Virginia, doğduğunda şanslıydı. Çünkü maddi, manevi her şeyini karşılayacak bir aileye doğmuştu. Anne ve babasını birleştiren acılarıydı. Kim bilir, belki de bu acıyı en çok hisseden Virginia oldu. Hissettiklerini, yaşadıklarını yazmakta buldu çözümü; kimi zaman unutmak kimi zaman hatırlamak için yazdı.
Virginia zaman akıp giderken kaçırdığımız ne varsa yakalamayı becerdi. İşte belki de bu beceriydi onu akıl hastası eden… Çünkü ne varsa yakaladı; okyanusun dalgası gibi, düşen sonbahar yaprakları gibi, her gün batımı gibi, her bir kum tanesine dokunur gibi…
Ve hepsini yazdı…
Çocukluğu
Virginia, 25 Ocak 1882’de Julia Duckworth ile Leslie Stephen çiftinin çocuğu olarak dünyaya geldiğinde anne ve babası ona "Adeline Virginia Stephen" adını verdi. Halbuki ilk iki çocukları Vanessa ve Thoby’den sonra bir daha çocuk sahibi olmayı istememişlerdi. Ama o dönemin doğum kontrol önlemleri pek kusursuz değildi.
Sir Leslie Stephen Victoria devrinin tanınmış yazarlarındandı. Virginia’nın annesi de babası da daha önce başkalarıyla evlenmiş, ikinci evlilikleri olarak birbirlerini bulmuşlardı. Her ikisinin ilk eşlerinden de çocukları vardı.
Leslie Stephen’in ilk eşi, ünlü yazar William Makepeace Thackeray’nın kızı, Harriet idi. İlk kızları Laura zihinsel engelliydi, ama anlaşılmamıştı. 5 yıl sonra Harriet tekrar hamileydi ve bir kasılma sırasında aniden öldü. O gün Leslie’nin doğum günüydü ve Leslie bir daha doğum gününü asla kutlamadı. William’ın eşi, Harriet’in annesi akıl hastasıydı ve kalıtsal olarak Leslie’nin kızı da anneannesinden mirası almıştı. Kızı Laura, 20 yaşında akıl hastanesine kapatılmıştı.
Annesi Julia ise, ilk evliliğinde sorunlu değildi. Tam tersi Herbert Duckwort ile mutlu bir evlilik yaşıyordu. Ancak Julia 24 yaşında ve üçüncü çocuklarına hamileyken, Herbert bir gün aniden öldü…
Julia çok güzeldi ve entelektüelliğiyle ayrıca göz dolduruyordu. Leslie ise, uzun be gür sakallarıyla çok dikkat çekici bir erkekti. Kader onları Hyde Park Gate’in 20 ve 22 numaralı evlerinde komşu olarak buluşturdu. Birbirlerini beğenmeleri kaçınılmazdı. Yaşadığı acılar öylesine ortaktı ki, kaderin onlara sunduğundan çok daha fazla sevdiler. Julia ve Leslie, 26 Mart 1878’de evlendi.
Julia ve Leslie’nin 5 çocukları oldu.
Virginia’nın aile yapısı
Düşünürüm ki, her yazar ailesinde gördüklerinden yola çıkarak yazmaya başlar. Franz Kafka nasıl da tüm ömrünü babasına kamçıladığı onulmaz yaralarla geçirmiştir, her satırında okuruz mesela.
Bir insanı ilk etkileyen içine doğduğu ailedir. Virginia ise doğmakla kalmamış yaşadığı dönemin koşullarından mütevellit, eğitimini dahi burada aldığından gözlemleyecek ve sindirecek fazla zamanı olmuştu. Virginia Woolf’un hayatını anlatırken böyle bir başlık açmamın sebebi de işte tam olarak bu. Çünkü Virginia’nın ailesinde yazılası çok karakter vardı. Belki de işte bu yüzden Virginia, yazar olacaktı.
