Miraç gecesiini önemli kılan olaylar neler? Miraç ne demek? Miraç kelimesinin anlamı nedir? Miraç gecesi ne oldu? Peygamber efendimize Miraç gecesinde verilen 3 şey nedir? Miraç gecesinden peygamberimize verilen hediyeler neler? Miraç kandilinde ne oldu? Miraç neden Kudüs'te ve Mescid-i Aksa'da gerçekleşti? İşte miraç ile ilgili merak edilenler...
MİRAÇ NE DEMEK?
Miraç, kelime manası itibariyle "merdiven", "yükselecek yer", "en yüksek makam" manalarına gelmektedir.
MİRAÇ GECESİ NE OLDU?
Müslümanların Mekke şehrinden Medine şehrine göçtüğü Hicret'ten bir yıl veya on yedi ay öncesinde, Recep Ayı'nın 27. Gecesi, Peygamber Efendimiz (s.a.v) önce Mescid-ül Haram'dan Kudüs'e yani Beytü'l Makdis'e götürülür. Bu aşama Kur'an-ı Kerim'de gece yürüyüşü anlamına gelen isra kelimesi ile adlandırılır.İkinci aşamada ise Hz. Muhammed (a.s.m) Beytü'l Makdis'ten Allah'u Teala'nın huzuruna doğru yolculuğa başlar. Peygamber Efendimiz'e Peygamberliğin müjdelenmesinden 8 sene sonra gerçekleşen hadisede Müslümanlara namaz müjdelenmiştir. Peygamber Efendimiz, Allah'ın huzuruna yükselirken birinci semada Hz.Adem (a.s), ikinci semada Hz. Yahya ve Hz. İsa (a.s), üçüncü semada Hz.Yusuf (a.s), dördüncü semada Hz. İdris (a.s), beşinci semada Hz. Harun (a.s), altıncı semada Hz. Musa (a.s) ve son olarak yedinci semada Hz. İbrahim (a.s) ile görüşmüştür. Peygamber Efendimiz, ismi geçen peygamberlere imamlık etmiş ve namaz da kıldırmıştır.
MİRAÇ NEDEN KUDÜS’TE VE MESCİD-İ AKSA’DA GERÇEKLEŞTİ?
Mescid-i Aksâ ve etrâfının mübârek olması ise şöyle îzâh edilmiştir:
Dîn ve dünyâ bereketiyle bereketlendirilmiştir. Etrâfında yeşillikler ve ırmaklar vardır.
Pek çok peygamber orada yaşamış ve bu sebeple de vahyin iniş mekânı olmuştur.
İsrâ hâdisesi sebebiyle de ayrıca bereketli kılınmıştır.
Bu yolculukta Cenâb-ı Hak, kulu ve Resûlü’ne acâyip ve hârikulâde hâdiseler göstermiştir.
MİRAÇ’TA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN HEDİYELER NELER?
Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Resûlullâh’a (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi…” (Müslim, Îman, 279)
Bununla birlikte Mîrâc’daki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir.
Burada âşikâr olan, Allâh Resûlü’nün Miraç’daki tecellîleri bir hayâl olarak değil, kalp ve vicdânının da tasdîk ettiği bir hakîkat olarak müşâhede etmiş olduğu keyfiyetidir. Yâni:
مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَاَى. اَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَا يَرَى .
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12)
Allâh Resûlü, Miraç gecesi Rabbine mülâkî olup sayısız tecellîler ve ibretli hâdiseler müşâhede ettikten sonra, hiçbir kulun ulaşamayacağı o husûsî makamdan geri dönerken, Cebrâîl’i (a.s.) bıraktığı yerde (Sidretü’l-Müntehâ’da) bir defâ daha aslî sûretinde gördü.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَلَقَدْ رَاَهُ نَزْلَةً اُخْرَى. عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى
“And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14)
Âyette Allâh Resûlü’nün makam cihetiyle Cebrâîl’den (a.s.) daha ileride olduğuna işâret edilmiştir. Nitekim Cebrâîl (a.s.), Mîrâc Gecesi’nde kendisinin: “Bir parmak ucu daha yaklaşsaydım, muhakkak yanardım!” dediği makamda kalmış ve Peygamber Efendimiz daha ileriye gitmiştir. Bu hakîkat, Allâh Resûlü’nün dönüşte tekrar Cebrâîl’e rastlaması ile daha bâriz bir şekilde anlaşılmaktadır.
