Kuruluşundan bu yana FETÖ Nedir? Nasıl Bir Terör Örgütüdür?

Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) darbe girişimini milletin meydanlara inip bastırması ile darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.

FETÖ gibi gizlilik ve takiye esasına dayalı bir örgütün tarihçesinin tüm yönleriyle ve sağlıklı bir şekilde ortaya konabilmesi güçtür. Bu sebeple öncelikle söz konusu örgüt hakkında kapsayıcı ve tutarlı bilgiler serdetmek bakımından bu bölümün kronolojik kısımlarına geçilmeden önce örgütün niteliği, yapısı, zihniyeti, vb. hakkında genel bilgi, açıklama ve değerlendirmelere yer verilmesi uygun görülmüştür.
Fetullah Gülen liderliğindeki yapılanma, 2013 yılı sonlarına kadar başta “Cemaat” ve “Gülen Cemaati” olmak üzere, “Fethullah Gülen Cemaati”, “Fethullahçı Yapılanma”, “Fethullah Gülen Örgütü”, “Camia”, “Hizmet Hareketi”, “Gönüllüler Hareketi” vb. ifadelerle anılmıştır. 2013 yılında hükümete karşı tertip edilen 17-25 Aralık yargısal darbe girişiminin ardından ise yapılanmanın özüne, maksadına, karakteristiğine ve eylemlerine daha uygun analitik ve teknik tanım ve ifadeler kullanıma sokulmuş ve “Paralel Devlet Yapılanması (PDY)” ve “Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)” olarak anılmaya başlanmıştır.
Örgütün kuruluşundan itibaren, örgüt mensupları bu yapılanma hakkında her mecrada, her fırsatta ve ısrarla “Camia”, “Hizmet Hareketi”, “Gönüllüler Hareketi” vb. ifadeler kullanmayı tercih etmiş ve içinde “örgüt” ya da “yapılanma” gibi kelimelerin yer aldığı ifadeleri kullanmadıkları gibi bu tür kullanım ve söylemleri sürekli eleştirerek reddetmişlerdir. Bu, örgütün takiye stratejisi ve karakterini ele veren sayısız işaretten biridir. Zira “cemaat” kelimesi anlam ve kullanım açısından geleneksel bir dinî algı yaratmaktadır. Başından beri “radikal” görünmekten ve hatta klasik bir dinî hareket olarak algılanmaktan kaçınarak “farklı, zararsız ve ılımlı” bir görüntü sergilemek isteyen örgüt için “cemaat” gibi kelimeler bile “tedbiren sakıncalı” muamelesi görmüştür. Örgüt hiçbir zaman tamamen dinî bir hareket olarak algılanmak istememiş ve bu uğurda, cemaat kelimesinin bile kullanımından - tavandan tabana kadar - özenle ve ısrarla kaçınmıştır. Son tahlilde, örgütün kendini isimlendirme tercihlerindeki bu bilinçli ve kolektif tutum dahi bu yapılanmanın sosyolojik süreçlerin doğal akışıyla ortaya çıkan ve gelişen bir sivil toplum hareketi değil, başından beri gizli hedefler için organize ve devamında ise terörize olan bir örgüt olduğunu göstermektedir.
Örgütün kurucusu ve lideri olan Fetullah Gülen 27 Nisan 1941 tarihinde Erzurum’un Pasinler ilçesinin Korucuk köyünde doğmuştur. Gülen'in babası Ramiz Gülen cami imamı, annesi Refia Gülen ev hanımıdır. Fetullah Gülen, altısı erkek, ikisi kız, sekiz kardeşin ikincisidir.
Örgüt hakkında dikkat çeken hususlar en başta, Gülen’in isminden başlamaktadır: Gülen’in nüfus kayıtlarındaki ismi “Fethullah” değil “Fetullah” olarak geçmektedir. İki kelime arasındaki “h” farkı, ince ve önemli bir nüans oluşturmaktadır: “Fethullah” tercihi sayesinde Gülen, her mecrada ismi “Feth” yani “Fetih” içeren bir dini lider olarak anılmakta ve telaffuz edilmektedir; “Fethullah”, “Allah’ın fethi” demektir. Bu kullanımla daha en başından, örgüt liderinin isminden başlayarak, daha sonra büyüyecek ve önce Türkiye’ye ardından da tüm dünyaya yayılacak bir “Fetih” hareketi için bu isim üzerinden bir manevi ve kutsal işaret, sırlı bir keramet ve kudsiyet algısı yaratılarak “dinî fenomen” hâline gelmenin hedeflendiği anlaşılmaktadır.

