Türk mimarlık ve sanat tarihinde çok önemli yeri olan Mimar Sinan ve eserlerinin tanınması ve korunması için gerekli araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmek amacıyla Mimar Sinan’ı Anma ve Mimarlar Günü kutlanmaktadır. Peki Mimar Sinan'ı Anma Günü ne zamandır? Mimar Sinan eserleri nelerdir? Tüm cevaplar haberimizde.
MİMAR SİNAN’I ANMA GÜNÜ NE ZAMAN?
Türkiye’de her yıl 9 Nisan tarihlerinde Türk mimarlık ve sanat tarihinde çok önemli yeri olan Mimar Sinan ve eserlerinin tanınması ve korunması için gerekli araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmek amacıyla Mimar Sinan’ı Anma ve Mimarlar Günü kutlanmaktadır.
9 Nisan 1588 tarihinde hayata gözlerini yuman Mimar Sinan, 415. Ölüm yıldönümü'nde Türkiye'nin genelinde çeşitli etkinliklerle anılıyor.
9 Nisan 1588 tarihinde öldüğü bilinen Mimar Sinan, her yıl, ulusal çerçevede "Mimarlar Günü" olarak da belirlenen 9 Nisan tarihinde çeşitli etkinliklerle anılmaktadır. Bu bağlamda Gebze Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde, 9 Nisan Mimar Sinan'ı Anma ve Mimarlar Günü'nden başlayarak yaklaşık beş hafta sürecek ve başta mimarlık öğrencileri olmak üzere diğer tüm katılımcılara açık olacak çeşitli etkinliklerin düzenlenmesi planlanmaktadır.
MİMAR SİNAN'I ANMA GÜNÜ NEDİR?
Türkiye’de her yıl 9 Nisan tarihlerinde Türk mimarlık ve sanat tarihinde çok önemli yeri olan Mimar Sinan ve eserlerinin tanınması ve korunması için gerekli araştırma ve geliştirmeyi teşvik etmek amacıyla Mimar Sinan’ı Anma ve Mimarlar Günü kutlanmaktadır. Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğan Mimar Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirme olarak İstanbul’a getirildi. Zeki, genç ve dinamik olduğu için seçilenler arasındaydı. Sinan, At Meydanı’ndaki saraya verilen çocuklar içinde mimarlığa özendi, vatanın bağlarında ve bahçelerinde su yolları yapmak, kemerler meydana getirmek istedi. Devrinin mahir ustaları mahiyetinde han, çeşme ve türbe inşaatında çalıştı. Sinan’ın mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar Halep’te Hüsreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Paşa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir. Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, O’nun sanatının gelişmesini gösteren basamaklar gibidir. Bunların ilki, Şehzadebaşı Camii ve Külliyesidir. Külliyede ayrıca imaret, tabhane (mutfak), kervansaray ve bir sokak ile ayrılmış medrese bulunmaktadır. Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Mimar Sinan’ın en güzel eseri, seksen yaşında yaptığı Edirne Selimiye Camii’dir.
MİMAR SİNAN KİMDİR?
Kanuni Sultan Süleyman döneminde (1520-1566) 19 yıl yeniçeri olarak çalıştıktan sonra askerlik yaşamını izleyen uzun mimarlık döneminde, Osmanlı mimarlığında altın bir çağa imza atan üstün yetenekli bir sanatçıdır.
