Mürüvvet Sim kimdir

Çocukluğunu içinde bir yerlerde tutup sonunda hayallerine kavuşmuş, Yeşilçam'ın sevilen oyuncularından Mürüvvet Sim'in hayat hikayesidir.

‘’Göster ama elletme’’ diyerek ilişki dünyasının temelini bulan, yeri geldiğinde çirkefleşip, yeri geldiğinde bir hanımefendi olan, ,ille de kendini sevdirmeyi bilen kadın, Mürüvvet Sim.

Birer motto haline gelmiş cümleleri ve de mimikleriyle Türk filmlerinden hayatımıza dokunmayı hep bildi o. Tonton haliyle her gülümsediğinde yüzünde güller açsa da, çocukluğu zor ve yalnızdı.

Ama o, yalnız ve beş parasız geçmiş bir çocukluk için fazla güçlüydü. Bir de hırslı. Mürüvvet Sim, bence hayatını kendisine hediye etti.

O adeta küllerinden doğarak yaşadı ve tekrar ait olduğu yere döndü.

Mürüvvet doğdu

Mürüvvet 23 Nisan 1929’da Tekirdağ Büyükyoncalı köyünde, yıllar sonra kendi anlatımından öğreneceğimiz kadarıyla bir tarlada doğdu. Ailesi yokluk içinde yaşıyordu. Mürüvvet doğduğunda annesi acılar içinde göbek bağını çekme bıçağı ile kesti ve tarlaya bırakıverdi.

İnanılanın üzerine göbek bağı bırakıldığı yerden geleceği şekillenmeliydi çocuğun. Ama Mürüvvet hırçınlığı, cesareti ve hatta yaramazlığı ile kendini geleceğe taşıdı. Belki de o gün o tarlada Mürüvvet’in göbek bağı toprağa düştü, büyüdü ve çiçeklerini açtı; Mürüvvet’in hayatı işte o topraktan adeta fışkırdı.

Annesi eski zaman kadınlarından biri olarak aslında sıradan bir doğum yaşamıştı. Mürüvvet’i doğurdu, şalvarına sardı, sıradan bir eylemmişçesine atının terkisine attı ve eve getirdi. Mürüvvet de artık bu sefaletin bir parçası olacak büyüyecekti.

Korkunç Mürüvvet

Tekirdağ’da yaşamını sürdüremeyeceğini anlayan aile İstanbul’a, Topkapı Tekkeci Mahallesi’ne taşındı. Mürüvvet, henüz 2 yaşındaydı.

Ailesi bir süre İstanbul – Tekirdağ arasında gide gele hayatlarını sürdürdüler. Annesi evlerde hizmetçilik yapıyor, babası da bahçelerde çalışıyordu. Mürüvvet de kaşla göz arasında, her gün bir yaramazlık geliştirerek büyüdü gitti. Tophane’nin tüm sokakları onundu. Öyle yaramazdı ki, mahalleli artık ona ‘’Korkunç Mürüvvet’’ adını takmıştı.

Mahallelinin bu adı taktığı kadar da vardı. Artık onları çileden çıkarıyor, rahat bir gün geçirmelerine izin vermiyordu. Mahalleli de biraz olsun rahat bir nefes almak için onu parasını verip sinemaya gönderiyorlardı.

Mürüvvet her film dönüşü mahalleliyi etrafına çember edip izlediği filmi baştan sona hiç sıkılmadan canlandırarak anlatıyordu.

Aslında Mürüvvet’in her hareketi ona yeni kapılar açtı; tıpkı her insanın hayatında olduğu gibi. İşte yaramazlığından kurtulmak için ona aldıkları sinema biletleri, Mürüvvet’in gelecek biletleriydi. Çünkü Mürüvvet’in oyunculuğa ilgisi bu filmler sayesinde başlamıştı ve o Yeşilçam’ın yıldızlarından biri olacaktı.

Mürüvvet okula başladı

Mürüvvet’in ailesinin yoksul olduğu gerçeği İstanbul’a taşındıklarında değişmedi. Mürüvvet adeta bir yaramazlık abidesi olarak herkesi canında bezdirirken bir yandan da büyüyordu. İhtiyaçları, istekleri de artıyordu. Kim bilir belki de bunca hırçın olmasının sebebi parasızlıktı.

