Yazar, eğitimci, akademisyen cüzzam hastalığının tedavisini bulan ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği Onursal Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, 18 Mayıs 2019 yani bugün 10. ölüm yıl dönümünde anılıyor.
Türkân Saylan 13 Aralık 1935 tarihinde İstanbul'da doğdu. 18 Mayıs 2009 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Türkan Saylan Türk tıp doktoru, akademisyen, yazar, eğitimci ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği eski genel başkanıydı. İşte Türkan Saylan'ın hayatı...
Kardelen projesi ile binlerce genç kıza umut ışığı olan Türkan Saylan, kanser hastalığı ile boğuşurken Ergenekon kapsamında 12. dalgada evi aranmıştı. Ardından başkanı olduğu Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) aranmış, binlerce çocuğun belgeleri alınmış ve dernek zor durumda kalmıştı.
Zihinlere kanser hastası haliyle kendisine destek için gelenlere el sallarkenki haliyle kazındı.
Türkan Saylan, "Eğer bir yerlerde bilime, demokrasiye, barışa, aydınlığa aç bir çocuk senin ışığını bekliyorsa, sönmeye hakkın yoktur, ışıyacaksın! Ölüme saniyeler kalsa bile..." sözünün hakkını yaşamının son anına dek verdi.
Saylan’ın ölümünün 10. yıldönümü nedeniyle ÇYDD’den yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi:
“Türkan Saylan, geri kalmışlığı, sömürüyü, bağımlılığı kırma; toplumu tümüyle geliştirme, çağdaşlaştırma ve demokratikleştirme amacına odaklanarak yaşamıştır ömrünce. Yaratıcıdır, üretkendir, yaptığı her şeyi sürekli kılmıştır. Bütün bu özellikleri yaptığı her işe, söylediği her söze yansıtır. Çevresindeki her insanda kalıcı izler bırakır. 13 Nisan 1999’da Türkan Hocanın evine ve ÇYDD’nin 81 noktasına düşen, bir çeşit bombaydı as lında. ÇYDD ‘hiçbir iyiliği cezasız bırakmayan’ zorbalara inat, tam da Türkan hocanın istediği gibi yerinde kaldı, alanı bombaların yıkıntılarına terk etmedi. Hani ‘Ne ektiysen onu biçersin’ derler ya, sevgi ekti Türkan Saylan... Sevgi ektiği topraklarda sevgiye açan çiçekler bitti. Onu sonsuzluğa uğurlayalı 10 yıl oldu. 10 yıldır yüzünü görmesek de düşüncelerini, duygularını biliyor, anlıyor; yapmak istediklerini yapmayı kararlılıkla sürdürüyoruz. Her şey güzel olacak! Rahat uyu Sevgili Türkan Hoca!”
TÜRKAN SAYLAN BİLİM ÖDÜLLERİ
Ömrünü çocukların eğitimine ve halk sağlığına adayan Türkan Saylan adına bu yıl dokuzuncusu verilecek olan “Türkan Saylan Sanat ve Bilim Ödülleri” ise 25 Mayıs'ta sahibini bulacak.
Tören saat 19.00’da İstanbul Levent’te İş Kuleleri/İş Sanat’ta düzenlenecek olan törenin sunuculuğunu oyuncu Selen UÇER yapacak. ÇYDD Genel Başkanı Prof. Dr. Aysel ÇELİKEL’in açılış konuşmasıyla başlayacak olan törende, yönetmenliğini Nebil ÖZGENTÜRK’ün yaptığı ‘’Adı Türkan’’ adlı belgesel izlenecek.
Belgeselin ardından Yazar Ayşe KULİN Türkan SAYLAN’ı anlatacak. Çağdaş Yaşam Çocuk Korosunun sahneye çıkmasının ardından, program Türkan SAYLAN Sanat ve Bilim Ödülleri’nin verilmesiyle devam edecek. Son olarak uluslararası ödüllere sahip çok ses getiren Sirene Kadınlar Korosu’nun konseriyle gece son bulacak.
