Sanayileşme ile insan birliktelikleri yeni bir forma bürünmüştür. Bu yeni çehreye bürünme serüveni öyle bir gök gürlemesi ile oluşan anlık bir değişim esintisi değildi. Uzunca bir dönemi kapsayan köklü ve kapsamlı bir yolculuktu. Bunun arka planına baktığımızda 15. Yy’de başlayan Rönesans ve Reform hareketlerini görmekteyiz. Bilimsel devrimle ayyuka çıkmış bir süreç.
Geleneksel üretim araçları yerine seri üretimin başlatıldığı 18. Yy’de buhar gücünün kullanılması fikri (teknik gelişmelerin üretim alanına uygulanması) ile sanayi devriminin somut olarak başladığını tahayyül etmekteyiz.
İnsan ihtiyaçlarından fazlasının üretilmesi üreticileri ve fabrika sahiplerini yeni arayışlara yönlendirmiştir. Bu gelişmeler büyük savaşların habercisi niteliğinde…
Sanayileşmenin siyasi ve ekonomik boyutları çok geniş kapsamlı bir süreç. Bizim ilgi odağımız bu olmayacak daha çok sanayileşmenin toplumsal hayata yansıyan yönüne bakacağız. Kentleşme bunun en genel ifadesi. Merceğimizin büyüteç özelliğini biraz daha kalınlaştırarak toplumu aşıp mikro ölçekte olan bireye yöneleceğiz bu yazıda. Hatta Bir tık daha merceğin kalınlığını büyütüp bireyin birçok sorunundan yalnızlığa terkedilen yaşlı bireyin durumuna yöneleceğiz.
Sanayileşme ve kentleşme öncesi toplumlarda yaşlı bakımını aile bireyleri üstlenirdi ve kimse ben yaşlanınca ne olacağım kaygısı taşımamaktaydı. Belki çocukları olmayan veya evlenmeyen veya herhangi bir yakını olmayan kişiler söz konusuydu ama bunlar da hayırseverler, komşuları ve devlet tarafından açılan bakımevleri tarafından bakım işleri üstlenerek imece usulü ile halledilirdi. Bu bakım öyle mecburi bir şey değildi. İçten gelen dini ve geleneklerin etkili olduğu bir yardımlaşmaydı.
Sanayileşme ile kırdan kente göçle başlayan kentleşme ve kentin getirdiği küçük evlerdeki yaşamın kaçınılmaz formu çekirdek ailenin tezahürü. Bu çekirdek ailede anne baba ve çocuklardan başkasına yaşam hakkı yoktu. Ev küçük ve olanakları kısıtlı. Belki de en önemlisi yenidünya düzeninde ortaya çıkan bireyciliğin acımasız neticesi…
Yaşlanan bireyin yalnızlaşmasına ve evlenen tüm çocukların ayrı eve çıkmasıyla evde eşiyle tek başına kalma durumu yaygınlaşmıştır. Bu tek başınalık zayıflıkla birleşince gerek STK’lar gerekse de devlet bir çözüm olarak yaşlı bakım evlerini inşa etmiştir. Bu yaşlı bakımevlerinin tarihçesi çok eskiye dayanmaktadır. Türk tarihi açısından bilineni 12. Yy’de Selçuklular tarafından Sivas’ta Daru’l Reha (huzurevi) kurulmuş ve birçok başka örneği de mevcuttur. Bir sorun olan yaşlı bakımı güncel bir sorun değildir haliyle.
Yaşlı bakım evlerinin arka planına baktıktan sonra sanayileşme sonrası modern dönemde artık yaşlanan kişiye aile bireyleri değil de huzur evlerinde bakılma gerekliliği hâsıl olmuş. Bu zorunluluk da öyle gerçek bir zorunluluk değil tabi. Şehrin getirdiği yaşam şartları, bireycilik fikri ve yaşlı bakımının kişinin merhametine bırakılmak yerine kurumsal bir yere bırakılmasının daha faydalı olacağı inancının etkisiyle oluşmuştur.
Yaşlılık işe yaramazlık mahiyetinde değerlendirilip kenarda bir yerde tutulması gereken, ayak bağı olmaması gereken kişi için rasyonel çözüm olarak birçok huzur evi inşa edilmiştir.
Huzur evleri her geçen gün artış göstermekte. 2016 bakanlık verilerine göre Türkiye’de 329 tane huzur evi faaliyet göstermektedir. Ve bunların çoğunluğu büyükşehirlerde özelikle de İstanbul’dadır. Ve yine bu huzurevlerinde kalan kişi sayısına bakılınca 25 bin civarında yaşlı insanımızın kaldığını görmekteyiz.
Kişinin bedenen zayıf düşmesi süreci olan yaşlılık, bir çırpıda atılacak kenara itilecek bir durum değildir. Nihayetinde bir gün bizimde bu aşamaya geleceğimiz göz önüne alınınca biraz daha duyarlı olmamızı gerektirecek bir tablo önümüze çıkacak. Bu gelecekte benzer sonuçlara maruz kalma bilgisi bizi harekete geçirmelidir. Daha makul bir çözüm bulma konusunda…
Son zamanlarda dünyada ve ülkemizde yeni politikaların uygulanmakta olduğunu görmekteyiz. Bu politikaların umut verici oluğunu ve kısa zamanda olumlu sonuçlar elde ettiğini tahayyül etmekteyiz. Yaşlanan ve bakıma muhtaç kişilerin ev ortamında bakılması karşılığında “evde bakım parası” adı altında bir maddi destek sağlanmaktadır. Bu şekilde huzur evlerine gönderilen kişi sayısında bir azalma olmakta, hatta yaşlı kişiye daha iyi bakılarak yaşama süresinin uzaması sağlanmakta.
Rasyonel aklın yanında duyguların da olduğu anlaşılmasıyla post modern döneme girilmiştir. Yaşlı bakımı açısında ihtiyar dedemiz ve ihtiyar ninemizin sadece yemek gibi temel ihtiyaçların karşılanması değildir. Bunların yanında işe yaradığını ona hissettirme, sevgi dolu bir bakış, güven verme, gülmelerini sağlayacak bir samimi ortam gibi birçok etken aile ortamının gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Yapılan birçok araştırma da bu yönde tespitler yapmış ve büyüklerimizin aile ortamında işe yaramaz değil de tecrübelerinden yararlanılan kıymetli bir makama oturtulası bir insan olarak bakılması gerektiğini ortaya çıkarmıştır.
Büyüklerimizi bize hastalıkta ve sağlıkta bizi büyüten büyüklerimizi kendimizden, yaşam alanlarımızdan uzaklaştırmayalım!
Aşağıda ayette de görüleceği üzere “senin yanında” denilen kişiler anne ve baba iken senin yanın derken de huzur evini kast etmediğini çok iyi anlıyoruz.
Ömer Nasuhi Bilmen (17/İSRÂ-23: Ve Rabbin emretmiştir ki, kendisinden başkasına ibadet etmeyiniz ve ana ile babaya ihsanda bulunun. Senin yanında onlardan biri veya ikisi de ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara of (bile) deme ve onları men etme (azarlama) lâkırdılarını kesme ve onlara güzelce hitapta bulun.)