Muş Havalimanı'nın adı değişti - Yeni adı ne oldu? Sultan Alparslan kimdir? sorusu merakla arştırılıyor. Başkan Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde "100 Günlük Eylem Planı Tanıtım Toplantısı"nda konuştu. Erdoğan konuşmasında o havalimanının adının değiştiğini açıkladı. Bu konuşmaların üzerine herkes Muş Havalima'nının yeni adı nedir? adı neden değişti sorularının yanıtını araştırıyor. İşte Muş Havalimanı'nın yeni adı ve Sultan Alparslan kimdir sorusunun yanıtı...
MUŞ HAVALİMANI'NIN YENİ ADI NEDİR?
Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamasında Muş Havalimanı’nın isminin belli olduğunu belirterek Sultan Alparslan Havalimanı olduğunu açıkladı.
Erdoğan açıklamasında “Şimdi heyecanlandım. Açılışta veririz diyordu arkadaşlar ama Muş ve Kahramanmaraş Havalimanlarının terminal binaları bitiyor. Şimdi artık Muş Havalimanı demeyelim dedi arkadaşlara. Oranın adını da Sultan Alparslan Havalimanı koyalım dedik” şeklinde konuştu.
PEKİ HAVALİMANINA ADI VERİLEN SULTAN ALPARSLAN KİMDİR?
Büyük Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı (D. 20 Ocak 1029 - Ö. 25 Ekim 1072). Horasan Meliki Çağrı Bey’in son eşinden doğan oğludur. Amcası Tuğrul Bey’in yerine Selçuklu hanedanının ikinci hakanı olarak 27 Nisan 1064 tarihinde tahta geçmişti.
Sultan Alpaslan, 1070’de Halep’e yürürken güzergâhındaki Diyarbekir'e de uğradı. Şehre geldiğinde onu bölgenin o dönemdeki emiri Mervanoğlu Nasr karşıladı. Emir, ona Halep seferi için 100 bin altınla beraber hediyeler verdi. Alpaslan, surların sağlamlığını görerek elini sura sürüp sonra teberrüken eliyle göğsünü sıvazladı. Bu burç, Dağkapı'nın batı burcudur. Alpaslan'ın Malazgirt'teki büyük zaferini kazanan kahraman ordusunda binlerce (bazı kaynaklara göre on binlerce) Diyarbekirli de vardı.
Alpaslan, henüz küçük yaşta iken, babası Çağrı Bey’in hastalanması üzerine devletin yönetimini ele alarak Gazneli saldırılarını durdurmuştu. Yine babasının sağlığında Karahanlılara (1049) ve Gaznelilere karşı (1058) zaferler kazanması, zaten Çağrı Bey’in son yıllarında veliaht sıfatıyla yönettiği Horasan Selçuklu Devleti’nde ve hatta bütün Selçuklu topraklarında büyük bir itibar kazanmasına yol açmıştı. Bu nedenle Çağrı Bey’in Ağustos 1059’da ölümü üzerine Horasan Meliki oldu.
Alpaslan, amcası Sultan Tuğrul Bey arkasında evlât bırakmadan ölünce, onun vasiyeti üzerine tahta çıkarılan Süleyman’ın sultanlığını kabul etmemiş ve derhal onunla mücadeleye girişmişti. Tuğrul Bey’in ölümü üzerine isyan eden Huttalan ve Sâgâniyan emirleri ile Herat’ta bulunan amcası İnanç Yabgu üzerine yürümek zorunda kaldı. Âsi emirleri itaat altına aldıktan sonra İnanç Yabgu’yu da yenerek taht üzerindeki hak talebinden vazgeçiren ve onu tekrar eski yerinde bırakan Alpaslan, büyük bir ordu ile imparatorluk başkenti Rey’e doğru hareket etti. Ancak onun bu meşguliyetinden dolayı gecikmesi sırasında kendi adına hutbe okutarak sultanlığını ilan eden Kutalmış, 50.000 kişilik ordusuyla Rey üzerine yürümüş ve karşısına çıkarılan kuvvetleri bozguna uğratmıştı. Tahta çıkarılan Süleyman ise sultanlığını kabul etmeyen rakiplerine göre kendi zayıflığını fark ederek daha önce Rey’i bırakıp Şiraz’a çekilmişti.