“Oysa ölüler hatırlandıkça yaşarlar,” diyor Türkan Saylan “Tek ve Tek Başına” adlı kitapta. Torunlarına aile bireylerini masal anlatır gibi anlatmak istiyor ki, belleklerinde yaşayadursunlar. Onu da anlatmaya devam etmek lazım ki, gelecek nesillerin belleklerinde yaşayadursun… Bu topraklarda yetişen ve karanlığın yutma çabasına karşı ışıl ışıl parlamaya devam eden Türkan Saylan’ın aziz hatırasına saygıyla…
1935 yılında soğuk bir kış günü Emirgan’da, Atatürk’ün bir Limoge vazosuna benzettiği, İsviçreli güzeller güzeli bir anne ile iş adamı babanın bir kız çocuğu doğdu. Adını Türkan koydular. Türkan 4-5 yaşına kadar o evde yaşadı, okumayı yazmayı o evde öğrendi. Ama hayatı boyunca özlemini çektiği, rüyalarına giren Kandilli’de babasının onlar için yaptığı boğaz manzaralı köşk oldu. O evde doğayla iç içe büyüdü. Kardeşleriyle birlikte bahçeye kurdukları ağaç evde oynar, bazen ödevlerini bile orada yaparlardı. Türkan beş kardeşin en büyüğüydü. Annesi bir yere gideceği zaman kardeşlerini ona emanet ederdi. O da annesinin giysilerini giyer, kardeşlerine kol kanat gererdi. O günlerden kalma bir duyguyla belki de yaşamı boyunca yurdunun bütün çocuklarına karşı sorumlu hissetti, bu belki o günlere duyduğu özlemin de getirisiydi. Babasının işleri bozulup ekonomik sıkıntılar baş gösterdikten sonra, hayat bütün Saylanlar için kavgaydı artık…
TÜRKAN SAYLAN KİMDİR?
3 Aralık 1935 günü İstanbul'da doğdu. Cumhuriyet döneminin ilk müteahhitlerinden Fasih Galip Bey ile (evlendikten sonra Leyla adını alan) İsviçreli Lili Mina Raiman çiftinin beş çocuğunun en büyüğüdür. 1944-1946 yıllarında Kandilli İlkokulu ve 1946–1953 yıllarında Kandilli Kız Lisesi'nde okudu. 1963’te İstanbul Tıp Fakültesini bitirdi. 1964-1968 yılları arasında SSK Nişantaşı Hastanesi’nden Deri ve Zührevi Hastalıklar Uzmanlığını aldı.
1968 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı’nda Başasistanlığa başladı. 1971’de İngiliz Kültür Heyeti’nin bursuyla İngiltere'de ileri eğitim gördü, 1974'te Fransa’da ve 1976’da İngiltere’de kısa süreli çalışmalar yaptı, 1972’de doçent, 1977’de profesör oldu. 1982–1987 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Başkanlığı’nı, 1981–2001 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Lepra Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürlüğü’nü yürüttü. 1990’da oluşturulan “İÜ Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi”nin kuruluşunda görev aldı ve 1996’ya kadar müdür yardımcılığı ile Kadın Sağlığı derslerinin koordinatörlüğünü yaptı. Dermatoloji Kliniği öğretim üyesi olarak 2002 yılı sonuna kadar çalıştı ve 13 Aralık 2002'de emekli oldu.
1976 yılında lepra (cüzzam) çalışmalarına başladı, Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı’nı kurdu. 1986’da kendisine Hindistan’da “Uluslararası Gandhi Ödülü” verildi. 2006 yılına kadar Dünya Sağlık Örgütü’nün lepra konusunda danışmanlığını yapmıştır. Uluslararası Lepra Birliği’nin (ILU) kurucu üyesi ve başkan yardımcısıdır. Avrupa Dermato Veneroloji Akademisi’nin ve Uluslararası Lepra Derneği’nin üyesidir. Dermatopatoloji Laboratuvarının, Behçet Hastalığı ve Cinsel İlişkiyle Bulaşan Hastalıklar Polikliniklerinin kurulmasında yer aldı. 1981-2002 yılları arasında 21 yıl gönüllü olarak Sağlık Bakanlığı İstanbul Lepra Hastanesi Başhekimliği’ni yaptı.
