Meselâ bir çiftçi önce zamanında tarlasını sürüp ekime hazırlayacak, tohumu atacak, sulayacak, zararlı bitkilerden arındırıp ilâçlayacak, gerekirse gübresini de verecek, ondan sonra iyi ürün vermesi için Allah’a güvenip dayanacak ve sonucu O’ndan bekleyecektir. Bunların hiçbirisini yapmadan “Kader ne ise o olur” tarzında bir anlayış tembellikten başka bir şey değildir ve İslâm’ın tevekkül anlayışıyla bağdaşmaz.
Tevekkül, Müslümanların kadere olan inançlarının tabii bir sonucudur. Tevekkül eden kimse Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmuş, kaderine razı bir kimsedir. Fakat kadere inanmak da tevekkül etmek de tembellik, gerilik ve miskinlik demek olmadığı gibi, çalışma ve ilerlemeye mâni de değildir. Çünkü her Müslüman olayların, ilâhî düzenin ve kanunların çerçevesinde, sebep-sonuç ilişkisi içerisinde olup bittiğinin bilincindedir. Yani tohum ekilmeden ürün elde edilmez. İlâç kullanılmadan tedavi olunmaz. Sâlih ameller işlenmedikçe Allah’ın rızâsı kazanılmaz ve dolayısıyla cennete girilmez. Öyleyse tevekkül, çalışıp çabalamak, çalışıp çabalarken Allah’ın bizimle olduğunu hatırdan çıkarmamak ve sonucu Allah’a bırakmaktır.
Yüce Allah bir âyette “Kararını verdiğin zaman artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (Âl-i İmrân, 3/159) buyurmuş, müminlerin bir başka varlığa değil, yalnızca kendisine güvenmelerini emretmiş, çünkü tevekkül edene kendisinin yeteceğini bildirmiştir (Âl-i İmrân, 3/122, 160; Mâide 5/11; Tevbe 9/51; İbrâhim 14/11; Teğabün, 64/13; Talâk, 65/3). Hz. Peygamber (s.a.s.) de devesini salarak tevekkül ettiğini söyleyen bedevîye “Önce deveni bağla, Allah ’a öyle tevekkül et. ” (Tirmizî, Kıyamet, 60) buyurarak tevekkülden önce tedbirin alınması için uyarıda bulunmuştur.