Fetullah Gülen’in babasının sert ve otoriter biri olduğu, bunun yol açtığı ataerkil aile ortamının Gülen’in yetişmesinde ve kişiliğinin şekillenmesinde etkili olduğu da söylenmelidir. Nitekim uzun yıllar bu yapılanma içerisinde yer alan Latif Erdoğan ve Hüseyin Gülerce medyaya da yansıyan kimi ifadelerinde Fetullah Gülen’in öteden beri yakın çevresindekilere şiddet uyguladığını ifade etmişlerdir.  Fetullah Gülen üst üste sınıfta kalarak ilköğreniminin ikinci yılında okuldan ayrılmış ve yaşı geçtikten sonra ilkokulu dışarıdan girdiği imtihanlarla tamamlayıp ilkokul diplomasını almıştır. Babası ile birlikte  Pasinler ilçesine bağlı Alvar Köyü’ne giden Gülen bir süre Alvarlı Efe Hoca'nın dinî sohbetlerinde bulunmuş, fakat alıngan ve agresif tavırları sebebiyle bu sohbetlerde uzun süre devamlılık gösterememiş, buna rağmen ezberinin ve hitabetinin kuvvetli olmasından dolayı vaiz olmuştur. İlk vaazlarını Alvarlı Köyü'nde vermiş ve sonrasında Erzurum'a giderek Sıtkı Efendi isimli bir hocadan dersler almıştır. Muratpaşa Medresesi'nde kurs görmüş, camilerde hocalardan ders almıştır. Gülen 17 yaşındayken, Mehmet Kırkıncı Hoca’nın davetiyle Erzurum'a gelen Said Nursi'nin talebeleri ile tanışmış ve Risale-i Nur derslerine katılmaya başlamıştır. Gülen’in tartışmalı “Nurculuğu” böylelikle başlamıştır.

Fetullah Gülen tarafından örgütün kuruluşu ve çekirdek kadrosunun oluşturulması, 1966 yılında İzmir Kestanepazarı’ndaki İmam-Hatip Derneği ve İlahiyat Öğrenci Yetiştirme Derneğine ait olan Kur’an Kursu’nda öğreticilik ve yine aynı derneğe ait olan öğrenci yurdunda müdürlük yaptığı dönemde olmuştur.  Oluşumundan kısa bir süre sonra “cemaatten örgüte” ve zamanla güç zehirlenmesi yaşayarak “terör örgütüne” evrilen Gülen Cemaatinin örgüt olarak gelişimi üç ana aşamada değerlendirilebilir: İlk aşama, yeraltı faaliyeti denilebilecek düzeyde büyük bir gizlilikle işleyen ve 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren “kuruluş, temellenme ve kadrolaşmaya başlama” aşaması; ikinci aşama örgütün devlet kadrolarının “kılcal damarlarına kadar”sızarak devleti ele geçirme planını uygulayabilmek için kullandığı takiye taktiğine dayalı ikiyüzlü örgüt mekanizmasının hızla işlediği, gizlilik ve “tedbir” ile “güçlenerek yayılma ve yayılarak güçlenme” stratejisinin uygulandığı ve 28 Şubat 1997 post-modern darbe sürecine kadar devam eden “hem toplumda hem devlette yayılma ve her alanda iktidarı ele geçirme” aşaması; üçüncü aşama ise nihai hedef olan “altın vuruş-kıyam-huruç” için “kadrolaşmanın tamamlanması ve asıl niyet için harekete geçilmesi” aşaması olup 15 Temmuz 2016 darbe girişimine kadar sürmüştür.
İlk aşamada “Işık Evleri” denilen öğrenci evleri açılmıştır. Gerek cemaatin taban kadrolar gerekse de kamu kurumlarına yerleştirilecek olan kadrolar buralardan yetiştirilecektir. Işık evlerine ekonomik kaynak sağlamak için bilindik yöntemler kullanılmış, zengin hayırseverlerden ya da zengin olmamakla birlikte hayır hasenata düşkün kişilerden temin edilen yardımlarla bu evler idame edildiği gibi hızla yenileri açılmıştır.
12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonraki ikinci aşama, örgüt için okullaşma ve kurumsallaşmanın başladığı ve büyük bir hızla yayıldığı aşamadır. ANAP iktidarı ile liberal politikaların uygulanması, teknolojik yeniliklerin ülkeye girişi ve revaç bulması karşısında Fetullah Gülen boş durmamış, kendisini “liberalizme uygun, modern ve farklı hoca” profili ile “Ilımlı İslam’ın Gülen yüzü” olarak konumlandırma yoluna gitmiştir. "Hoşgörülü, barışçıl ve devletçi" bir tutum izleyerek, “okullaşma” ve “kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini” tamamlamıştır.