Tam adı Sinan bin Abdülmennan'dır. Gençlik yılları konusunda fazla bilgi yoktur. Ailesinin kimliği, kendisinin künyesi bilinmemektedir. Bilinen, 1512'de Kayseri'nin Ağırnas köyünde devşirme olarak Yeniçeri Ocağı'na alındığıdır. Bu bilginin ışığında, devşirme çocukların en az 8 en çok 18 yaşında oldukları da göz önünde tutularak, Sinan'ın doğumu 15.yy sonlarıyla 16.yy başları arasına tarihlenebilmektedir. Devşirme çocuklar önce Türk çiftliklerine verilerek buralarda Türkçe'yi, Türk gelenek ve göreneklerini, İslam'ın ilkelerini öğrenirler; sonra yoklamadan geçirilip askeri eğitim görmek üzere Acemi Ocağı'na kaydedilirdi. Yeniçeri Ocağı'nda yer açılınca Divan-ı Hümayun'a bildirilir; padişah tarafından gönderilen bir fermanla buralara Acemi Ocağı'ndan atama yapılır; Acemi Ocağı'ndaki boşluklar da taşra hizmetindeki çocuklarla doldurulurdu. Sinan, taşra hizmeti ve "acemi oğlanlık" dönemlerini dokuz yılda bitirerek "kapıya çıkmış" ve 1521'de Belgrad Sefer-i Hümayunu'na katılmıştır. Daha sonra sırasıyla Rodos (1522), Mohaç (1526), Almanya (1529), iki Irak (1534), Korfu ve Pulya (1537) ile Boğdan (1538) seferlerine katılmış; bu seferlerde bir yandan Yeniçeri Ocağı içinde yükselirken bir yandan da sefer yolları üzerindeki eski yapıları görüp incelemek olanağını elde etmiştir. Sinan'ın mimar olmayı önceden aklına koyarak kendisini bu yolda hazırladığı, katıldığı seferlerde yapı işleriyle görevlendirdiği ve başladığı bilinmektedir. Nitekim, Acem Ali adıyla tanınan Alaeddin'in ölümüyle boşalan hassa baş mimarlığına İkinci Vezir Damat Lütfi Paşa'nın önerisine uyularak 1538'de Sinan atanmış. Hassa Mimarları Ocağı'ndaki bu görevini kesintisiz sürdürdüğü 50 yıl içinde emrindeki hassa mimarlarıyla birlikte küçüklü büyüklü yüzlerce yapıya imzasını atmıştır.
Mimar Sinan'ın yapılarına ilişkin en eski kaynaklar Klasik Dönem'de kaleme alınan yedi yazmadır. Bunlardan Risalüt-ül-Mimariye (Risale-i Mimariye) yarım kalmış bir taslak; üçüyse sınırlı konuları işleyen yapıtlardır. Dayazade Mustafa Efendi'nin Selimiye adlı monografisinde Edirne II. Selim Camisi, şair Eyyubi'nin Padişahname'sinde Kanuni Sultan Süleyman döneminin su yolları ve su yapıları, yazarı bilinmeyen Adsız Risale'de Sinan'ın hamamları anlatılır. Öteki üç yazmadaysa Sinan'ın yaşamıyla ilgili bilgilerin yanı sıra tüm yapıları ele alınır. Şair ve nakkaş Sa-i Mustafa Çelebi'nin yazdığı Tezkiret-ül-Bünyan'da yer verilen yapılar 12 ayrı listede toplanmış; yine Sa-i tarafında kaleme alınan Tezkiret-ül-Ebniye'de yer verilen yapılar 13 ayrı listede sunulmuştur. Şair Asari'ye atfedilen Tufhet-ül-Mi'marin'deyse 12 listede 15 yapı türüne yer verilmiştir. Bu üç tezkerede adı geçen yapılar arasında sayı bakımından önemli farklar görülür. Tezkiret-ül-Bünyan'da 344 yapının adı geçerken, bu sayı Tezkiret-ül-Ebniye'de 378'e, Tuhfet-ül-Mi'marin'de 423'e yükselir. Üç tezkerede kayıtlı yapıların toplam sayısı ise 478'dir. Hamalar bir yana bırakılacak olursa Tezkiret-ül-Bünyan'la Tezkiret-ül-Ebniyebirbiriyle uyumludur. Ancak, bu iki tezkerede adına rastlanmayan pek çok yapıya yer verilen Tuhfet-ül-Mi'marin'i ihtiyatla karşılamak gerekir. Örneğin, yalnız bu tezkerede adı geçen Sultan Selim Camisi (1522) Sinan için çok erken, Diyarbakır Melek Ahmed Camisi (1591) çok geçtir. Zaman açısından olduğu gibi yer açısından Sinan'ın kişisel katkısının bulunamayacağı yapılarda vardır. Sinan, Süleymaniye Külliyesi'nin yapımı süresince (1550-57) İstanbul ve çevresinde başka yapılarla da uğraşmış olmalıdır. Ancak, gene aynı yıllarda ülkenin uzak köşelerinde ikinci dereceden bir vezirin hayratıyla uğraştığını ve eğer uğaşmışsa, işi İstanbul'da planlamanın ötesinde bir katkısı bulunduğunu düşünmek yersiz olur.