1957'te evlendi ve bu evlilikten iki oğlu oldu. Biri grafiker diğeri hekim iki oğlundan iki torunu vardır. Son 17 yıldır meme kanseri hastası olan Saylan, 18 Mayıs 2009 tarihinde saat 04.45'te vefat etti. Vefat ettiğinde gönüllü kuruluş olarak ÇYDD’nin Genel Başkanlığını, TÜRKÇAĞ ve KANKEV Vakfı Başkanlığı ile Cüzzamla Savaş Derneği ve Vakfı Başkanlığı’nı sürdürmekteydi.
Etkinlikleri
1989 yılında, "Atatürk ilke ve devrimlerini korumak, geliştirmek, çağdaş eğitim yoluyla çağdaş insan ve çağdaş topluma ulaşmak"[3] amacı ile oluşturulan Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin (ÇYDD) kurucularındandır ve uzun bir süre Genel Başkanlığını yürütmüştür. Bunun yanı sıra, 14 Nisan 2007 Ankara-Tandoğan ve 29 Nisan 2007 İstanbul-Çağlayan Cumhuriyet Mitinglerinin organizasyonunda ve icrasında bulunmuştur.
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin dışında farklı sivil toplum kuruluşlarında da çeşitli görevlerde bulunmuş, örneğin 1990’da oluşan “Öğretim Üyeleri Derneği”ni kurmuş ve ilk dönem II. Başkanlığını yapmıştır. Ayrıca 1995’te, mezun olduğu lise için oluşturulan Kandilli Kız Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfı (KANKEV)nın ve yine 1995’te kurulan 'Türkiye Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı' (TÜRKÇAĞ)’nın kurucusu ve başkanıydı.
Ergenekon Operasyonu dahilinde 13 Nisan 2009'da, oturduğu ev ve başkanlık ettiği ÇYDD'nin çeşitli merkezlerinde aramalar yapılmış, bazı ÇYDD yöneticileri göz altına alınmış, birçok bilgisayar ve belgeye el konulmuştur.
Diğer görevleri ve başarıları
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 31 Mart 2000 tarihinde Sosyal Hizmetler Danışma Kurulu üyeliğine seçilmiştir.
10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından Üniversitelerarası Kurul kontenjanından 2 Şubat 2001’de YÖK üyeliğiyle görevlendirilmiş 13 Aralık 2002'de üniversitelerdeki görevlerinden yaş haddinden ötürü emekli olduğu için ayrılmıştır. Mart 2003'te ise Bakanlar Kurulu kontenjanından YÖK üyeliğine getirilmiş ve bu görev Mart 2007’de bitmiştir.
2003–2004 arasında Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu üyeliği ve İstanbul İl İnsan Hakları Kurulu üyeliklerinde bulunmuştur.
Ödülleri
1996'da İstanbul Üniversitesi kendisine “Atatürk İlke ve Devrimleri” ödülünü vermiştir.
İngiltere dermatologlarının derneği olan Dowling Kulübü (1978) ve "Kuzey Amerika Klinik Dermatoloji Derneği" (1996) tarafından onur üyesi seçilmiştir. Bugüne kadar çok sayıda ödüle layık görülmüştür.