Bu dönemin 1990’lı yıllardaki ikinci yarısı cemaatin hedef büyüterek yurt dışına açıldığı dönem olmuştur. Eğitim faaliyetlerindeki hızlı başarı ve yayılmanın verdiği güç ve rüzgâr, yapılanmanın sadece devletin değil toplumun da kılcallarına sızması konusunda cesaret vermiş, diyalog çalışmaları bu aşamada başlamıştır. Kamu kurumlarına yerleşmeler geometrik bir hızla artarak kitlesel boyutta kadrolaşmaya dönüşmeye başlamıştır. Okullaşma ve kurumsallaşma ile birlikte ekonomik kaynak sağlama yöntemleri bakımından şirketleşme ve holdingleşmeye gidilmiştir. Bank Asya’nın kuruluşu buna en bariz örnek olup, eğitim alanının yanında sağlık, bilişim, finans, taşımacılık, basın yayın gibi alanlarda da faaliyetlere başlanılmıştır.

Üçüncü aşama 28 Şubat 1997 postmodern darbe vakasından sonra başlamaktadır. Bu aşamada Fetullah Gülen 1999 yılında sağlık sorunlarını bahane ederek yurt dışına kaçmış ve ABD’ye yerleşmiş; cemaatin söylemini değiştirerek daha çok evrensel ve küresel ifadeler kullanmaya başlamış; “dinler arası diyalog”, “evrensel insan hakları” gibi küreselleşme konseptine uygun yeni bir söylem geliştirmiştir. “Ilımlı İslam” söylemi artık daha belirgin olduğu gibi daha küreseldir: Bu söylem, sadece Türkiye’ye değil tüm dünyaya karşı vurgulanmakta ve yeni küresel “İslami terörizmin” panzehri olarak sunulmaktadır. Fetullahçı Terör Örgütü, küresel güç odaklarının menfaatleri doğrultusunda Ilımlı İslam şeklinde formüle edilen siyasi projenin bir aracı olarak kullanılmıştır.Toplumun önemli bir kesimi Gülen Örgütünün yoksul öğrencilere yardım eden ve hayır işleriyle iştigal eden bir dini cemaat olduğu düşüncesiyle, dini, milli ve manevi hassasiyetlerle yapılanmanın sosyal alanda gelişerek kurumsallaşmasına destek olmuş ve imkân sağlamıştır. Bu, devletin örgüte bakışı ve desteği için de geçerlidir. Örgütün yıllarca ve devasa boyutlara varacak şekilde ekonomik kaynak toplaması, kendisine eleman devşirmesi ve devlet kurumlarında örgütlenmesi genelde bu tür iyi niyetli yaklaşım ve hassasiyetlerin sonucudur. Kısacası, toplumun gerek milli gerekse de dini ve manevi duyguları ve hassasiyetleri bu örgüt tarafından kullanılarak istismar edilmiş, taviz ve imtiyazlara dönüştürülmüş ve tüm bunlar Fetullah Gülen’i ve takipçilerini gerek maddi gerekse de psikolojik ve sosyolojik olarak özel bir konuma, fakat aynı zamanda bir o kadar patolojik, kibirli ve sorunlu bir konuma getirmiştir: Örgüt kendisini “Hizmet” için “Seçilmiş” kişiler topluluğu ve Gülen’i de “Kurtarıcı Mehdi” olarak konumlandırmıştır.