Bir yazar olduğunda karakterlerini uzakta aramaya gerek olmayacaktı. Yedi tane hizmetçi, etrafında gördüğü bir sürü yetişkin kadın ve bir de silik suretleriyle çalışan erkeklerle kadro kalabalık ve hikayeler derindi.
Ergen yaşlara geldiğinde üvey erkek kardeşinin asla istemediği Virginia seviciliği vardı mesela. Gün gelip de bu olayı yazmak istediğinde kendisini tanımlamak şöyle bir cümle kullanmıştı Virginia:
“Durmadan dalga yapan, kaba saba bir balinayla aynı akvaryuma hapsedilmiş talihsiz bir küçük balık”
İçinde bulunduğu dönemi bir çocuk, bir ergen, bir yetişkin ve bunların yanında bir yazar olarak yaşarken çok fazla gözlemlemiş ve bazı tespitlerde bulunmuştu. Kadınlar ikinci sınıf olduklarına göre okuyamazdı. Tıpkı kendisinin geçtiği yollar gibi. Her şey bir yana o şanslıydı bile…
Ama erkekler için düzen farklı işliyordu. Sonunda şöyle bir görsel belirdi gözünün önünde; akrabalarından her biri “bir makineye sokulmuş ve altmış yaşlarında bir müdür, amiral, bir kabine üyesi, bir yargıç olarak çıkmış” robotlardı.
Entelektüel akraba çevresinin içinde en çok babasıydı gözünde çoğalıp çoğalıp büyüyen. Çünkü babası çok çalışkandı. Victoria dönemi için de mükemmel bir keşif olmuştu. Çünkü Leslie, günde 8000 kelimelik bir makale çıkarabiliyordu ve bu editörü olduğu The Chornhill Magazine için çok iyi bir etiketti.
Virginia’nın annesi öldü
Virginia çok şanslı olduğu bir ailedeydi. Yaşamı oldukça ayrıcalıklıydı. Victoria döneminde olduğu düşünüldüğünde özellikle babasının bakış açısı yönünden çok şanslıydı mesela. Tüm ihtiyaçlarını karşılayan birileri hep vardı etrafında ve onca kalabalığa rağmen kendine ait bir odası da…
Elbette her şey bu kadar güzel giderken gölge olacak etmenler de lazımdı hayata. İşte bu etmenlerin adı Virginia’nın hayatında George ve Gerald idi. Üvey abileriydi ve ondan 14 ve 12 yaş daha büyüktüler. Her ikisi de Virginia büyüyüp serpildikçe onun yeşil gözlerini, dolgun dudaklarını, güzel bir kıza dönüşümünü çekici bulmaya başlamışlardı.
İşte tüm bunların arasında bir yerde bir gün annesi Julia, taşıdığı yüklerden yoruldu. Annesi öldüğünde Virginia, 13 yaşındaydı. Ansızın gelen bu ölüm, Virginia’nın hayatında yaşadığı ilk sarsıntıydı. Sadece o değil, birden bütün ailenin dudakları üzerine sessiz bir parmak ilişti sanki, her birinin dilini lal eden. Herkes ona susması emredilmiş gibi sustu. Artık aynı evde yaşayan ve sessizce acısını çeken bir kalabalık vardı.
Bu sessizlik yeminin ortasında Virginia yaşamının son yılında bir kez daha hatırına getireceği o çirkin günü yaşadı. Gerald, Virginia’yı yemek odasına uzanan holde bulunan bir yükseltiye çıkartıp oturtmuştu. Virginia, orada öylece otururken Gerald ellerini Virginia’nın vücudunda dolaştırıyordu. Parmakları en gizli dehlizlere dalana kadar kendini geri çekmedi. Her şey bir anda yaşanıp bitmişti. Geriye Virginia’nın hafızasına yıllarca utanç olarak yapışıp kalacak bir duygu kaldı.