Aslında Sinan'ı bir İstanbul mimarı olarak kabul etmek gerekir; çünkü tezkerelerde kayıtlı toplam 478 yapıdan 337'si İstanbul ve çevresindedir. Bunların yapımlarıyla yakından ilgilendiği, batıda Edirne'ye doğuda İzmit'e kadar uzanan bölge içindeki yapılarını da zaman zaman yerinde denetlediği anlaşılmaktadır. Daha uzak yerlerdeki binanın yapımı genelde merkezden gönderilen kalfa ve ustalarca yürütülmüştür. İstanbul ve çevresinde fazlaca görülmeyen oran, ölçü, mimari uyum ve denge aksaklığına daha uzak yörelerdeki Sinan yapılarında sık rastlanması bu yüzdendir. Örneğin, dört yönde tonozlarla bestlenen orta kubbeli iç mekanıyla dengeli bir kütle kuruluşu gösteren Erzurum Lala Mustafa Paşa Camisi'nin (1562) yatay ölçülerine oranla alçak kalmış kütlesi ve Osmanlı Klasik Dönem mimarlığına ters düşen iki renli taş sıralarından yapılmış bodur minaresi, bu yapının İstanbul'da Sinan tarafından planlanmış olsa bile onun denetimi uygulandığını açıkça ortaya koymaktadır. Ankara Cenabi Ahmet Paşa Camisi'nin (1565) düzensiz pencere dizeleri ya da Kayseri Hacı Ahmet Paşa Camisi'nin (1585) mihrap duvarını omuzlayan payandalar da yapımında sorumlu olan mimarın deneyim eksikliğini kanıtlamaktadır. Ancak bu tür örnekler üzerinde durmamak gerekir; çünkü Mimar Sinan'ın önemi, yaptığı ya da ona maledilen yapıtların sayısına değil, tarihsel gelişimin yarattığı kalıpları zorlayacak evrensel bir mimarlığa varabilmiş olmasındadır.
Sinan mimarbaşı olduğu zaman, çok-kubbeli Osmanlı Ulucami tipi, orta kubbesi ötekilerin yaklaşık dört katı olan merkezi kubbeli camiye dönüşmüş ve mimar Yakub Şah Bin Sultan Şah yan sahınkları dörder küçük kubbeli, orta kubbesi önde ve arkada birer yarım kubbeyle desteklenen İstanbul Bayezid Caisi'ni (1506) yapmıştır. Sinan'ın ilk büyük yapıtı olarka kabul edilen Şehzade Mehmet Camisi'nde (1548), Diyarbakır Fatih Paşa Camisi'ni (1520) andırır biçimde, orta kubbeyi hem uzunlamasına hemde enlemesine yarım kubbelerle besleyerek simetrik ve piramidal bir üst örtü sistemini denemiştir. İkinci büyük yapıtı olan İstanbul Süleymaniye Camisi (1557) bir bakıma Bayezid Camisine dönüşmüştür; çünkü iki yarım kubbeyle beslenen orta kubbe düzeni Süleymaniye'de yinelenmiştir. Başka bir deyişle, yönsüz merkezi mekan yerine uzunlamasına eksenin vurguladığı bir sistem uygulanmıştır. Süleymaniye'nin yön belirleyen üst yapı sistemi Ayasofya'nın üst yapı sistemiyle benzerlik gösterse de, bir kare içine yerleştirilmiş bazilikayı tanımlayan örtüsüyle Ayasofya parçalanmış iç mekana ve her parçaya uygun üst yapı düzenine sahipir. Oysa Sinan'ın camilerinde mekan bölünmez bir bütündür. Sinan için ana sorun iç mekanın ne biçimde yoğurulacağı değil; üst örtünün duvar yapısıyla nasıl bağdaştırılacağıdır. İç mekanı, Sivas Ulucamisi (1196) gibi bir eksen üzerinde sıralara ayrılan ya da Bursa Ulucamisi (1399) gibi iki yönde kubbeli mekan birimlerine bölen ortaçağ Anadolu-Türk mimarlığını Sinan, 16.yy'ın eriştiği tekik bilgi birikimi içinde bütünleşirirken, içe kapalı Selçuklu ve erken Osmanlı camisini dışa açarak İslam mimarlığına kötü bir yenilik getirmiştir.