1980’li Yıllar

1980-1983 Yılları (Sıkıyönetim Dönemi: Tedbir Dönemi)12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra askeri cuntanın İzmir ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlıkları tarafından Fetullah Gülen hakkında yakalanma emri yayınlanmış ve Gülen aynı tarihte İzmir'i terk etmiş ve kaçak yaşamaya başlamıştır.  Gülen, 20.03.1981 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığındaki vaizlik görevinden istifa etmiştir, zira artık resmi bir göreve ihtiyaç duymamakta ve belki de kendini resmi görevin getirdiği kısıtlarla sınırlandırmak istememektedir. Keza 1981 yılına gelindiğinde halkın yardımları sayesinde cemaate ait yurtların sayısının ülke genelinde 100’e çıktığı, kısa sürede müthiş bir ivme yakalandığı, bu yurtlarda kalıp üniversite eğitimlerini bitirenlerin doktor, kaymakam, vb. olarak göreve başladıkları dönemin tanıklarınca ifade edilmektedir.

2000’li Yıllar (Paralel Devlet Aşaması)
Kurulduğundan beri her zaman iktidarın, güçlünün ve kazananın yanında saf tutmaya çalışan FETÖ, bu dönemde de 2002 genel seçimlerinden tartışmasız bir zaferle çıkan AK Parti’ye yakın bir görüntü vermeye özen göstermiştir.
Örgütün otuz yıllık çalışmaları neticesinde eriştiği güç sayesinde 2000’li yılların bu döneminde önceki dönemlere kıyasla daha muktedir olduğu değerlendirilmektedir. Zira bu dönem, 30 yılı aşan devlet kadrolarına yerleşme sürecinin tekemmül etmek ve semerelerini vermek üzere olduğu, ordu ve emniyet dışındaki HSYK, Yargıtay, TÜBİTAK gibi kritik ve stratejik yerlerde de son ve büyük kadrolaşma harekâtının hazırlıklarının yapılıp temellerinin atıldığı ve sonuçlarının alındığı dönemdir. Aynı zamanda bu dönem, örgütün ekonomik ve istihbari gücünün, insan kaynaklarının, yurtiçi ve yurtdışı ağının zirveye ulaştığı ve gerek kamu gerekse özel sektörlerde nüfuz ve hatta hakimiyetin sağlandığı dönem olmuştur. Örgütün 1970’li yıllarda attığı tohumlar 1980’li yıllarda patlayıp filizlenmeye ve hızla yeşermeye başlamış, ardından Gülen’in ifadesiyle “dört bir yanda şehbal açarak” 1990’lı yıllarda dal budak salmış, 2000’li yıllarda hedeflenen her alanı sarmış ve örgüt Altın Nesil’in “Altın Vuruşu” için hazır hale gelmiştir.
Bu dönemin başında -2000 yılında- DGM Başsavcısı Nuh Mete Yüksel tarafından Fetullah Gülen ve yapılanması hakkında “Fethullahçı Terör Örgütü” ismiyle bir dava açılmıştır. “Laik devlet yapısını değiştirerek, dini kurallara dayalı bir devlet düzeni kurmak amacıyla örgüt kurmak” suçundan açılan bu kamu davası, Bülent Ecevit Başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin çıkardığı 4616 sayılı Kanun kapsamında kalmış ve bu sayede Fetullah Gülen bu davadan ceza almadan kurtulmuştur. 4616 sayılı bu Kanun, 23 Nisan 1999 tarihine kadar işlenen suçların kesin hükme bağlanmasının ertelenmesini düzenlenmektedir. Bu kanunda özellikle Gülen’in korunması için Fetullahçıların girişimi ile bu tarihin seçildiği dile getirilmiştir. Zira Gülen bu tarihten önce yurtdışına kaçarak zaman itibariyle bu davanın kapsamı dışında kalmıştır.
Fetullah Gülen'in mahkûm olduğu ikinci bir dava yine Başbakan Bülent Ecevit'in çıkardığı af kanunu ile düşmüştür. Aynı hükümet döneminde ağır cezalar almaktan iki kez Başbakan Ecevit’in erteleme-af düzenlemeleriyle kurtarılmış olması, Fetullah Gülen’in ileriki zamanlarda “ahirette ilk olarak Ecevit’e şefaat edeceği” yönündeki sözlerinin ve ona karşı öteden beri takındığı sıcak ve olumlu tavrının sonraki yıllarda da aynen devam etmesinin sebebini ortaya koymaktadır.
Diğer yandan, Fetullah Gülen yıllar sonra yaptığı kimi açıklamalarda “2000 yılındaki bu iddianame hazırlanırken ne yaptılarsa hepsinden haberinin olduğunu” söylemektedir.  Bu ifade, Gülen’in kendisine ve örgütüne yönelik olası girişimlere aba altından sopa gösterdiği üstü kapalı bir tehdit olduğu gibi, örgütün henüz o dönem itibariyle dahi güçlü ve derin bir istihbari ağa eriştiğinin ifadesidir.