Eğitim hayatı
Kız kardeşi Vanessa, daha küçücükken ressam olmaya karar vermişti. Ama Victoria devrinde yaşıyorlardı. Bu dönemde İngiltere için kadın ikinci plandaydı ve kız çocukları okula gönderilmezdi. Haliyle Virginia ve kız kardeşleri de okula gidemedi.
Babaları onlara eğitimi kendi kütüphanesinde verme çözümünü buldu. Virginia kendisini geliştirmeyi böylece başarabildi. Vanessa ressam olmak istediğini söylediğinde Virginia’nın dudaklarından da yazarlık sözcüğü parlak ışıklar gibi dökülüverdi. Babasının kütüphanesi, Virginia’nın renkli ışık huzmelerini saldığı, dibi çakıl taşlarıyla dolu kuyusuydu. Bu kitap okyanusunda kendini en güzel renklere boyadı ve cümleleri şenlendi.
İşte bu eğitimle, 1895’te, henüz 13 yaşındayken bir gazetede yazdığı kısa hikayeleri yayınlatıyordu. Victoria devrinde sürdürülen yaşam koşullarına karşıydı. Yazdığı her hikaye buradan şekil alarak oluşuyordu. Bundan sonra yazacaklarında da bu dönemin etkisi elbette olacaktı.
Virginia’nın babası öldü
Aile anneleri Julia’nın ölümünün ardından boğulduğu yastan Virginia’nın üvey kız kardeşi Stella’nın evliliğiyle biraz olsun sıyrıldı. Ancak Stella’nın üç ay sonra apandisit sebebiyle kaldırıldığı hastanede yanlış tedavi sonucu ölmesinin üzerine kara bulutlar kısa süreliğine saklandıkları yerden çıktı.
Leslie, kendini Julia’nın ölümünden sonra toparlayamadı. Yaşlanmıştı ve artık mutsuzdu da. Kendisini terk edilmiş hissediyordu. Davranışları da giderek anlamsızlaşıyordu. Artık sessizliğinin üstüne bir de duymaz olmuştu. Virginia 18 yaşındaydı.
Bu durumun giderek kötüleşmesi George’yi harekete geçirdi. Hem anne hem baba olmaya çalışıyordu. Virginia bu durumdan rahatsızdı. Çünkü bir anda George her şeye karışır olmuştu. Bir gece de Virginia’yı kollarına alma hakkını görecekti kendinde…
1904’te, Virginia 22 yaşındayken, Sir Leslie Stephen kanserden öldü. Aslında babası o 18 yaşındayken ölmüş gibiydi. Ama yine de, hani denir ya, gölgesi yetiyordu. Leslie, Virginia için bir babadan çok fazlasıydı. Onu cahilliğe mahkum etmeyen öğretmeniydi aynı zamanda. Virginia ise, bir yazar olarak babasının emeklerinin karşılığı olacaktı.
Ama bir yandan da annesiz babasız kalmıştı. Babasından iki yıl sonra çok sevdiği ve hayran olduğu abisi Thoby de öldüğünde Virginia daha da yıkıldı. Artık kendini hiç güvende hissedemeyecekti. Bütün bu ölümlerden sonra yaşadığı tacizler Virginia’yı kolay incinir bir kadına dönüştürmüştü. An geliyor kendini kaybediyor, akıl hastalığına davetiye çıkarıyordu.
Leslie’nin ölümü tüm kardeşler için bir dönüm noktasıydı. Çünkü Bloomsbury’e taşındılar. Artık onları yaşadıkları yere bağlayan bir sebep kalmamıştı.
Virginia intihar etti
Annesinden sonra babasının da ölümüyle ikinci kez yıkıldı Virginia. Babasına çok bağlıydı. Annesinin ölümünden sonra sesler duymaya başlamıştı, o sesleri susturan babasının varlığıydı. Şimdi o sesler geri gelmişti işte. Sanki Virginia’yı cezalandırmak istiyordu. Bu sesleri susturmanın yolunu intihar etmekte aradı. Bu Virginia’nın ilk intihar girişimiydi, ama son olmayacaktı.
Aslında bir intihardan çok yardım çığlığı, dikkat çekme isteğiydi yaptığı. Çünkü atladığı pencere zemine çok yakındı. Haliyle ölmedi. Bari kafasının içindeki sesleri susturabilseydi…
Virginia nişanlandı
Bloomsbury Virginia için de kardeşleri için de yeni bir hayatın başlangıcıydı. Burada birçok ünlü Edebiyatçı ve cinsel konularda özgür davranan bir grup entelektüel bulunuyordu. Gruptakilerin birçoğu ya eşcinseldi ya da biseksüel. Grubun dışında kalan herkesin gözünde etik bir grup izlenimindeydiler.
Bu gruba dahil olmuş kişiler arasında John Maynard Keynes, Lytton Strachey, Roger Fry, Duncan Grant gibi ünlü isimler de vardı.
Virginia, işte bu grup içinden Lytton Strachey ile nişanlandı. Ancak bu nişanlılık kısa bir süre sonra bitti.
Profesyonel yazarlığa ilk adım
Virginia aslında yazarlığa küçük bir kız çocuğuyken kısa kısa hikayeler yazarak başlamıştı. Profesyonelliğe ilk adımında ise, yıl 1905 idi. Ancak yazımı çok uzun sürdüğünden ilk kitabını 1915’te yayınlayabildi; ona "The Voyage Out" ( Dışa Yolculuk ) adını verdi. Bir türlü kendinden emin olamıyordu. Bir yıl içinde üç kez tekrar yazdı örneğin. Çünkü bu kitapta annesinin ölümü yenişini anlatıyordu. Profesyonellik yolunda etkileyici bir başlangıçtı…
Ancak arkasında yaşanan olaylar daha da ilgi çekiciydi. Kitabını yazmaya çalıştığı sıralarda bir ruhsal çöküntü daha yaşadı Virginia. 1910’da bir türlü yazımını bitiremiyordu ve kaygıları vardı. Okurlarının onu beğenmeme ihtimali onu deli ediyordu. Bunun dışında bir de yasak aşk vardı içini bulandıran. Kız kardeşi Vanessa yeni doğum yaptığı bebeği ile ilgilenirken, Virginia, Vanessa’nın kocasıyla bir ilişki yaşıyordu ve müthiş derecede kendisiyle çeliştiği bir suçluluk psikolojisindeydi. İçini yakıp geçiyordu…
Vanessa öğrendiğinde yıkıldı. Ancak Virginia’nın normal olmadığını düşünüyordu, ama incinmişliğinin etkisinden de kurtulamadı. Doktorun tavsiyesiyle Virginia’nın özel bir bakımevi olan Burley Park’a gönderilmesini sağladı.
Virginia evlendi
Virginia Burley Park’a dördüncü ruhsal çöküntüsünün ardından, Şubat 1912’de bir kez daha girdi. Bu tarih Leonard Woolf’tan evlilik teklifi almasının hemen sonrasına denk geliyordu. Leonard Seylan’da devlet memuruydu ve Virginia’nın şehrine sadece 6 aylığına gelmişti. Evlilik teklifini kabul etmesi Leonard’ın istifa etmesi demekti. Virginia gibi çalkantılı ruhlu bir kadın için böyle bir karar almak ona kendini ancak baskılanmış hissettirirdi. O da işte aynen böyle hissediyordu. Bir de Leonard Yahudi idi. Virginia ise, İngilizlerin Yahudileri kabul etmeyen kesimine aitti.