Alpaslan’ın hükümet merkezine girmesi üzerine İsfahan’a kadar ilerlemiş olan Kirman Meliki Kavurd kendi topraklarına geri döndü ve Alpaslan adına hutbe okuttu. Alpaslan’ın Rey’de tahta çıkmasından ve adına hutbe okutup sikke kestirmesinden sonra saltanatı, Abbâsî Halifesi Kâim Biemrillâh tarafından da törenlerle tasdik ve ilân edildi. Alpaslan, hükümdarlığı süresince devletin batı yönüne doğru büyümesine daha çok önem vermiş; batıda fetih, doğuda ise genellikle asayişi sağlamak amacıyla harekâtta bulunmuştur. Bunun başlıca nedeni, babası Çağrı Bey’in kırk beş yıl önce Bizans topraklarına yaptığı akınlar sırasında keşfedilen Doğu Anadolu yaylalarının Türkmenler için en uygun yerleşme alanı olarak görülmesidir. XI. Yüzyılın başlarından itibaren aralıksız süregelen göçler dolayısıyla Selçuklu ülkesinin hemen her tarafına dağılan ve yer yer toplumsal rahatsızlıklara da sebebiyet veren bu Türkmenlerin alışkın oldukları koşullara uygun bir memlekete yerleştirilmeleri gerekiyordu.
Alparslan, çocukları arasında en fazla sevdiği Melikşah ile Horasan’dan getirdiği eski veziri Nizâmülmülk ile birlikte Rey’den Azerbaycan’a doğru hareket etti. Yol boyunca fetihlerini sürdürerek ulaştığı Doğu Anadolu’da Bizanslıların elinde bulunan, bölgenin en korunaklı kenti Ani’yi kuşattı. 16 Ağustos 1064 tarihinde bu kent Selçukluların eline geçti.
Alpaslan, Kirman Meliki Kavurd’un isyankâr tutum takındığı haberini alınca, Doğu Anadolu’daki harekâtını yarım bırakarak Rey’e döndü ve Aralık 1064’te oradan Hemedan’a geçti. Kavurd’un af dilemesiyle sonuçlanan bu olaydan sonra, Horasan Melikliği sırasında oturduğu Merv’e giden Alpaslan o kışı orada geçirdi. 1067 yılı başlarında Kirman Meliki Kavurd yeniden isyan etti. Alparslan’ın, ağabeyi, Kavurd’u bağışlaması onu iyilikle kendine bağlamaya çalıştığını göstermektedir. Ancak Kavurd ile başkalarının yine isyan etmeleri üzerine Alpaslan, 1068 yılı başlarında ikinci kez Kafkasya üzerine yürüdü. Amacı bütün Azerbaycan’ı bir daha huzursuzluk kaynağı olmayacak biçimde Selçuklulara bağlamaktı.