Örgüt bu dönemde de kitlesel algı yönetimi ve halkla ilşkiler çalışmalarını artırarak sürdürmüştür. 2003 yılında düzenlenen ve sonraki yıllarda düzenli olarak tertiplenen “Türkçe Olimpiyatları” organizasyonunda, dünyanın değişik bölgelerinden gelen öğrencilerin Türk halkının gönüllerinde yer etmiş şarkıları seslendirmeleri, “hizmet hareketi” olarak adlandırılan bu yapılanma hakkındaki mevcut olumlu algıyı pekiştiren unsurlardan olmuştur.
Dinler Arası Diyalog faaliyetleri de bu dönemde hız kesmemiş ve artarak devam etmiştir. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfının organizasyonuyla 2000 yılında Şanlıurfa-Harran’da “Dinler Arası Diyalog” toplantısı yapılmıştır. İslam’ın yanı sıra Hıristiyanlığın da hak din olduğu fikrini geniş kitlelere duyurabilmek için bir Müslüman kadın ile Hıristiyan erkeğin müftü, papaz ve haham karşısında nikâhı kıyılmış, Hz. İbrahim’in mekânında kıyılan bu nikâh ile ilgili olarak Zaman Gazetesinde “Diyalogdan Düğüne” başlığı ile 15 Nisan 2000 tarihinde haber yapılmıştır. Yine Dinler Arası Diyalog faaliyetleri kapsamında Mardin’de Kasımiye Medresesinde 13-14 Mayıs 2004 tarihinde bir toplantı yapılmış, bu toplantıya papaz ve hahamlar da katılmıştır. Sembolik olarak Sırat-ı Müstakim Köprüsü kurulmuş, toplantıda üç din temsilcisi de bu köprü üzerinden konuşmalar yapmıştır. Tüm din temsilcileri yine bu köprü üzerinden geçirilerek Şanlıurfa’da yapılan düğünde verilen mesajlar Mardin’de de tekrarlanmıştır.
Örgüt bu dönemde uluslararası bağlantılarını okulları üzerinden daha da geliştirmiş ve 160 ülkeyi kapsayan dev bir “network” oluşturmuştur. Özellikle ABD ile ilişkilerine her zamankinden de özel bir önem vermiştir. Zira ABD’deki örgüt okullarının sayısı bu dönemde hızla artmıştır. Bu nedenle üst düzey yetkililerle yakın ilişkiler geliştirilmesi için hiçbir masraftan kaçınılmamış, seçim bağışlarında vs. bulunulmuştur. Örneğin, FETÖ’nün 2007 yılı itibarıyla İstanbul İl İmamı olan ve akabinde Kenya Ülke Sorumlusu olarak atanan Ahmet Kara, Barack Obama’nın başkanlık yemin törenine davet edilen şahıslar arasında yer almıştır. Söz konusu davet, B. Obama’nın başkan adayı olmasıyla birlikte, Ahmet Kara’nın Fetullah Gülen’in talimatı doğrultusunda, Obama’nın Kenya’da yaşayan ailesiyle ilgilenmesi, akrabalarının çocuklarını gruba ait okula ücretsiz kabul etmesi ve aile fertleriyle iyi ilişkiler tesis etmesinin sonucu olarak gerçekleşmiştir.
Bu dönemde örgüt ekonomik gücünü makro ölçekte kurumsallaştırmaya yönelik adımlar atmıştır. 2005 yılında Fetullah Gülen'in talimatıyla, Gülen’e bağlı iş adamlarını tek çatı altında bir araya getiren Türkiye İşadamları ve Sanayiciler Konfederasyonu (TUSKON) kurulmuştur. İlerleyen süreçte TUSKON dev bir yapıya dönüşmüş ve kendisine bağlı 7 federasyon ve bunlara bağlı 211 üye dernekle faaliyet gösterir hale gelmiştir. Üye iş adamı ve girişimci sayısı 2014 yılı itibarıyla 55.000 civarına erişmiştir.
Bu dönemin ikinci yarısında örgüt, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve onun şahsında AK Parti Hükümetine karşı gizli bir mücadele başlatmıştır. Ankara Çatı İddianamesindeki tanık ifadelerinde AK Parti Hükümetini devirmeye yönelik operasyonların 2009 yılında istihbari çalışmalarla örgüt tarafından başlatıldığı, MİT, emniyet ve jandarmadaki bilgi akışını sağlayan elemanların parti ayırt etmeden bilgi toplamaya başladığı, kişilerin özel hayatları, mali ilişkilerinin tespit edildiği, hükümete yakın olduğu bilinen şirket ve holdinglerin mercek altına alındığı yönünde bilgiler yer almaktadır.

