimiz önce can sonra canan değil, önce canan sonra can olmalıdır. Cananımız Hz. Adem’den bu yana süregelen kutlu davamızdır, canan uğruna ter dökmek, dil dökmek, gereğinde can vermek itikadımız olmalıdır.
Bizler saçına kına yakarak vatana kurban olsun evladım diyen anaların evlatlarıyız, bizler cenk meydanına davulla zurnayla giden, düşman mermisiyle teşrif eden Azrail in selamını tebessümle alan, mehter köslere vurduğunda; yarini, evlatlarını, malını, mülkünü hiç tereddüt etmeksizin geride bırakan nice şehitlerin, nice kurbanların torunlarıyız.
Yarın kurbanlıklar gözümüzün önünde canını verirken bizler de kendimize bir söz vermeliyiz; “bundan sonra hırslarımı, şehvetimi, doymak bilmeyen nefsimi Hakk uğrunda kurban etmeye azmedeceğim, elbet hatam kusurum eksiğim olacaktır fakat bundan böyle bu niyetimi muhafaza etmek için elimden gelen gayreti göstereceğim.” Amin.
Allah kurbanlarımızı, rızasına kurban bir imanı hepimiz için mübarek eylesin.
Üstad Sezai Karakoç’un söylediği gibi, bir gün “yürüyen İsmail’i göreceksin babasının yanında”:
Akşam kente bir Meryem gibi girer
Bir çocuk kutsal bir çocuk doğurur gibi
Her yönden bir ses yükselir bu karanlık nedir
Kurban kesilirkenki karanlık
İbrahim’in bıçağındaki karanlık loşluk aydınlık
Keskin ışık
İsmail
İsmail bir çocuk başından serçe geçen
Mavi bir gül nöbeti sertçe geçen
Omzundan arşlar dökülen
***
Yürüyen İsmail’i göreceksin babasının yanında
Susamış kertenkeleye acıyan
Kendi alınyazısının ötesinde
Ve İbrahim sırtına bir kuş gibi konmuş gelecek
Zaman.