Virginia 34 yaşındaydı ve bu yaşının yarısını akıl hastası olarak geçirmişti. Haliyle kapısında çok parlak kısmetlerin sıralanmayacağını biliyordu. O da kardeşi Vanessa gibi evlenmek, çocuk doğurmak istiyordu. Ama yine de bu kararı vermek ona çok zor geliyordu. Leonard’ın iş durumları bahaneydi aslında. Virginia, Leonard’ı sevmiyordu.
Sonunda Leonard’a dürüst olmaya karar verdi. Ona doğruyu söyledi. Ama Leonard bunu önemli bir detay olarak görmedi ve teklifinde ısrarcı olduğunu bildirdi. Virginia, Leonard için en uygun eşti, çünkü Leonard beş parasızdı. Virginia ise babasından dolayı geçim sıkıntısı çekmiyordu.
Virginia sonunda ikna olmuştu; kuşkularını rafa kaldırdı. Virginia 10 Ağustos 1912’de Leonard ile Londra’da St. Pancra Mahallesindeki nikah dairesinde evlendi.
Virginia aslında en doğru kararı vermişti ve bunu da yıllar geçtikçe anlayacaktı. Çünkü Leonard ona bir kocadan fazlası olacaktı. Virginia, onu geri kalan ömründe idare edecek, her şeyine koşacak o kişiyi bulmuştu. Leonard, ilk kitabını çıkarmak isterken yaşadığı buhranları bildiğinden işe buradan koyuldu. Virginia için bir basımevi kurdu. Böylece Virginia yazdığı kitapları yayınlatabilir, Leonard’ın desteğiyle de beğenilmeme korkusunu aşabilirdi…
Evliliği ve hastalığı
Leonard, Virginia’nın hayatının yönetimini eline almıştı artık, her şeye o karar veriyordu. Çünkü Virginia’nın ne zaman hangi ruh halinde olacağı belli olmuyordu. Virginia için bu iyi bir yaşam şekliydi, ama bir yandan da zordu.
Virginia 9 Eylül 1913’te ikinci kez intihar etti; henüz evliliklerine 1 yıl olmuştu. Yaşamının çıkmazda olduğunu düşünüyordu. İlk intiharı gibi değildi, ciddiydi. Ama şansı vardı ki, Leonard vardı. Yuttuğu hapları cerrah bir arkadaşları ile beraber Virginia’nın midesini yıkayarak temizlediler. Bu işlem Leonard için ölümden beter zamanlar içeriyordu, saatler sürdü. Ama Virginia kurtulmuştu.
Beşinci ağır bunalımını yaşadığında bakımevine gidemeyecek kadar hastaydı. Artık bakımevi yeterli olmayacaktı, tımarhaneye kapatılması gerekiyordu. Bunun kararını verecek isim de kocası olarak Leonard’dı. Leonard’ın gönlü onu bırakmaktan yana değildi. Bu sırada da Virginia’nın üvey kardeşi George, Susex’deki evini onlara verdi. Belki bu delirmede payı olduğunu düşündüğü için vicdanını rahatlatmak istiyordu, kim bilir… Her neyse işe yaramıştı. Leonard, Virginia’ya bu evde rahatça bakabilirdi. Burada 2 ay kaldılar.
Virginia kendini iyi hisseder hissetmez, bir zamanlar Vanessa ve Adrian ile ortaklaşa kiraladıkları Asheham House’a taşındılar.
Eylül 1915’te, intiharının üzerinden 2 yıl geçmişti; Virginia artık daha iyiydi. Leonard Richmond’a taşınmalarına karar verdi. Burası tanıdıkları herkesten uzaktı, Leoanard özellikle böyle olmasını tercih etti. Böylece kimse gelip Virginia’nın rutinini bozamayacaktı.
Herkesten uzak kalmak mı iyi gelmişti bilinmez bundan sonra geçirdiği krizlerin hiçbiri son bunalımı gibi olmadı. Leonard ona hep baktı ve yazmasına izin ve destek verdi. Virginia’yı sıkı gözetim altında tutuyordu. Ne zamanki yazarken sarsıldığını fark ediyor, bütün her şeyi elinden alıp onu oyalıyordu. Leonard farkındaydı, yazmasa düşünerek kendine daha çok zarar verecekti. Bu yüzden kontrolü altında yazmasını sağlıyordu.
Çünkü Virginia, çektiği acıları, zihinsel bunalımlarını yazıyordu; belki unutmak belki hatırlamak için…
Yazar Virginia Woolf
Virginia ilk kitabını çıkardığında 3 yıldır evliydi ve Edebiyat dünyasına ilk adımını da haliyle Virginia Woolf adıyla atmış oldu.
İlk kitabı çıktığında ikincisi için çalışmaya çoktan başlamıştı. Sürekli, her an, ne hissederse yazıyordu aslında, ama asla kendinden emin olmadan ona bir kitap diyemiyordu. Bu yüzden ikinci kitabı, I. Dünya Savaşı döneminde geçen, “Gece ve Gündüz”ü yayınladığında yıl 1920 olmuştu. Seçtiği karakterleri açıkça tanıtıyordu kitabında ve mekan tasvirleri konusunda da fazlasıyla özenliydi. Ayrıca bu kitap bundan sonra yazacaklarının ön izlemesi gibiydi; gelecekten haberler veriyordu.
Virginia yaşarken belki değil, ama yazarken oldukça cesurdu. Yeni şeyler denemeyi severdi. Bu yüzden 1931’de yayınladığı “Dalgalar” adını verdiği kitabında o güne kadar başka hiçbir yazarın göze alamayacağı şeyler denemişti. Bunu yapan tek kişi olduğunun farkındaydı üstelik. Çünkü bu kitabı bir roman görünümünde düz yazı olarak yazsa da aslında bir şiirdi. Amacı bu romandan bir tiyatro oyunu çıkarmaktı.
Virginia felsefesi için şu cümleyi kurardı: “Şiir olmayan herhangi bir şey edebiyata neden girsin ki!” İşte bu düşünceden yola çıkarak bu kitabı iki yıl içinde üç kez yazdı ve dalgaların sesine uydurarak şiir gibi yüksek sesle okuyarak düzeltti. Virginia gerçekçi romandan sıyrılışını kutluyordu. Çünkü Dalgalar, bilinçaltı tekniğiyle yazılan romanların en önemlilerinden sadece bir tanesi olacaktı.
En kolay okunan kitap: Kendine ait bir oda
Virginia’nın yazdığı her şey bilinçaltından sel olup akarken mürekkebinde dağılıyor gibiydi. Öyle ki, bir süre sonra Virginia Woolf adı “bilinç akışı” tekniği ile birlikte abılmaya başlamıştı ve bunun için verilecek en iyi örnek “Mrs. Dalloway” idi.
Eşcinsel kimliğini saklamıyordu. Bu kimliğin keşfi Bloomsbury zamanlarına dayanıyordu belki de. Kitaplarında da eşcinsellere yakınlıktan kaçınmadı. Hatta başka hiçbir kitabında rastlanmayacak kadar özgün bir yaklaşımla yazdığı “Orlando” adını verdiği aşk romanını o dönem sevgili olduğu Vita Sackville – West’e ithaf etti.
Bir de çok kolay okunan bir kitabı vardı Virginia’nın: Kendine Ait Bir Oda. 1929’da yayınladığı bu kitap, feminist hareketin klasiği olarak kabul edilmişti. Kadınlar bu kitabı ellerinden düşüremedi. Çünkü konusu, kadın ve edebiyattı ve okurken akıp gidiyordu.
Virginia’yı tetikleyen soru
O dönemden beri süregelen, erkeklerin kadınlara sürekli sorduğu bir soru vardı: “Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?”
Bu soru Virginia’yı çileden çıkarıyordu. Çünkü Victoria dönemini bütün çocukluğu boyunca içine çeke çeke yaşamış bir kadın için bu soru yakıp da geçerdi. Bu yüzden en iyi bildiği, sabırla tüm çocukluğunu geçirdiği yere gitti; kütüphaneye. Burada kadın edebiyatçıların tarihçesini en ince detayına kadar araştırdı ve bulduğu cevabıyla kadınlara seslendi:
“Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!”
Virginia, özellikle bu sorunun da cevabını bulduktan sonra daha da hoyrat oldu yazarken. Çekinmeden, vazgeçmeden hep yazdı. Hatta öyle ki “Flush” adını verdiği kitabında bakış açısı aslında bir köpeğin bakış açısıydı. Çekinmeden, sadece istediği için yazmak bir süre sonra Virginia’ya her gözden bambaşka bakıp, bambaşka görmeyi öğretmişti…
II. Dünya Savaşı kapıdayken
Virginia hayatının her aşamasında intihara meyilli oldu. 1939’da, II. Dünya Savaşı başlamışken, Virginia yine intiharı düşünür oldu. Adeta ölümle yaşam arasında bir yerlerinde dolanarak sürdürüyordu hayatını.
Leonard Yahudi olduğundan bu süreçten daha fazla etkilenmişti. Savaş burunlarının dibine kadar gelmişti, evleri ve iş yerleri hasar almıştı.
Virginia ve Leonard, Virginia’nın babasından kalma ve Leonard’ın evlilikleri boyunca biriktirdikleri birçok kitabı kurtarmayı başarmıştı. Bunları Monks House’a taşıdılar, ancak her tarafa dağılmış, düzensiz bir şekilde yaşamaya mahkum olmuşlardı artık. Ne kadar da asillerdi, şimdi kir pas içinde göçmen kitaplardı.
Bu sırada Virginia’nın doktor olan kardeşi Adrian, Hitler’e boyun eğmektense intihar etmeye karar vermişti. Hazırladığı öldürücü dozda zehri, Virginia ve Leonard’a da isterse kullanabileceklerini söylemişti. Artık garajın kapısını kapatıp intihar etmeyi konuşur olmuşlardı. Bu sefer de aklı başında olan Virginia’ydı, ölmek istemiyordu. O günlerde günlüğüne şunları yazmıştı:
“Sonumun garaj olmasını istemiyorum. Daha on yıl yaşayıp kitabımı yazmak istiyorum…”
Kitap yazıyor olmak Virginia’nın bu hayatı yaşama şekliydi. Hem cesurdu hem korkak. Onun için bir yazarın kelimeleri dizip cümle oluşturması, hele de özgüveni yokken, büyük cesaretti. İşte o yazar, Virginia Woolf’un ta kendisiydi.
Virginia’nın son kitap müsveddesi
Virginia, “Perde Arası” adını verdiği kitabını bitirmişti. Müsveddesini okuması için 26 Şubat 1941’de Leonard’a verdi. Leonard’a kitabı çok beğenmişti, hemen basılmasını önerdi.
Leonard’ın bu heyecanının karşısında Virginia’nın daha da heveslenmesi gerekirdi. Ama tabii ki böyle olmadı. Virginia, son halini tekrar okuduğunda bütün sevgisi, hayranlığı yok olmuştu. Çünkü fark etti ki, Virginia bu kitabı yazarken hiç acı çekmemiş, canı hiç yanmamıştı. Hatta neredeyse mutlu olduğu bile söylenebilirdi. Kafasında yazmak üzerine şekillenmiş her şey yerle bir olmuştu. Bu yüzden yayınlamanın bir hata olacağını, acıdan yoksun bu müsveddenin hala bitmemiş olduğuna karar verdi.
Virginia öldü
İntihara bu kadar meyilli bir ruhun nasıl öleceği en başından belliydi aslında; elbette bir gün intihar edecekti. Virginia 28 Mart 1941’de intihar etti.
Mart Ayı boyunca günlüğünü sadece iki kez yazdı Virginia. İkisinde de bir şekilde intihardan hiç bahsetmemişti. Bu yüzden bu intihar planlı mıydı yoksa bir anda mı aklına düşmüştü, bilinmez… Ama belli ki bu kez gerçekten ölmeyi istediğinden sessizliğini korumuştu.
Virginia, 20 Mart’ta Vanessa’dan bir mektup aldı. Leonard haber vermişti. Vanessa da iyi niyetiyle bir mektup yazmayı uygun görmüştü. Ama mektubu Virginia gibi bir kadına düşüncesizce yazılmıştı. Vanessa, savaşın ortasında delirmemeye çalışmasını, bunun Leonard ve kendisi için ne büyük külfet olacağını hatırlatıyordu.
28 Mart Cuma günü, Leonard, evin bahçesiyle ilgileniyordu. Virginia’ya da evde kalmasını söylemişti. Ama Virginia bir süre sonra yürüyüşle çıktı. Irmağa kadar yürüdü. Ceketinin ceplerini taşlarla doldurdu ve suya daldı. Yavaş yavaş suyun onu çekmesine izin verdi. Leonard, öğle emeği için eve döndüğünde şöminenin üzerinde intihar mektubunu buldu ve hemen ırmağa doğru koşmaya başladı, ama yetişemedi. Cesedini üç hafta sonra çayırda oynayan çocuklar buldu.
Leonard, çok üzgündü.. Virginia’nın cesedinin küllerini Monks House’un bahçesinde karaağaçlardan birinin hemen yanına gömdü. Mezar taşında “Dalgalar” kitabından bir cümle yazdı:
“Kendimi sana doğru savuracağım., yenilmeksizin ve boyun eğmeden, ey ölüm!”
Son mektup
Virginia, intihar etmeden önce biri Leonar’a, diğeri Vanessa’ya iki intihar mektubu bıraktı. Mektubunda yeniden sesler duymaya başladığından söz ediyordu. Leonar’ı ise mutsuz ettiğine inanıyordu. Bunca işinin gücünün arasında bir de kendisine bakmakla uğraşmasını istememişti.
İşte Leonard’a yazdığı son mektupta şöyle yazmıştı:
“En sevdiğim,
Yine delirecekmişim; bu korkunç günleri atlatamayacakmışız gibi hissediyorum. Ve sanki giden zamanı geri çeviremeyeceğim. Sesler duymaya başlıyorum ve konsantre olamıyorum. Bu yüzden yapmam gereken şeyi yapıyorum. Banma verebileceğin en büyük mutluluğu verdin. Kimsenin yapamayacağı şeyleri yaptın. İki insanın birlikte daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Ben artık savaşamayacağım. Biliyorum, senin hayatını mahvediyorum, bensiz daha mutlu olacaksın. Görüyorsun bu mektubu bile doğru düzgün yazamıyorum. Okuyamıyorum. Hayatımdaki bütün mutluluğu sana borçlu olduğumu söylemek isterim. Bana karşı inanılmaz sabırlısın ve iyisin.
Şunu söylemek istiyorum, - aslında herkes biliyor – eğer biri beni bu durumdan kurtarabilecek olsa, bu sen olurdun. Her şey beni terk edip gitti, ama senin iyiliğin hep benimle kaldı. Artık senin hayatını mahvetmeyeceğim. Kimse seninle mutlu olduğumuz kadar mutlu olamazdı.
V.”
Bunlar, Virginia’dan Leonard’a kalan son cümleler oldu. Sevginin, aşkın, bağlılığın ne olduğunu yaşayan ve yaşatan bir adam için eksik bile kalırdı. Belli ki, Virginia kendince Leonard’a borcunu ödüyordu…
Yazdıklarıyla, karışık aklından geçenleriyle, bir Virginia Woolf geçti bu dünyadan…