2010’lu Yıllar (Gizli Hedefleri İfşa Dönemi)
Bu dönem örgütün Recep Tayyip Erdoğan’a ve onun şahsında AK Parti hükümetlerine karşı başlattığı gizli mücadelenin açığa çıktığı dönemdir. 7 Şubat 2012 tarihli MİT Müsteşarının ifadeye çağrılması hadisesi örgüt bakımından açık niyet ifşası sayılmazsa, örgüt 17-25 Aralık yargı darbesi teşebbüsüne  kadar bu mücadelesini gün yüzüne çıkarmamıştır. Bunun sebebinin iktidarı devirmeye yönelik saldırı operasyonları öncesindeki hazırlık süreci olduğu değerlendirilmektedir. Zira örgüt dershanelerin kapatılmasının kesin olarak kararlaştırıldığını ve Başbakan’ın o dönemdeki açıklamalarıyla bu konuda geri dönüşün de mümkün olmadığını anlayana kadar çeşitli yollarla hükümeti yer yer ikaz etmeyi ve hatta medyası yoluyla aba altından sopa göstermeyi yeğlemiş, dershanelerin kapatılması konusunda geri dönüşün mümkün olmadığını anladığında ise iktidarı devirmeye yönelik saldırı operasyonları için hazırlıklara başlamıştır.
Bu dönemde örgütünün 17-25 Aralık yargı darbesi teşebbüsü sürecinde başarısız olup, deşifre olmuş ve suçüstü yakalanmış halde adalet karşısına çıkarılmaya başlaması Fetullah Gülen’i dış güçleri açıkça yardıma çağırır hale getirmiştir. Örneğin, 17.11.2015 tarihinde sarf ettiği “Avrupa Birliği olmasa, NATO olmasa, bazı süper güçlerin birliği olmasa cemaatin faili meçhullerle zift kuyularına atılarak, öldürülerek örtbas edilip şeytani baskı uygulanacağı” yönündeki sözleri bozgun psikolojini gözler önüne sermektedir. Gülen’in dış güçlere yönelik bu gibi açıklamaları ve örtülü çağrılarıyla, 19.01.2014 tarihinde MİT tırlarının durdurulması olayı birlikte değerlendirilmelidir. Gülen Türkiye’yi uluslararası kamuoyu nezdinde terör destekçisi bir ülke olarak gösterme çabalarının karşılığında korunduklarını ifade etmektedir.
Diğer yandan Fetullah Gülen 21.12.2015 tarihli konuşmasında “Dimdik durursunuz, Türkiye'nin çınarları gibi. Müminin kendisine zulmeden birisinin işini kolaylaştırması Allah'a karşı terbiyesizliktir” diyerek örgütü hakkındaki adli ve idari süreçlerde ilgili mercilerin işlemlerinin zorlaştırılmasını ve örgüt mensuplarının kolayca teslim olmamasını telkin etmiştir.
Bu süreçte Gülen görüntülü konuşmalarında; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve yetkililer hakkında “Yezit, Karun, Nemrut, Firavun” gibi tanımlamalarla hakaret ettiği, yine kamu görevlilerini tehdit ettiği, FETÖ mensuplarına yönelik hukuki takibat neticesinde gözaltına alınan ve tutuklananlara asla birbirlerinden ayrılmamalarını, herhangi bir itirafta bulunmamalarını, sabretmelerini telkin ettiği, cezaevinde bulunanlar için basın açıklaması, yürüyüş, internet sitelerinde ve gazetelerde haber yapılması gibi eylemlerin yapılmasını, örgüt elemanlarına karşı yapılan operasyonların ve bu operasyonlarda görev alanlardan bir gün mutlaka hesap sorulacağı şeklinde tehditler savurduğu ve örgüt elemanlarına talimatlar verdiği görülmektedir.

Gündem Haberleri