Mürüvvet okul çağına geldiğinde ailesinin okul masraflarını karşılayacak durumu yoktu. Mahalleli elini bu sefer de cebine attı ve Mürüvvet’i okula yazdırdı. Tek tesellileri okul saatleri boyunca cam çerçeve indiren, her eve dalıp keyfince yemek yiyen, ele avuca sığmayan o yaramaz çocuğun okul saatleri boyunca mahallede olmayacak olmasıydı. Varsın gerisini okuldakiler düşünsündü.

Mürüvvet okulda da mahalledekinden farklı bir tutum sergilememişti. Yaramazlıkları okul gibi disiplin gerektiren bir ortamda kabul edilebilir değildi. Aldığı her uyarıdan sonra yine bildiğini okuyan Mürüvvet iki kez okuldan atıldı.

Onu her seferinde başka okula naklettiler. Ancak öğretmeni Sabriye Hanım dayanamayıp onu geri getirmek için giderdi. Yine de hiç dayak yemedi. Sabriye Öğretmen, onu en fazla çimdiklerdi. Hırsını alamasa da ona hiç el kaldırmadı. Mürüvvet’te adeta şeytan tüyü vardı.

Mürüvvet okulu bırakmak zorunda

Mürüvvet beşinci sınıftayken, II. Dünya Savaşı zamanları yaşanıyordu ve o uyuz kapmıştı. Bu sebeple okulu bırakmak zorunda kaldı.

Mürüvvet artık tüm zamanını evinde geçirmek zorundaydı. Sefaletin üzerine bir de bu dert eklenmişti. Tüm haylazlıklarına rağmen o, okulu seven ve okumak isteyen bir çocuktu. Onun gibi aklı her hinliğe çalışan bir çocuk için uyuzluk bir engel olamazdı. Çalıştı, çabaladı ve sonunda dışarıdan sınavlarını vererek ilkokuldan mezun oldu.

Bu kadarla kalamazdı, ortaokula devam etmeliydi. Üstelik artık uyuz da değildi. Hoplaya zıplaya okula gidebilirdi. Ancak küçük bir sorunu vardı: Onu okula kaydettirmesi için bir velisi yoktu.

Mürüvvet kendine bir veli buldu

Anne babası hala hayattaydı, eksik olmasındı. Ama onların okuma yazmaları yoktu. İmza atamazlardı. Zaten hayat kargaşasında öyle bir kaybolmuşlardı ki, Mürüvvet’in okuluna yetişemeyecek kadar meşguldüler. Mahalleli de muhtemelen onu artık çocuk olarak görmüyordu ya da herkesin kendi halinde işi gücü, derdi tasası vardı.

Mürüvvet kimseden yardım isteyemeyeceğini hissettiğinde, işin başa düştüğünü fark edip düştü kayıt yollarına. İlk iş, Nahiye Müdürlüğü’nde aşı olmalıydı. Ama muhtemelen çocuk olduğu için yapamayacağı birçok şey vardı.

Koridorda gövdesi put olmuş dururken, gözleri fıldır fıldır etrafı tarıyordu. Radarına elinde birkaç kağıtla dolaşan yakışıklı bir adam takıldı. Hiç düşünmeden bir anda tüm vücuduyla bu adama doğru koştu ve nefes nefese kalmış, bir yalvarma tonundaki sesiyle adama ‘’Benim velim olur musunuz?’’ dedi. Muhtemelen o anda gözleri sesinden daha çok yalvarıyordu ki, adam bu küçük kızın isteğine karşı koymadı, Mürüvvet’in velisi olmayı kabul etti.

Mürüvvet’in yeni velisi, Vahdi Ersin, Nahiye Müdürlüğü’nde katipti. Genç adam Mürüvvet’in çok cesur olduğunu düşünüyordu. Öyleydi de; Mürüvvet hayatı kendi avuçlarında tutmayı çok küçük yaşta öğrenmişti.

Katip Mürüvvet’in ortaokul kaydını yapmıştı. Artık yeniden okullu olmuştu işte. Üstelik artık öyle yaramaz, ele avuca sığmaz Mürüvvet de gitmişti. İçinde bir yerlerde o yaramaz küçük kızı saklı tutarak güvenilir, akıllı bir genç kız olmuştu.

Evet, güvenilirdi. Okul hayatı boyunca velisi olmuş katip, ona çok güveniyordu örneğin. Öyle ki, Fener’e tayini çıktığı zaman, Mürüvvet oralara kadar yorulmasın diye onun bütün tezkerelerini imzalayıp da gitti.