Alpaslan’ın her iki Kafkasya - Doğu Anadolu seferini de yarım bırakmış olmasına rağmen Türklerin Anadolu’daki ilerlemeleri sürüyordu. Bu arada Türkmen seferlerinin Bizans İmparatorluğu için açık bir tehlike oluşturmaya başladığını gören Bizanslılar, 1068 yılında tahta geçen Romanos Diogenes’e kurtarıcı gözüyle bakıyorlardı. Anadolu’da olaylar, kaçınılmaz bir Romanos Diogenes - Alpaslan karşılaşmasına doğru tırmanırken, Alpaslan Suriye ile meşguldü ve Mısır’daki Şiî Fatımî iktidarını yıkmayı hedef edinmişti. Suriye’nin Selçuklu Devleti’ne geçmesini arzu eden Hamdânî Hükümdarı Nâsırüddevle, Alpaslan’dan Fatımilere karşı yardım istedi. Bunu fırsat bilen Alpaslan, Temmuz 1070’de büyük bir ordu ile hareket ederek, Malazgirt ve Erciş kalelerini aldıktan sonra, Meyyâfârikin (Silvan) ve Amid (Diyarbakır) yöresine inerek Urfa önlerine yürüdü (Ekim 1070). Bizans kalelerini de aldıktan sonra Mirdâsîlerin elinde bulunan Halep’e yöneldi. Bu sırada Alpaslan, Şam üzerine yürümeyi planlarken bir Bizans elçisi gelerek imparatorun Malazgirt ve Ahlat’a karşılık Menbic’i Selçuklulara bırakmak istediğini söyledi. Elçiye olumsuz yanıt veren Alpaslan, Batı Anadolu’dan Ahlat’a dönen Emir Afşin’den aldığı ve Anadolu’da ciddi bir Bizans tehlikesi bulunmadığını bildiren rapora güvenerek, planında değişiklik yapmadı. Ancak aynı günlerde Diogenes’in büyük bir ordu ile Anadolu’ya hareket ettiği haberini aldı. Alpaslan ordusunun bir bölümünü Şam’ı fethetmek üzere Suriye’de bırakarak, 6 Nisan 1071’de Musul’a doğru hareket etti. Romanos Diogenes’in Anadolu’da ilerlerken topladığı takviye güçlerle 200.000 kişiye varan ordusunun o güne kadar görülmemiş donanımı, Bizanslıların bütün güçleriyle ve son sözlerini söylemek amacıyla geldiklerini ortaya koyuyordu. 26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt Ovası’nda yapılan meydan savaşı gerçekten son sözün söylendiği bir savaş oldu. Selçukluların elde ettiği büyük zafer Türklere Anadolu kapılarını açarak dünya tarihinin geleceğine yön verdi.
Artuk, Mengücük, Saltuk, Dânişmend ve öteki Türkmen beylerinin güçleriyle birlikte Bizans kuvvetlerinin ancak dörtte birine ulaştığı tahmin edilen Selçuklu ordusunun bu savaşta büyük başarı elde etmesini, moral gücünün yüksekliğine ve taktik üstünlüğüne bağlamak yerinde olur. Bizans kuvvetleri, aralarında dil, din, ortak gaye gibi birleştirici öğeler bulunmayan ve daha önce birbirleriyle devamlı surette savaşmakta olan Frank-Norman, Bulgar, İslav, Peçenek (Kuman), Uz (Oğuz), Gürcü ve Ermeni topluluklarından derlenmişti. Bizans ordusunun pek çoğu ücretli olan bu karışık askerlerden oluşmasına karşılık, Selçuklu ordusu yalnız Müslüman Türkler ve onlara yardım den Müslüman Kürtlerden oluşuyordu ve bu askerler ücret karşılığı savaşmıyorlardı. Aynı biçimde, Bizans komutanları arasında da çeşitli görüş ayrılıkları, kişisel kin ve haset duyguları bulunurken, Selçuklu komutanları, Alpaslan’ın tahta çıktığı günden itibaren çevresinde kenetlenmiş olan Sav Tegin, Ay Tegin, Porsuk ve Gevherâyin gibi kişilerdi. Bizans ordusunun kütle savaşı yapan, manevra yeteneği zayıf, ağır donanımlı birliklerine karşı, Türk kuvvetlerinin hemen bütünüyle hafif donanımlı, manevra kabiliyeti yüksek süvari kıtalarından oluşması, savaşın seyri ve sonucu üzerinde etkili olmuştu.
Üstün güçlerine rağmen Bizanslıların yenilmelerinde rol oynayan en önemli etken ise Alpaslan’ın uyguladığı savaş planıydı. Alpaslan, Türklerin tarih boyunca kara ve deniz savaşlarında her zaman kullandıkları, merkeze yerleştirilen zayıf fakat süratli birliklerin geri çekiliş görüntüsüyle düşmanın merkez kuvvetlerini peşlerine takıp yan cenahların arasına sokmaları ve hızla geri dönerek çembere almaları taktiğini uygulamış, Bizans kıtalarının kolay manevra yapamamaları da başarıya ulaşmasını çabuklaştırmıştı. Alpaslan, yenik düşen Bizans İmparatoru’na şeref misafiri muamelesi yapmıştı. İki hükümdar arasında dostluk kurulmuş ve metni bugün mevcut olmayan bir barış antlaşması imzalanmıştı. Ancak Romanos Diogenes’in gıyabında tahttan indirilmesi ve bir süre sonra da hileyle ele geçirilerek, gözlerinin oyulup ölümüne sebebiyet verilmesi (4 Ağustos 1072) üzerine bu antlaşma hükümleri uygulanamamıştır.
Sultan Alpaslan, Artuk Bey komutasındaki kuvvetleri Anadolu’ya girmeye hazırlanırken kendisi de 200.000 kişilik ordusuyla Maverâünnehir’e hareket etti. Alpaslan’ın ilk kez bu kadar büyük bir orduyla sefere çıkması belki bu seferinde Karahanlılar’ı tümüyle ortadan kaldırmayı hedef edinmesiyle açıklanabilir. Ancak Alpaslan’a yapılan suikastın, bu seferi sonuçsuz bırakması durumu tersine çevirmiş ve taarruza kalkan Karahanlılar Tirmiz’i alarak Amuderya’yı geçip Belh’e kadar geldiler. Alpaslan, önemli bir direnişle karşılaşmadan Karahanlıların topraklarında ilerlerken, bir süre kuşatmaya direndikten sonra teslim olan Barzam Kalesi komutanı Yusuf Harizmî (Barzemî) tarafından, çizmesine sakladığı küçük bir hançerle vurularak ağır biçimde yaralandı ve dört gün sonra da şehit oldu (24 Kasım 1072).
Batı Türklerinin atası kabul edilen Alpaslan, Arap ve Bizans tarihçilerinin görüş birliği içinde belirttikleri ve kendisine verilen unvan, künye ve sıfatların da açıkça gösterdiği gibi çok cesur, yiğit ve kudretli, azamet sahibi bir kişiliğe sahipti. Heybetinin yanında adaleti ile de ün yapmış, ağabeyi Kavurd’a ve Romanos Diogenes’e yaptığı muamelelerden de anlaşıldığı gibi bağışlayıcı ve hoşgörü sahibi olduğunu defalarca göstermiştir. Oldukça dindar bir Müslümandı ve dinî hükümlerin sadakatle uygulayıcısı olarak tanınıyordu. Onun bu yönü, halk arasında velî derecesine yükseltilmesine ve kendisine pek çok kerametler isnat edilmesine yolaçmıştır. Sarayında, günde elli koyun kesilen bir imaret bulunduğu ve ayrıca adları listeler halinde düzenlenen fakirlere harçlık dağıtıldığı eski tarihlerde kayıtlıdır. İslâmiyet’in henüz girmediği ülkelerde aldığı her kente hemen bir cami yaptırdığı; askeri çalışmalarından dolayı yeterince fırsat bulamadığı imar işlerini ile bilim, fikir ve sanat adamlarını toplayıp devlet koruması altına almak gibi toplumsal faaliyetleri de veziri Nizâmülmülk’ün eliyle yürüttüğü bilinmektedir. Bastırdığı altın paraların çokluğu da devrindeki ekonomik gelişmeyi ve refahı göstermektedir.