“Atatürk İlke ve Devrimleri Ödülü” İstanbul Üniversitesi (1996),
“Ülkemizde Yılın Kadını Ödülü” (1990),
“Melvin Jones Ödülü” (1991),
“Atatürkçü Düşünceye Hizmet Ödülü” İncirli Lions (1996),
“Kuvayi Milliye Ödülü” Haliç Rotary (1997),
“Fahrettin Kerim Gökay Ödülü” Türk Lions Vakfı (1997),
“Türkiye Ziraatçiler Birliği Dayanışma Ödülü” (1998),
“75. Yıl Ödülü” Türk Kadınlar Birliği Şişli Şb. (1998),
“Uğur Mumcu – Muammer Aksoy Ödülü” ADD İstanbul Şubesi (1999),
“Rıfat Ilgaz Kültür Merkezi Onur” Ödülü” (2000),
İtalya “Foyer des Artistes Kurumu Ödülü” (2001),
Cüzzamlı Hastalara verdiği uzun süreli hizmet ve getirdiği bakış açısı nedeniyle “Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği 2001 Yılı Ödülü”,
“Atatürk Ödülü” Amerika / Atatürk Topluluğu (2001),
“Sanat Kurumu Onur Ödülü” (2002),
“Atatürk / Çağdaşlık Ödülü” Dünya Atatürkçü Kuruluşları (10 Kasım 2003),
“Üstün Hizmet Ödülü” Yıldız Teknik Üniversitesi (2004),
Eğitime yaptığı katkılar nedeniyle “Eğitim Ödülü” TED Koleji,
“Kendinden once hizmet” ilkesine örnek davranışı nedeniyle “100. Yıl Mesleki Başarı Ödülü” Rotary Kulübü,
“İnsan Hakları Ödülü” İzmir Karşıyaka Belediyesi (2004),
“Türkiye’nin En İyi Eğitimcisi” Ödülü - Tempo Dergisi (2004),
Kültür Üniversitesi’nin İstanbul genelindeki üniversitelerin öğrenci ve öğretim üyeleri arasında yaptığı anket sonucunda “Yılın En Yürekli Kadını Ödülü” (2004) ,
“Puduhepa Ödülü” - Adana Kütür Sanat Derneği (2005),
“Meslek Hizmetleri Ödülü” Ankara Emek Rotary Kulübü (Ekim 2005),
“Toplumsal Barış Ödülü” Barış Radyo,
“İnsan Hakları, Demokrasi, Barış ve Dayanışma Ödülü”
Sosyal Demokrasi Vakfı İnsan Hakları Demokrasi Barış ve Dayanışma Ödülü (2005),
“İyi Kalpli Ol Ödülü” Türk Kalp Vakfı (2006),
“Yılın Başarılı İş Kadınları Ödülü” Dünya Gazetesi (2006),
“ÇEK Eğitim Ödülü”, Çağdaş Eğitim Kooperatifi (2006),
Vehbi Koç Ödülü (2009).
Kabataşlılar Derneği Ahmet Taner Kışlalı " Aydın İnsan" Onur Ödülü (2009)
“DOKTOR OLMAZSAM ÖLÜRÜM”
Türkan, çocukluğundan itibaren yardımsever ve sevecendi. Mahallede yoksul ailelerinin çocuklarına süt dağıttığı için arkadaşları onunla Florence Nightingale diye dalga geçerlerdi. Ortaokulda doktor olmaya karar vermişti, hem de köy doktoru olmak istiyordu. Keman dersi alıyordu ve daha on beşine bile basamamış Türkan keman hocasına platonik âşık olacak ve hayatı boyunca o duyguları bir daha yaşamayacaktı. Kandilli Kız Lisesi’nde okudu. Hayatının en masum ve hep özleyeceği yıllarını orada yaşayacaktı. Hayatı boyunca ayakları yere hep sağlam bassa ve mesleğiyle bağdaşmasa da ağır romantikti Türkan,lisede roman, şiir gibi sevdiği konulardan uzak kalmamak için edebiyat bölümünü seçmişti ama doktor olma isteği bitmemişti. Hatta lise son sınıfta “doktor olamazsam ölürüm” diye geceleri uykusu kaçardı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandığı gün, koşarak kendine bir tıp rozeti aldı. Yoldan gelip geçenler dahil herkes onu görünce “Bu kız Tıbbiyeli” desinler istiyordu.