Seneler sonra Vahdi Ersin ve Mürüvvet, tiyatro sahnesinde rol arkadaşı olacaklardı.

Sanat okulu öğrencisi, Mürüvvet

Mürüvvet’in artık gözünde de gönlünde de tek bir dert vardı; Sanat okuluna gidebilmek. Ufuk çizgisinde gördüğü tek şey tiyatro sahnesi ve ondan sonrasında da gün batımı hep turuncuydu.

Gönlüne Amerikan Kız Sanat Okulu’na gitme fikri düşmüştü bir kere. Ama fakirlik iliklerinde dolaşıyordu adeta. Bu okulu da bilmezdi ya, mahalleden arkadaşı Seta gittiği için biliyordu.

Hayalleri büyüktü, ama çemberi dardı işte. Bundan sonra bildiği tek yer olan bu okul için savaşı başlatmıştı.  Annesine yalvardı, ilk taksiti öde diye. Kadın şaşkın, perişan, düşünceli… Okulun bir aylık taksiti onların o ay geçinmesi için gerekli olan paraydı. Ama Mürüvvet ölesiye istiyordu ve sadece ilk aylığı öde, ben gerisini hallederim diyordu. Annesi de çekemedi kızının üstünden elini. Belli ki, o kendini kurtaracaktı.

Mürüvvet de artık Amerikan Kız Sanat Okulu öğrencisi olmuştu. Lisan ve sanat öğrenecekti. Okul Çemberlitaş Türbesi’nin karşısındaydı. Zenginlerin okuduğu okula, tramvaylara kaçak binse de, arınmış bir ruhla gidiyordu sanki. Aslında buraya, sonrasında da sahneye ait olduğunu hissettiği o hırslı kızın ruhuyla…

İlk bir ay rüya gibi geçti gitti. Süre dolduğunda okul bir sonraki ayın taksitini talep ediyordu. Mürüvvet bir iki geçiştirse de sonunda dayanamadı ve Spor Öğretmeni Mukadder Hanım’a döktü içini. Beni kovmayın diye yalvardı. Hatta okul ücretini sabahları erkenden gelip okulu temizleyerek, sobayı yakarak karşılayabileceğini bile söyledi.

Mukadder Hanım, Mürüvvet’in bu haline dayanamadı. Çünkü Mürüvvet bir ay gibi kısa bir zamanda kendini kanıtlamıştı, çalışkan bir öğrenciydi. Okul müdürü ile görüştü ve okulun tarihinde ilk olacak bir karar alındı: Münevver okulun burslu öğrencisi olacaktı.

Mürüvvet, dünyanın en mutlu insanıydı. Okula adeta uçarak gidip geliyordu. Okulu başarıyla bitirerek kendisine destek olan herkesi ve ailesini gururlandırdı.

Bundan sonraki eğitim adresi, Akşam Kız Sanat Okulu olacaktı.

Mürüvvet sahnede

Okulda bir piyes sahnelenecekti: ‘’Ayşe’nin Köyü’’ opereti. Bütün roller dağıtıldı. Mürüvvet, en son akla gelecek isim bile değildi aslında. Ama o istemeyegörsün bir şeyi, koparacak da olsa alırdı. Yalvardı, yakardı, bir figüranlık kaptı. Ama tüm roller de ezberindeydi.

Oyuna iki gün kala Münevver için bir mucize gerçekleşti. Oyunun başrol oyuncusu Güzide, Nükhet Duru’nun annesi, bir kaza geçirdi. İki gün içinde yerine konacak kimse olmadığından başrol Mürüvvet’e verildi. Bu hırslı kız, sonunda istediği yerdeydi; sahneye ilk adımını atmıştı.

Oyun sergilendikten sonra Mürüvvet manşetlerdeydi: ‘’Yeni bir Cahide doğdu’’ diye yazmışlardı. Bundan sonra hayalleri gerçekti, Mürüvvet sahnelerin aranan oyuncusu olacaktı.

Mürüvvet ve tiyatro serüveni

Bugüne kadar tiyatroya ulaşmanın hayali ve hırsıyla geçirdiği günlerini bundan sonra tiyatro sahnelerinde rollere can vererek geçirecekti, Mürüvvet.