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى. اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى .
“Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16)
Fahr-i Kâinât -aleyhi ekmelü’t-tahiyyât- Efendimiz’e soruldu:
“–Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?”
Buyurdular ki:
“–Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279)
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhümâ-’nın rivâyetlerine göre:
Allâh Teâlâ, Mûsâ’yı kelâm, İbrâhîm’i dostluk ve Muhammed Mustafâ’yı da ru’yetullâh (Cenâb-ı Hakk’ı keyfiyeti bizler tarafından bilinemeyecek bir sûrette müşâhade etme) şerefiyle taltîf etmiştir. (Taberî, XXVII, 64)
Gözün Mahbûb’un huzûrunda O’ndan (sevgiliden) başka bir yere kaymaması, edebin en üst noktasıdır. Hakîkaten:
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى . لَقَدْ رَاَى مِنْ اَيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى.
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18)
Bu âyetlerden de anlaşıldığı vechile Hazret-i Peygamber, Cebrâîl (a.a.) dâhil hiçbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı “Sidre-i Müntehâ”nın ötesine geçirildi. Âyette, beşer idrâkine “birleştirilmiş iki yay arası veya daha az” mesâfe olarak bildirilen keyfiyetiyle kullarca kavranması muhâl ve mahrem olan bir vuslat vukû buldu.
Bu vuslatta Peygamberler Sultânı, kelâmın ifâde hudûduna sığmayacak derecede ulvî ve büyük hakîkatler, yâni Rabbin rubûbiyet âyetlerinden, mülk ve saltanatının ihtişâmından, ancak müşâhede ile ulaşılabilecek büyük âyetler gördü.
Burada müfessirlerin beyânı, “Hazret-i Peygamber, kalp gözü ile Allâh’ı gördü.” şeklindedir. (Taberî, XXVII, 63)
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem:
“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78)
Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:
“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)
En doğrusunu Allâh bilir…[6]
MİRAÇ’TA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN ÜÇ ŞEY NEDİR?
Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu, şu şekilde açıklanmıştır:
1- Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hazret-i Peygamber, Mûsâ’nın (a.s.) tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevap yazılır, yaptığı takdirde ise on sevap yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” (Müslim, Îman, 259)
Bu husustaki uzun hadîs-i şerîfte beyân olunduğu üzere Allâh Teâlâ, başlangıçta elli vakit olarak emredilmiş olan namazı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in müteaddid mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Bunun mânâsı, insanlar üzerindeki hukûkullâh îcâbı olarak namazın elli vakit kılınmasının müstehak olduğu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutf u keremi ile bu mükellefiyetin bire on nisbetinde azaltıldığıdır. Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) beyânı, beşer için aslî faâliyetin ibâdet olduğu, ancak merhamet-i ilâhiyye îcâbı en zayıf fert dahî dikkate alınarak bu hususta tenzîlât yapıldığı mânâsına geldiği gibi, mecbûrî olmamakla birlikte beş vakitten fazlasına cevaz verildiğini ve bunun gerekliliğini de ifâde eder.
Kâmil mü’minler, farz olan bu beş vakte ilâveten, kuşluk, işrâk, evvâbin gibi nâfile namazlar kılarlar ve bilhassa gece teheccüde kalkarlar. Bütün bunlar bu vâkıanın tabiî bir neticesidir. Ancak bu gibi ibâdetlerin, insanların tâkat getirebilen ve o zevke ulaşabilen kısmına âit olması için, namaz emri elli vakitten başlatılıp bilâhare Hazret-i Peygamber’in mürâcaatı ile beş vakte indirilmiştir.
2- Allâh Resûlü’ne hitâben:
“Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248)
3- Bakara Sûresi’nin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir.