Ulvi Doğan, bir süredir hastanede yaşam mücadelesi veriyor. 70’li yıllarda ayrıldığı Türkiye’ye dönünce Yakacık’taki Sanatçı Yaşam Evi’ne alınan ve üç yıldır kimsenin ziyaret etmediği Doğan, bir dizi sağlık sorunları yaşayınca hastaneye kaldırılıp, yoğun bakıma alındı.
ULVİ DOĞAN KİMDİR? NERELİDİR?
2 Kasım 1931'de İstanbul'da doğdu. Almanya'da tekstil öğrenimi görmüş, 1963 yılında arkadaşı Metin Erksan'la Hitit filmi kurmuştur. Susuz Yaz'da hem yapımcı hem de oyuncu olmuş, bu filmle de Berlin'de Altın Ayı ödülünü almıştır.
SUSUZ YAZ FİLMİNİN KONUSU VE OYUNCUSU
Necati Cumalı‘nın yerel özellikleri iyiden iyiye işlediği uzun bir hikayedir: Susuz Yaz. Küçük bir yerleşim yerindeki (Urla’nın Bademler köyü) ahlaki değerleri sorgular, sorgulatır. Okuyucuyu Hasan ile Osman arasında gel-gitlere sürükler. Kurak bir iklimin çiftçi üzerindeki etkisi de dahil olmak üzere birçok psikolojik ögeyi barındırır. Bu açıdan bakıldığında Susuz Yaz’ın filme uyarlanması derinlik ister.
Susuz Yaz filmi psikolojik ögeleri beyazperdeye çok iyi yansıtmanın yanı sıra Metin Erksan‘ın sinematografisiyle çağının ötesine ulaşmıştır. Tabi bununla beraber 1964 yılında 14.Uluslararası Berlin Film Festivali‘nde Altın Ayı’yı alarak (Ne yazık ki ülkemize getirerek diyemiyorum.) Türk sinemasında bir çığır açmıştır.
Uyarlamada öyküyle film hemen hemen her noktada paralel gider. Film özellikle hikayeyi okurken zihinde oluşan tip-karakter tasvirinin filme yansıtılması konusunda oldukça başarılıdır. (Örneğin, Hasan’ın başvurduğu avukat karakteri bunlardan biridir.) Ayrıca filmde oynatılan köylülerin gerçekten de başlarından böyle bir olay geçtiği söylenir. Zaten ortamın ve köylülerin doğallığı her halinden bellidir. Filmin dikkat çekici unsurlarından biri de “Ege ağzı”dır. Filmdeki “Ege ağzı”nın hiçbir abartısı yoktur. Ayrıca filmin geçtiği yer hakkında izleyiciye ipucu verir. Tabi hikayede bir Orhan Kemal gibi “ağız” unsuruna yer verilmemiştir. Bu ayrıntı yalnızca filme aittir.
Necati Cumalı’nın avukatlık yaptığı yıllardaki gözlemlerine dayanan hikayesindeki ana unsur Hasan ile Osman’ın çatışmasıdır. Bu yüzden asıl hikaye Hasan’ın karısının ölümüyle başlar. (Çatışmanın alevlenmesine sebep ilk kıvılcımdır.) Birkaç ay sonra gelen yeni gelin bu olayı takip eden bir kıskançlık sebebidir. Hasan’ın imdadına, karısının ölmüş olduğu düşüncesini ve kıskançlığını yenmesi için, iki hayal yetişir: Osman’ın hanımı Bahar’ın güzelliği ve yaz kuraklığından etkilenmemiş tarlaları. Bu nedenle köydeki birkaç tarlanın ortaklaşa kullandığı havuza set çekerek Hasan, hem tarlalarını susuz bırakmamış hem de Bahar’a Osman karşısındaki otoritesini göstermiştir.
Geleneksel hiyerarşiden güç alan Hasan, filmin hemen hemen her saniyesinde psikolojik açlığını bastırmak adına “doymuş bir domuz” olmak istediğini izleyiciye yansıtır. Osman’ın ağabeyi olduğunu her fırsatta dile getirerek küçük kardeşine oynamadığı oyun kalmaz. Oysa Hasan’ın bencilliğinden nasibini almış köylüler ve Osman “aç ama insan” olmakta diretmektedirler.
Filmin sonu John Stuart Mill’in “domuz-insan” çatışması açısından oldukça manidardır. Sonuçta havuzda yüzen ceset Hasan’a aittir ve Hasan’ın cesedi havuza bağlanan kanal aracılığıyla tarla tarla süzülür. Açılan havuz kapakları da izleyicinin yüreğine su serper. Ancak gerçek hayat bu kadar toz pembe değildir. Türk sinemasının ilk başyapıtı sayılan Susuz Yaz’ın ve yönetmeni Metin Erksan’ın başına gelmeyen kalmaz. Ne yazık ki film kapitalizmin azgın sularında boğulur