Mürüvvet’in profesyonel tiyatro hayatı 16 yaşındayken Raşit Rıza Topluluğu ile başladı. Suat Sim ile evlendiğinde de Ses Tiyatrosu’na geçti.

Sinema hayatı başlayana kadar Muammer Karaca Tiyatrosu ve Şen Ses Topluluğu’nda da çalıştı. Hatta ileride bir bankanın çocuk tiyatrosunda oyuncu ve yönetmen olarak da çalışacaktı.

Mürüvvet Sim ve evlilikleri

Mürüvvet Sim ilk evliliğini Suat Sim ile yaptı. Evliliklerinden bir oğulları oldu. Ancak bu evlilik bitecekti.

İkinci evliliğini ise, dublaj sanatçısı Temuçin Caymaz ile yaptı. Bu evlilikten de Zafer adını verdikleri bir oğlu daha oldu.

Mürüvvet Sim sinemada

Mürüvvet, tıpkı izlediği filmlerdeki oyunculardan biri gibi beyaz perdedeydi artık. 1950’de Mümtaz Ener’in yönetmen koltuğuna oturduğu ‘’Onu Affettim’’ ile tanıştı sinemayla. Ayşecik serisinden, Neşeli Günler’e kadar birçok filmde rol aldı.

Mürüvvet Sim, 1952’den itibaren sürekli olarak sinema filmlerinde rol aldı. Yeşilçam’ın aranan isimlerindendi. Oynadığı neredeyse her rolde, iyi kalpli, yufka yürekli bir kadındı. İçindeki sevgi onu buralara kadar getirmişti. Bütün filmlerinde yaşadıklarının izini silmiş ve umut dolu, gülümseten bir Mürüvvet vardı. Kötü karakter rolleri ona göre değildi, bunu çabuk keşfetmişti.

Her filmde sanki artık tanıdığı birini konuk ediyordu insanlar evine. Her zaman dul bir kadın ya da uyanık bir anneydi. Bir konak varsa oranın aranan hizmetçisi ya da nemfomanyak Rum pansiyon işletmecisiydi.

Sezercik’in, Ayşecik’in teyzesi olup tüm kötü karakterleri karşısına alırdı. Gülen Gözler’de Adile Naşit’in Mürüvvet Sim’in kafasına geçirdiği bir tencere yaprak sarma muhtemelen hala sizin de hafızanızdadır.

Çirkef, dedikoducu, kavgacı rolleri ile hepimizin evine şenlikler getirdi. Kendine has hareketleri, azarları, mahalle ağzıyla konuşmaları ile evimizden biri haline geldi.

Hatta ‘’Neşeli Günler’’de kızına verdiği ‘’Göster ama elletme’’ öğüdü ile tüm anne ve genç kızların esprili dili oldu.

Her filminde aynı Mürüvvet, ama bambaşka bir karakterdi.

Yumurcak filmi

İlker İnanoğlu’nun oynadığı ‘’Yumurcak’’ bir zamanların gişe rekorları kırmış başarılı filmiydi. Filmi bilmeyenimiz yoktur. Ama bilmediğimiz bir şey var ki, o da bu filmin senaryosunun Mürüvvet Sim’in hayatından doğduğuydu.

Şöyle bir gözlerinizi kapatıp Mürüvvet’in çocukluğunu anlatan bölümde okuduklarınızı zihninizde canlandırın. Siz de sanki ‘’Yumurcak’’ filmini yeniden seyretmiş gibi hissettiniz mi? Sizi bilmem, ama benim kulağımda Yumurcak"tan ""Tadı güzel mi? Bir gün ben de yiyeceğim"" cümleleri çınlıyor.

Bir gün sette çocukluk anılarını anlatırken başladı her şey. Sonrasında bunun senaryosu yazıldı ve Filiz Akın – Türker İnanoğlu’nun küçük yavruları ‘’Yumurcak’’ olarak kamera karşısına geçti.

Mürüvvet aslında belki de o gün amacına ulaşmıştı. Çocukluğunda yaşadığı onca duygu yükü boşuna değildi işte.

Mürüvvet Sim’in yelekleri

Bu başlığın altında belki de en hüzünlü hikaye yatıyor.

Çünkü Mürüvvet’in gözü çocukluğunda belki e en çok yiyemediği lokmalarda, gezemediği yerlerde değil de, giyemediği o yeleklerde kaldı. Her akşamüstü bir serinlik çöktüğünde Mürüvvet’in içi sızlıyordu, ama soğuktan değil.

