Dünyamız yeniden uzun süredir uyuyan fay hatlarının kırılmasıyla sonuçlanabilecek hareketlenmelerin sarsıntılarıyla sallanıyor. Henüz meydana gelecek depremin büyüklüğünü, şiddetini önceden tam tahmin edebilecek bir ölçeğe sahip değiliz. Ancak öncü sayılabilecek sarsıntıların yıkıcı etkisini gördükçe, bir karamsarlık ve korku toplumda gittikçe artıyor.
Aslında yüzyıl gibi nerdeyse bir insan ömrüne sığabilecek bir zaman dilimi içerisinde dünyamız, iki büyük dünya savaşı gibi milyonlarca insanın öldüğü, acı ve gözyaşlarının sel gibi aktığı savaşların izleri, anıları hafızalarda hala tazeliğini koruyor.
Yapılan savaşların hiçbiri insanlığa huzur ve barış getirmedi.
Bugün nerdeyse Birinci Dünya Savaşının ortaya çıkaran şartların tıpa tıp aynısı ile karşı karşıyayız.
Birinci Dünya Savaşının en önemli nedenleri arasında, Fransız ihtilali ile yaygınlaşan milliyetçilik akımlarının geniş coğrafyalarda taraftar bulması, hammadde ve sömürge arayışı ve buna paralel olarak silahlanma yarışları sayılabilir.
Savaşın sonuçları itibariyle, dünyaya yeniden şekil veren ABD, İngiltere, Moskova ve sonradan kendini toparlayan Almanya insanları, toplumları bu üç büyük ideoloji etrafında toplamayı başardılar. Kapitalizm, komünizm ve milliyetçilik akımlarının gidebileceği en son nokta olan faşizm.
Aradan daha yirmi yıl geçmeden, bu üç farklı kardeşin (ideolojinin)arasındaki rekabetin bir sonucu olarak II. Dünya Savaşı patlak verdi. II. Dünya Savaşı faşist ideolojinin etrafında toplanan devletlerin yenilgisiyle sonuçlandı. Bu ideolojide yenilgiyi kabul etti ve siyasi arenadan çekildi.
Dolayısıyla, Almanya aradan çekilmiş geriye ABD ve kısmen İngiltere’nin temsil ettiği Kapitalizm ve Moskova’nın komünizmi kalmıştı. Devletler, toplumlar bu iki kutup arasında belirlenen yeni konumlarını tercih etmek zorunda bırakıldı.
1940 ile 1980 yılları bu iki kutbun mücadelesi ile geçti. Sovyet Rusya’nın bir anlamda kendi isteği ile bu rekabetten vazgeçmesiyle kapitalizm sisteminin liberal yorumu zaferini ilan etmiş oldu.
Bugün artık liberalizme rakip, ulus devlet anlayışını savunan, milliyetçilikten beslenen bir anlayış ortaya çıktı. Tıpkı I.Dünya Savaşını ortaya çıkaran nedenlere benzer bir süreci yaşıyoruz. Bütün dünyada milliyetçilik akımları gittikçe yaygınlaşıyor. Enerji, hammadde ve pazarların kontrolünün sağlanması üzerinden gittikçe savaşa eğrilen günlerden geçiyoruz.
Ekonomik ve siyasal liberalizme karşı güçlü bir rakip ortaya çıkmış gözüküyor. Hem de, doğup gelişerek büyüdüğü topraklardan. Bütün dünya şaşkın bir şekilde bu savaşın sonucunu bekliyor.
ABD’de Trump’la birlikte yükselen ekonomik ve siyasal milliyetçilik anlayışı bu kez ekonomik ve siyasal liberalizme karşı açmış olduğu bu savaşı kazanabilecek mi?