Evlenene kadar ailesinin korumacı ve disiplinli yaklaşımıyla yaşadığı için üniversiteye başladığında önce bocalayacak ama kısa sürede özgürlüğün tadını çıkarmaya başlayacaktı. Doktor olmak için sabırsızlanıyordu, zaten hayatı boyunca mesleğini her şeyden üstün tutacaktı. Kendisi gibi doktor olan ilk eşiyle evlendiğinde sadece eş ve anne olmak değil hekim olmak da istiyordu. Ama ne yazık ki evliliğinde bu konuda yalnız kaldı…
NE YAPMAK İSTEDİĞİNE O GÜN KARAR VERDİ
1958 yılı Türkan’ın hayatının dönüm noktası olacaktı. Henüz bir yıllık evliyken babasını kaybetti. Bakırköy Akıl Hastanesi ziyaretini aynı yıl yapacak, cüzam hastalarını ilk kez orada gördüğünde perişan olacak ve ne yapmak istediğine o güne karar verecekti. Aynı yıl hamileyken bir de vereme yakalanacaktı. Ardından ikinci hamileliğinde de verem olacak ve bu kez verem mikrobu omuriliğine sıçrayacak, on üç ay boyunca yüzükoyun yatakta kalması gerekecekti. O esnada çocuklarından biri iki yaşında, diğeri yedi aylıktı. Ayrıca evde de huzursuz günler çoğaltmıştı.
Ancak Türkan kendi sıkıntıları bir yana, hastanede gördüğü cüzam hastalarını aklından çıkaramamıştı. İnsanlara vahşi hayvan gibi muamele edilmesi karşısında midesine acılar saplanmıştı. Etrafı tellerle çevrili 28 numaralı koğuş, günlerine ve gecelerine dadanacaktı. “Cehennemi gördüm” diyecekti o gün için ve çok geçmeden bu hastalık konusunda çalışmaya başlayacaktı. Ve en sonunda cüzamın tedavi edilebildiğini öğrenecekti, çok sevinmişti! Ancak ne kocası ne hocaları cüzam konusunda çalışmak istemesini destekledi. Ama o daha hastanedeki o gün dermatoloji bölümünü seçmeye karar vermiş ve karnındaki bebeğine onları iyileştireceğine söz vermişti.
KANSERE YENİK DÜŞECEĞİ GÜNE KADAR HEP KOŞACAKTI
Evdeki durum iyice kötüleşmiş ve boğucu aylar sonunda özgürlüğünü eline alan Türkan’ın en azından meslek hayatında işler yoluna girmeye başlamıştı. Üç yıllık cildiye eğitiminin ardından girdiği uzmanlık sınavını kazanınca tayini Bursa’ya çıktı. 1967 yılında İstanbul’da kadro açılana kadar diyerek gittiği Bursa’da ancak yirmi gün geçmişti ki, İstanbul’dan hocasının onu başasistan olarak önerdiği haberi gelecekti. Türkan, “bu iş erkeklere göre” seslerinin hepsinin üstünden gelecek ve İstanbul Üniversitesi Dermatoloji Bölümü’nün başasistanı olacaktı. İlk gün hastaları ziyaret edecekken steteskobunu odasında unuttuğunu fark edince koşarak odasına giden Türkan, o günden sonra kansere yenik düşeceği güne kadar hep koşacaktı…
Üniversitede çalışmaya başlamıştı ama cüzam hastalarını unutmamıştı. Önce üniversitede cüzam dersi vermeyi üstlenecek, öğrencileri cüzam hastalarını ziyarete götürecekti. Birlikte onlara pansuman yapacaklar, öğrencilerine onlara dokunmaktan korkmamalarını söyleyecekti. Çünkü ona göre dokunmadan tedavi olamazdı. Türkan ve öğrencileri sayesinde cüzam hastaları ilk kez kendilerini insan gibi hissetmeye başlamışlardı. Oysa Türkan cüzamı halka anlatmak için mücadele ederken, turizmi baltalamakla ve Türkiye’de cüzam var dediği için yalan söylemekle suçlanacaktı!