Mahallenin kadınları akşam çöktü mü çocuklarını çağırır ve sırtlarına bir yelek geçirirdi. Mürüvvet de bir köşede öylece beklerdi, yeleği olmadan.

Emekçi annesi işinden akşamın karanlık saatlerinde dönerdi ancak. Mürüvvet de, bir yelek yüzünden kendini kenara bırakılmış, terk edilmiş hissederdi. Çünkü o, üşümesinden hasta olmasından korkulmayan bir çocuktu.

Mürüvvet, Mürüvvet Sim olduğunda bile içinde ukdeydi bu yelek meselesi. Annelerinin sırtlarına yelek geçirdiği arkadaşlarını kıskanışını, bir köşede ağlayışını hiç unutamadı. İşte bu yüzdendir ki, ölene kadar bulduğu her yün parçasıyla yelek ördü ve onu bir şekilde kimsenin sırtına bir yelek bırakmayacağını bildiği küçük çocuklara ulaştırdı. Mümkünse elleriyle giydirip anne şefkatini aratmadı.

Çünkü o içini yakan ne varsa üstüne basıp geçmeyi iyi öğrenmişti. Biliyordu, yolunun kendisi çizmişti aslında. Öyleyse umut olabilirdi bundan sonra.

Lodosculuk yapan Mürüvvet Sim

Mürüvvet Sim, Yeşilçam’ın sevilen sanatçılarındandı. Ancak hayatının tiyatro ve sinema dönemi bittiğinde onu tekrar geçim sıkıntısı bekliyordu.

Geçimini sağlamak için bir süre piyango bileti sattı. Bunun dışında bir de lodosculuk vardı yaptığı. Ne olduğunu bilir misiniz?

İstanbul’da çok sık ve etkili bir şekilde görülen lodostan sonra denizin kabarması ile dipteki artıklar, eşyalar, denize düşmüş kolyeler, küpeler sahile vururdu. İnsanlar da bu anlarda buraya gelir ve dipteki satmaya değer eşyaları toplardı.

O insanlardan biri de, Mürüvvet Sim’di. Yokluğun ne olduğunu hayat ona zaten çocukken öğretmişti. Muhtemelen ustalıkla lodostan gelenleri bekliyordu. Hiç düşünmeden, sorgulamadan. Çünkü hayat işte tam da böyle bir şeydi.

Mürüvvet Sim öldü

Mürüvvet Sim, 30 Temmuz 1983’te öldü.

Belki hayat da, mesleği ile ilgili yaşadıkları da adil değildi. Ama bence Mürüvvet Sim, en önemlisi kendi savaşını her koşulda kazanacağını kanıtlayarak bu dünyadan mutlu ayrıldı.

Şimdi her filmde onun yüzüne dikkatlice bir bakın. Çocukluğu, sanat okulu için yalvarışları, bir yelek uğruna döktüğü gözyaşının son damlası… Hepsini orada göreceksiniz.

Adile Naşit ile her atışmasında, Münir Özkul’a her göz süzüşünde, o minik Sezercik’e, Ayşecik’e her sarılışında onu tanıyarak bakın. İtiraf etmeliyim ki, ben denedim ve orada gerçekten gülen, ağlayan, kimi zaman çirkefleşen bir kadın vardı.

İnsanız sonuçta, görmesini, hissetmesini bilene yaşadığımız her şey gözlerimizdeki gizli kalmış damlada ve yüzümüzde bizimle büyüyen çizgilerde saklı.

Olmazsa olmaz dediğimiz bir insan geçti bu dünyadan deyip, sevinelim en azından.

Olmaz mı?

İyi ki…

Damla Karakuş

damla.karakus@ensonhaber.com

Not:

Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.

.fr{ float:right; } .vidyorum{ padding-top:0px; margin-top:-20px; font-size:10px; font-weight: normal; } .testimonial-content{ padding:6px 10px 6px 10px; } .yrmBslk{ width:75px; color:#990000; overflow: hidden; float:left; } .testimonial-user{ display:none; width:75px; color:#990000; overflow: hidden; margin-top:5px; } .vybaslik{ color: #3f5fbf; font-weight: bold; } function videoYonlendir(id){ window.open("http://videonuz.ensonhaber.com/y/" + id); }

Biyografi Haberleri