Sinan'ın, mekan bütünlüğü kadar dış kuruluşunun plastiği açısından da en başarılı yapısı 1575'te tamamlanan Edirne Selimiye Camisi'dir Kentin en yüksek tepesi üstüne kurulmuş olan bu yapı, 31.30m çapında kubbesi ve ana kütlenin dört köşesinde yükselen dört minaresiyle görkemli bir dış görünüşe sahiptir. Büyük kubbenin kilittaşının tam altında merkezi mekan kuruluşunu vurgular biçimde yer alan müezzin mahfili; kubbeyi taşıyan sekiz filayağının çatı üstünde kubbe kasnağını payandalayan ağırlık kulelerine dönüşmesi; köşelerde kubbeyi omuzlayan tonozbingi yuvarlaklarının dışa da yansıması, Selimiye'nin dikkatini çeken özellikleri arasında sayılabilir. Kubbenin duvarlara oturmasını sağlayan bingi sisteminin biçim olarak dışarıya yansıması Sinan döneminde gerçekleştirilmiş bir yaniliktir. Önceleri, İstanbul Bayezid Camisi'nde ya da Sinan''ın Üsküdar Mihrimah Sultan Camisi'nde (1548) olduğu gibi, orta kubbe kare-küp biçimli bir tabana oturtuluyordu. Sinan, Şehzade Mehmet Camisi'yle başlayarak kare-kübün köşelerini yontarak içteki küresel bingiyi (pandantif) dışa yansıtmış; orta kubbenin bastığı büyük kemerlerin yan itme gücünü de ağırlık kuleleriyle karşılamak yoluna gitmiştir. Böylece bir yandan estetikle yapı arasındaki organik bağı vurularken, bir yandan da binanın iç kuruluşunun dıştan algılanmasını sağlamıştır. Orta kubbe küresel bingilerinin dışta en güzel yansımasını bulduğu örnek Edirnekapı Mihrimah Sultan Camisi (ykş.1565); tonozbingi yuvarlağının dışa yansıtıldığı ilk örnek İstanbul, Tahtakale'deki Rüstem Paşa Camisi (ykş.1561), en çarpıcı örnekse İzmit Pertev Paşa Camisi'dir (1579). Tonozbingiden daha değişik bir niteliği olan yarım kubbenin en ilginç kullanımıysa orta kubbenin altıgen tabana oturtulduğu camilerde görülür; bunlar arasında Topkapı Kara Ahmed Paşa'yla (1558'den sonra), Kadırga Sokullu Mehmed Paşa (1571) Camileri özellikle kayda değerdir.
Mimar Sinan, Osmanlı Cami mimarisinde gerçekleştirdiği gelişmelerin yanı sıra Osmanlı külliye planlamasına da yenilikler getirmiştir. Yaptığı ilk külliyeler yerleşme düzeni bakımından dikkati çekmez. Örneğin, cami, medrese, mektep, darüşşifa ve hiç bir tezkerede adı geçmediği için, daha sonra başka bir mimar tarafından külliyeye eklendiği anlaşılan darüzziyafeden oluşan Haseki Külliyesi'nde (1538-39) Haseki Caddesi'nin bir yanında bulunan camiyle öbür yanında yer alan öteki yapılar aynı eksen üzerinde planlanmadığı gibi bunlar arasındaki geometrik ilişkiler de zayıftır. Daha iyi tasarlanmış yapı topluluğu olmakla birlikte Şehzade Mehmed Külliyesi'nde de (1543-48) henüz uyumlu bir yerleşme düzeni görülmez. Büyük bir meydanın bir yanına cami ve hazire, bir yanına medrese ve tabhane yerleştirilmiş; ancak meydanın güneyinde ayrı bir yapı grubu oluşturan darüzziyafeyle mektebin meydanı çevreleyen yapılarla bütünleşmesi sağlanamamıştır. Yerleşme düzeni bakımından en kayda değer Sinan yapısı bina toplulukları Süleymaniye, Atik Valide ve Zal Mahmud Paşa Külliyeleri'dir. Bunlarda erken Osmanlı külliyesinin arazinin eğrilerine uydurularak topoğrafyaya oturtulan binalarının organik düzeniyle İstanbul Fatih Külliyesi'nin yerleşme düzeni ana çizgilerile Fatih Külliyesi'ni andırır. Ortadaki büyük meydanın merkezinde cami, uzun kenarlarında medreseler, kısa kenarlarının birinde de darüşşifa, darüzziyafe ve tabhane yapıları yer alır.
Ancak Fatih Külliyesi'nden farklı olarak Süleymaniye'de yapılar Haliç'e doğru alçalan çeşitli teraslar üstüne oturtularak; batıda Evvel ve Sani Medreseleri'yle Darüttıb'ın altı Tiryaki Çarşısı, doğuda cami meydanının altı Bakırcılar Çarşısı dükkanlarıyla doldurulmuş; Salis ve Rabi Medreseleri'yse dik bir yamaç üstünde kademli yapılıp bunların doğru cephelerinin altına da bir sıra hücreden oluşan Mülazımlar Medresesi yerleştirilmiştir. Süleymaniye'de bulunan üç-boyutlu planlama sistemi Üsküdar, Toptaşı Atik Valide Külliyesi'nde (1577-83) daha çarpıcı bir uygulamayla ortaya çıkar. Burada da cami büyük bir avlu içinde düşünülmüş, cami avlusunda daha düşük düzeyde olmak üzere medrese avlusunun kuzeyine, tekke doğusuna, darülhadis batısına konulmuş; bir sıra hücre biçiminde planlanan darülhadisin bir kat altında da darüşşifa-darüzziyafe-kervansaray grubuna yer verilmiştir. Bu üçlü gruplama Süleymaniye'deki sisteme akla getirmekteyse de Süleymaniye'de darüşşifa, darüzziyafe ve tabhane bir sıra üstünde ama birbirinden bağımsız yapılar olarak ele alınmıştır. Atik Valide'deyse kendi iç avluları çevresinde düzenlenmiş olan darüzziyafe ve tabhane, revaklı bir orta avlunun iki yanına, kervansarayın iki kanada yerleştirilmiş ahırları bunun önüne konulmuş; gene kendi iç avlusu çevresinde düzenlenen darüşşifa da bu yapıya bitiştirilerek uyumlu ve dengeli bir anıt yaratılmıştır.
Eyüp Zal Mahmud Paşa Külliyesi'nin (1572-80) iki kademeli yerleşme düzeni Sinan'ın ustalığına dikkati çekmektedir. Sinan, Zal Mahmud Paşa Külliyesi'nde farklı kotlardaki iki yol arasında kalan bir arsada camiyle bir medreseyi üst kademeye türbeyle ikinci bir medreseyi (ya da tekkeyi) alt kademeye yerleştirmiş; alt ve üst avluları bir merdivenle bağlayarak akıcı bir dış mekan elde etmiştir. İki ayrı düzeyde yaratılan çifte platformlu bu plan uruluşunda caminin önünde "U" biçiminde üç katlı bir medrese oluşmuş; camiyle medresenin aynı şadırvanlı avludan yararlanmaları öngörülmüştür. Camiyle medresenin aynı avluyu ortaklaşa kullanması biçiminde uygulama, Sinan'ın daha önceki çeşitli yapılarında da görülmektedir. Bunlar arasında Halep Deli Hüsrev Paşa (1544), Beşiktaş Sinan Paşa (1555), Topkapı Kara Ahmed Paşa, Lüleburgaz (1570), Kadırga (1571) ve Yakacık (Eski Payas, 1574), Sokullu Mehmed Paşa ile Van Köse Hüsrev Paşa (1568) Cami ve Medreseleri sayılabilir. Zal Mahmud Paşa Külliyesi'nin üst avlusuyla alt avlusunun serbest bir planlama düzeni içinde bağlanması, Sinan'ın, yaşamının son yıllarında, akıcı mekan kavramı üzerinde durduğunu göstermesi açısından da önem taşır. Sinan'ın gene son yapıtlarından biri olan Üsküdar Şemsi Ahmed Paşa Külliyesi de aynı düşüncenin ürünüdür. Camiye çarpık yerleştirilmiş "L" biçimindeki iki kollu medreseyle cami arasında kalan ve kapıdan girişte bir dirsek yaparak Boğaz'a doğru açılan avlu, asimetrik ancak bilinçli bir uygulamanın örneğidir. Burada karşılaşılan mimarlık anlayışını baroku sezinleyen bir küçük ışık olarak tanımlamak olasıdır.
Mimar Sinan'ın camileri ve külliyeleri dışındaki yapıtları arasında dikkat çeken tek yapıların sayısı az değildir. Sekizgen prizma gövdeli Hüsrev Paşa Türbesi (1545) zevki bir işçiliğin ürünü olan oyma taş bezemeleri; Ayasofya Camisi haziresinde bulunan II.Selim Türbesi (1576) köşeleri pahlı kare-küp gövdesi, içteki sekiz sütuna, dıştaki beden duvarına oturan çift keperli kubbesi iznik çinileri ve kalemkari nakışlarıyla Sinan'ın en süslü iki yapısıdır. Çini bezeme açısından vezir camileri arasında Tahtakale Rüstem Paşa Camisi (1561), sakıflı camiler arasında Kocamustafapaşa'da Ramazan Efendi adıyla tanınan Hüsrev Çelebi Camisi (1586) ilk sırayı alır. Bugün sağlık merkezi olarak kullanılan Eyüp Sokollu Mehmed Medresesi (1568) dikdörtgen avlulu medrese tipinin; Cağaloğlu Rüstem Paşa Medresesi'yle (1550) sekizgen bir avlu çevresinde düzenlenmiş mimari kuruluşuyla, sekiz köşeli Amasya Kapıağası Medresesi'nin (1488) yeni bir yorumunu temsil etmektedir.
Barbaros Hayrettin Paşa tarafından 1534-46 arasında Zeyrek'te yapıtırılan Çinili Hamam yan yana tasarlanmış çifte hamam türünün, Ayasofya'nın karşısında yer aldığı için Ayasofya Hamamı da denen Haseki Hürrem Sultan Hamamı (1557) sıcaklık bölümleri sırt sırta, soyunmalıkları iki uçta olan özgün bir çifte hamam kuruluşunun; Kemerburgaz yakınlarında Kanuni dönemi yapıların Mağlova Kemeri'yle (1554-64) Vişegrad'da Sokullu Mehmed Paşa tarafından yaptırılan 11 gözlü Drina Köprüsü'de (1577) türlerinin güzel örnekleridir. Büyükçekmece'de tek katlı büyük bir mekandan oluşan Sultan Süleyman Kervansarayı, menzil hanının; İstanbul'da, Çakmakcılar Caddesi üzerinde bulunan ve tezkerelere Ali Paşa Kervansarayı adıyla geçen iç avlulu, iki katlı, çok odalı yapı kent hanının örnekleridir. İki katlı çift avlulu Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı'ysa (1560) hem kent, hem menzil hanı olarak planlanan iki işlevli bir yapıdır.Mimar Sinan'ın mimarlık tarihi içindeki yerini tasarladığı yapıların sayısı ya da çeşitliliğinden değil yaratıcı kişiliğinde aramak gerekir. Sinan, her şeyden önce, Osmanlı mimarlığından son ortaçağ kalıntılarını söküp atan, yapı sanatını akılcı kurallara bağlayarak, Osmanlı Klasik Dönem mimarlığını doruğa ulaştıran kişidir. Geliştirdiği mimarlık okulunun, ölümünden sonra 150 yıl daha çırakları ve onların yanında yetişen mimarlarca yaşatılmış olması, etkinliğini açıkça ortaya koymaktadır. Mimar Sinan, vasiyetine uyularak Süleymaniye Külliyesi'nin kuzeydoğu köşesinde Mimar Sinan Caddesi'yle Fetva Yokuşu'nun kesiştiği yerde toprağa verilmiştir.
MİMAR SİNAN ESERLERİ NELERDİR?
1543-1548 İstanbul Şehzade (Mehmed) Külliyesi
1544-1555 Tahtakale - İstanbul Rüstem Paşa Külliyesi
1546 İstanbul Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi
1546 Zeyrek - İstanbul Hayrettin Paşa Hamamı (Çinili Hamam)
1547-1548 Üsküdar - İstanbul Mihrimah Sultan Külliyesi
1550 Cağaloğlu - İstanbul Rüstem Paşa Medresesi
1550-1557 İstanbul Süleymaniye Külliyesi
1551-1566 Eyüp - İstanbul Zal Mahmut Paşa Külliyesi
1553-1555 Beşiktaş - İstanbul Sinan Paşa Külliyesi
1555-1563 Alibey Köyü - İstanbul Kırkçeşme Su Yapıları
1556 Sultanahmet - İstanbul Haseki Hürrem Sultan (Çifte) Hamamı
1560 Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı
1562-1565 Edirnekapı - İstanbul Mihrimah Sultan Külliyesi
1564-1569 Lüleburgaz Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi
1566-1568 İstanbul Büyükçekmece Köprüsü
1566-1567 Büyükçekmece - İstanbul Sultan Süleyman Kervansarayı
1567-1575 Edirne Selimiye Külliyesi
1571-1572 Kadırga - İstanbul Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi
1573-1577 Kasımpaşa - İstanbul Piyale Paşa Camisi
1574-1577 Ayasofya - İstanbul Sultan II. Selim Türbesi
1577-1583 Azapkapı - İstanbul Sokullu Mehmet Paşa Camii
1577-1583 Üsküdar - İstanbul Valide Sultan Külliyesi
1578 Topkapı Sarayı - İstanbul III. Murat Köşkü
1580 Tophane - İstanbul Kılıç Ali Paşa Camisi
1580 Üsküdar - İstanbul Şemsi Ahmet Paşa Camisi