Nihayet uzun süren mücadeleler sonunda 1976’da Cüzamla Savaş Derneği’ni kurdu. Hastaları iyileştirmek için Anadolu’nun en uzak köylerine gitmeye üşenmedi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde kurulan Lepra Araştırma Uygulama Merkezi’nin müdürü oldu. Üstelik hastaların sadece sağlığıyla değil iyileştikten sonra hayata katılmaları için de uğraşır, iş bulur, aile kurmalarına yardım eder, hatta Lepra Hastanesi’nin biten tüpünü bile kendi satın alırdı. Bu hayat yorucu olsa da gönül kazanmak onun için her şeyden önemliydi, kendinden önce hep başkalarını düşündü. Bir yandan da doçent olmuş, derslere giriyor, öğrencilerle ilgileniyor, hasta bakmaya devam ediyordu. Bu çalışmalar 1981 yılında Cüzam Hastanesi’nin kurulmasını sağlayacaktı.
“KANSERİN SENİ YENMESİNE İZİN VERME TÜRKAN”
Türkan, yaptığı çalışmalarla 1986 yılında Uluslararası Gandhi Ödülü’nü alacaktı. Ancak o yıl hem annesini kaybedecek hem sağlığı bir kez daha bozulacaktı. Bu kez meme kanseri olmuştu! Oysa daha yapacak çok işi vardı, hastalığın sırası mıydı? Ameliyata girerken de kendine, “Bunu diş çektirmek gibi düşün, kanserin seni yenmesine izin verme Türkan!” diyecekti. Dediği gibi de yaptı, hatta bir kemoterapi seansından sonra kalkıp Antalya’da bir kongreye giderken karşılaştığı doktorunun neredeyse dudağı uçuklayacaktı.
KARANLIK GÜNLER
Öte yandan 12 Eylül 1980 darbesinin etkileri sürüyor, Türkiye’de gericilik ve Siyasal İslam yükselişe geçiyordu. “Atatürk Türkiyesi”nin geleceğinden endişe eden bir grup aydınla birlikte 1989 yılında Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ni kurdular. Türkan, ölene dek Atatürk Devrimleri, çağdaş ve laik Türkiye Cumhuriyeti için mücadele etmeye devam edecekti. Bu mücadelede ödeyeceği bedel ise tarihe geçecek derecede zalimce olacaktı.
Ama o daha çok gençken çocukluk arkadaşı Gökşin’le mektuplaşmalarının birinde ona, “Dün Ata’nın ölüm gününde milletimin gözyaşlarını dinlerken ve onlarla aynı duygularda birleşirken, benim için her şeyden önce bu aziz vatan gelmekte olduğunu anladım. O kadar çok şey var ki kadın-erkek aşkından önce ve daha mühim, aşk filan bana vız geliyor” yazacak kadar idealistti.
Türkan’a göre Atatürk’ün izinden gitmek, onun devrimlerini geliştirmek için çalışmak demekti. Kız çocuklarının okuması, kendi ekonomik özgürlüklerini sağlamaları, halkın kendi ürettikleriyle yaşantısını kimseye muhtaç olmadan sürdürmesini sağlamak demekti. Türkan ülkesini o kadar severdi ki; Türkiye’de yaşayan insanların, kendilerini hangi kimlikle tanımlarlarsa tanımlasınlar çok marifetli olduklarına inanır, önleri açık olursa en yetenekli doktorların, mimarların, sanatçıların bu topraklardan çıktığına inanırdı. Halkın ayrıştırılmasından her zaman üzüntü duymuştu. Türkan, sıkı bir din eğitimi almasına, İslam’ı pek çok kişiden iyi kavramasına ve kendini hep sadece Müslüman bilmesine rağmen yıllarca İsviçreli annesi Müslümanlığa geçmiş olmasına rağmen “gavur olmakla” suçlanacaktı. Hastalığının son günlerinde bile ÇYDD’ye zarar gelmemesi için mahkemelerde gavur olmadığını ispat etmekle uğraşacaktı.
2002 yılında kanser tekrarladığında yine aynı kararlılıkla onu yenecekti. Ta ki yedi yıl sonra, 2009 yılında hastalık kötülükle birlikte kendine yeniden yuva bulana kadar… Türkiye kumpas davalarıyla karanlık bir döneme girmişti. Ne yazık ki, Türkan ve ÇYDD de bu kumpasın içinde yok edilmek istenecekti.
Türkan’ın evi de eski hastalarına, hasta yakınlarına, arkadaşlarına hep açıktı. Hastalığının son günlerinde onu rüyasında gördüğü için Tunceli’den koşup gelen Halime de onlardan sadece biriydi. Halime, 16 yaşında bacakları dizlerine kadar donduğunda tanımıştı Türkan’ı. Daha önce cüzam geçirmiş, bir gün çığ altında saatlerce kaldığı için donan bacaklarının kesilmesine karar verilmişti. O sırada tesadüfen Elazığ Devlet Hastanesi’nde bulunan Türkan’a da bir gösterelim demeseler, Halime ya bacaksız ya da ölü olacaktı. Çünkü oralarda bacakları olmayan kadının çöp kadar değeri yoktu. Türkan, Halime’nin bacaklarında belli belirsiz sıcaklık hissedince riski göze aldı ve sadece ayak parmaklarını, hem de kendisi, keserek onun hayatını kurtardı. İşte o Halime, Türkan Hocasına can borcu olduğunu hiç unutmadı, fırsat buldukça yanına varırdı. Bir daha görüşemeyeceklerini anlasa da Türkan’a memleketten getirdiklerini yemesini söyleyerek, göz pınarlarında yaşlarla, ayakkabısının ucuna parmakları yerine doldurduğu pamukların yarattığı paytak yürümesiyle evden çıktı…
“SİZ CENNETLİKSİNİZ”
13 Nisan 2009 tarihinde Türkan’ın Arnavutköy’deki evinin kapısını terörle mücadele ekipleri çalacaktı. Polis silah arayacaklarını söylemiş, Türkan avukatı gelene kadar görevli polisle sohbet etmişti. Vanlı olduğunu söyleyen polise ilk cüzzam çalışmalarını Van’da kendisinin başlattığını ve yaptıklarını anlatınca polis şaşırmış, “O zaman siz cennetliksiniz” demişti. Türkan polisin bakışlarında şaşkınlığı, kendisini tanımadığını okumuştu.
“GELECEK DAHA GÜZEL OLACAK”
Kısa süre içinde evinin önünde kalabalık artmış, telefonlar durmuyordu. Avukat geldikten sonra polisler beş saat boyunca evinin her odasını, her çekmesini aradılar. Onlar evinde belge ve silah ararlarken Türkan, oturma odasında haberleri seyrediyordu. Ama 73 yıllık hayatındaki mektup ve defterlerde saklı özelinin tanımadığı insanlarca didik didik edilmesine sakin kalmak için çaba sarf ediyordu. İçinde büyüyen isyan duygusunu susturmaya çalışıyordu, yine kendine kızıyordu önce. Aydınlatamadığı, öğretemediği, dönüştüremediği için, o an bile bütün aydınlanma mücadelesinin yükünü almıştı hasta bedenine. “Beni darbeye teşebbüsle suçluyorlar. Oysa darbelerin yaptığı tahribatı kimse benden iyi bilemez,” diye içinden konuşuyordu. Aynı saatlerde Çağdaş Yaşam’ın da tüm şubelerine baskın yapıldığını televizyondan öğrendi. Yine de o anda bile, kadın erkek tüm insanlığın aklın ve vicdanın aydınlattığı yolda yürümeyi seçeceği günün er ya da geç geleceğine tüm kalbiyle inanıyordu, o ana dek başa gelen çekilecekti.
Bu süreç çok yordu Türkan’ı, maalesef hastalığın da hızla ilerlemesine neden olacaktı. Gelişmelerin bundan sonra nasıl olacağını biliyordu. Doktorlardan sadece 2 Mayıs’taki ÇYDD 20’inci Yıl kutlamasında onu iyi hissettirmelerini rica etti, orada olmak istiyordu, son kez… O arada görüşmek istediği insanlarla vedalaştı, toplantılarını yaptı, isteklerini iletti ve bütün işlerini tamamladı. Türkan, 2 Mayıs günü Lütfi Kırdar Kongre Salonu’na girdiğinde dakikalarca durmayacak alkış kopmuştu, salonda adım atacak yer kalmamıştı. Kendine bu benim son sahnem dediği konuşmasını yaptı. Sahnedeki Fazıl Say’ın müziklerini dinlerken elinin değdiği çocuklar, hastaları, mücadeleyle geçen ömrü gözünün önünden geçti… O törenden sonra kemoterapiye son veren Türkan, son saatlerinde kızım dediği Ayşe Yüksel’e gözlerini dikip son sözlerini söyleyecekti: “Gelecek daha güzel olacak.”
18 Mayıs 2009 tarihinde yüzbinlerce insanın hayatına değen o özel kadın, bu dünyadan ayrıldı. Ama yaptıkları, aydınlanma mücadelesine kattıkları yetiştirdiği çocuklarla devam ediyor. ÇYDD bugün, aramızdan ayrılışının onuncu yılında 30 yaşında!
Türkan Saylan 9. Sanat ve Bilim Ödüllerinin sahipleri belli oldu
Sanat Ödülü: Sezer Ateş Ayvaz, Aysel Çelikel (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği adına), Nursel Duruel, Emine Birsen Ferahlı, Turhan Günay (Seçici Kurul Başkanı), Selim İleri ve Mehmet Zaman Saçlıoğlu'dan oluşan seçici kurul, sanat dalında “öykü” ödülünu bu yıl iki eser arasında paylaştırdı. Remzi Karabulut'un Köksüzler adlı eseri ve Sevgi Can Yağcı Aksel'in Kapıya Not Bıraktım adlı eseri sanat ödülünü aldı
Bilim Ödülü: Bilim Akademisi ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği işbirliğiyle Genç Bilim İnsanları Ödül Programına (BAGEP) sağlık bilimleri alanından başvuran adaylar arasından bir kişiye BAGEP ödülünün yanı sıra “Türkan Saylan Bilim Ödülü” de verilmektedir Bilim Akademisi tıp seçici kurulu bu yıl Doç Dr. Fatma Alibaz Öner'i 9.Türkan Saylan Bilim Ödülü'nü aldı
Unutulmaz yazar Türkan Saylan bugün de unutulmadı. Binlerce seveni onu ölüm yıl dönümünde yalnız bırakmadı. İşte Türkan Saylan'ın hayatı ve eserleri
Yayınları
2005 yılı itibarı ile, toplam 440 yayını bulunmaktadır. Bunların 50’si yabancı dergilerde yayınlanmış tıbbi çalışmaları, 204’ü tıbbi, sosyal ve siyasal içerikli gazete makaleleri, 186’sı ise Türkçe tıbbi dergilerde ve kongre kitaplarında yayınlanmış araştırma, derleme ve olgu bildirimleridir.
2’si kitap, 3’ü seminer kitabı olmak üzere 5 yayını editör grubunda yer almıştır. 1. Basamak Sağlık Hizmetlerinde Deri ve Zührevi Hastalıklar El Kitabı adlı ve 5 baskı yapan ders kitabı, makalelerini içeren ve üç baskı yapan Cumhuriyetin Bireyi Olmak, çocukluk yaşamını anlatan ve 4 baskı yapan “AT KIZ”, son yazılarının toplandığı ve 2003'te yayınlanan Cumhuriyetin Bireyi Olmak II, 2004’te Mehmet Zaman Saçlıoğlu’nca kaleme alınıp T. İş Bankası’nca bastırılan, yaşamının öyküsünü içeren ve altı baskı yapan Güneş Umuttan Şimdi Doğar, 2006’da yayınlanan Cumhuriyet Radyo’da konuklarıyla yaptığı söyleşilerden oluşan “Geçmişten Geleceğe Radyo Cumhuriyet’te Çağdaş İnsan Söyleşileri” olmak üzere altı kitabı yayınlanmıştır. 2005'te Cumhuriyetin Bireyi Olmak I ve II, son dönem yazıları da eklenerek genişletilmiş ve birleştirilmiş baskı şeklinde yayınlanmıştır. Zehra İpşiroğlu’nun Türkan Saylan’la yaptığı, uzun zaman dilimini içine alan bir söyleşiyi kapsayan kitap Yapıcılığın Gücü 2006’da yayınlanmıştır.