Tarikat-Dergah muhabbetlerine fiilen katıldığım dönemlerin başlarıydı. Kendi nefsimin Allah’ın razı olacağı şekilde temizliği üzerine çalışmalar yapıyordum. Bu dönemler Yasin suresini de ezber çalışması yaptığım dönemlerdi. Ezberimi tamamlamıştım. Her namazdan sonra bir Yasin okuyarak hem ezberimi olgunlaştırmaya çalışıyor hem de Kur-an’la meşgul olmanın huzurunu yaşıyordum.
Evim Pendik’te ofisim ise Üsküdar’daydı. Çok ender de olsa bir iki misafirimin yolu düşer ve genelde tarikat muhabbetlerinden hasbihal ederdik. Yolu düşenlerden biri de Sinan isminde tarikat ve muhabbet ehli muhasebeci bir ahbabımdı. Bir gün vakit ikindiyi gösterirken Sinan çıkageldi. Kısa bir hal hatır yaptıktan sonra ikindi ezanları okunmaya başladı. “Sinancığım, hadi çıkalım, merkezde namazımızı kılar, çayımız da orada içeriz” dedim ve çıktık. Üsküdar belediyesinin yakınlarındaki küçük bir Osmanlı camisine yaklaştık. Cemaat namaza giriyordu. Benim abdestim vardı ama içimden abdest tazelemek geldi, Sinan’a dönerek, “Sinancığım, sen cemaate yetiş ben abdest tazeleyeceğim” dedim ve lavabolara yöneldim. Lavabolar kalabalıktı haliyle biraz oyalanmak durumunda kaldım. Abdestimi alıp çıktığımda cemaatin namazı tamamlamış, camiden çıkmakta olduklarını gördüm. Aptal ıslatan dediğimiz türden ince bir yağmur başlamıştı. Son çıkanlardan biri de bizim Sinan idi. “Sinacığım, namazı kılıp hemen geliyorum” dedim ve caminin giriş kapısına yöneldim. Tam kapı eşiğinden içeri adımımı atarken, içimden “Sinan bekliyor olmasaydı namazdan sonra Yasin’imi okurdum. Üstelik yağmur yağıyor, bekletmeyeyim, daha sonra okurum” diye geçti. Son cemaat yerinde sağda ikindinin sünneti için tekbir aldım ve namaza başladım. Son tehiyyatta sağa doğru selamımı verirken sol taraftan namaza başlama tekbiri sesi geldi. Sola selam verdiğimde gördüm ki, Üsküdar’ın meczuplarından koltuk değenekleriyle ancak yürüyebilen Hakan, arkasına bir kişi almış ikindinin farzı için imamlık yapıyordu. Namazları yeni başlamıştı. İçimden, “Belki rahmet burada gizlidir” diye geçirerek üçüncüleri olarak tekbir aldım ve Hakan’ın arkasında farzı kılmaya başladım. Hakan, gayet güzel bir şekilde namazı kıldırdı ve selam verdikten sonra diğer arkadaşın müezzinliği başladı. Tespihler çekildi ve dua etmeye başladık. Bir yandan dua ederken diğer yandan dışarıda beni bekleyen Sinan’ı düşünüyordum. İçimden Hakan’ın “el Fatiha” diyerek namazı noktalamasını isterken, Hakan yüzüme baktı ve euzu besmele çekerek, “Yasin” deyip, yüksek sesle ve tane tane Yasin suresini okudu. Oturduğum yerde donakalmıştım. Artık ne Sinan vardı aklımda ne de mekan. Sanki melekler, “Al sana Yasin” diyorlardı, ruhumun en derinliklerine…
-Bir delinin not defterinden...