Yavuz Sultan Selim, hakkında Google'da aramalar yapılıyor. 9. Osmanlı Padişahı ve Osmanlı'nın ilk İslam halifesi, 88. İslam Halifesi, Hâdim'ul-Harameyn'uş-Şerifeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetkârı) II. Bayezid oğlu Yavuz Sultan Selim kimdir, aslen nerelidir, kaç yaşındadır? Detaylar haberimizde...
YAVUZ SULTAN SELİM KİMDİR? YAVUZ SULTAN SELİM'İN BABASI KİMDİR, ASLEN NERELİDİR, KAÇ YAŞINDADIR?
II. Bâyezîd veya II. Beyazıt, ayrıca bilinen adıyla Sultân Bayezid-î Velî; Osmanlı İmparatorluğu'nun sekizinci padişahı. Babası Fatih Sultan Mehmed, annesi Sitti Mükrime Hatun ya da Emîne Gül-Bahar Vâlide Hatûn'dur. Yavuz Sultan Selim'in de babasıdır. Yavuz Sultan Selim; I. Selim, adıyla bilinir.(Osmanlı Türkçesi: سلطان سليم اول Sultan Selīm-i Evvel; 10 Ekim 1470 – 21/22 Eylül 1520[1][2]), 9. Osmanlı padişahı ve 88. İslam halifesidir.
YAVUZ SULTAN SELİM TAHTA ÇIKMADAN ÖNCE
Trabzon'da Şehzade Abdullah'tan sonra, Trabzon Sancak Beyi olan ikinci ve son şehzade Selim'dir. Fatih Sultan Mehmet’in vefatı ile II. Bâyezid, Osmanlı Devleti tahtına oturduğu zaman oğlu Şehzade Selim’i 1481 senesinde Trabzon Sancakbeyi olarak atadı. Şehzade Selim, gemi ile Kefe’ye oğlu Süleyman'ın yanına gidişine kadar 1481-1510 yılları arasında yaklaşık olarak 29 sene, Trabzon’da valilik yaptı.
Valiliği sırasında devlet işleri yanında ilimle de uğraşan Selim, alim Mevlana Abdülhalim Efendi’den ders almıştır.
Daha genç yaşlarında, Türkmenlerin devletten duyduğu memnuniyetsizliği ve Safevi Devleti'ne olan eğilimlerini fark etti. Türkmenleri devlete bağlamak maksadıyla,İstanbul yönetiminden izin almaksızın Gürcüler üzerine sefere çıkmış ve bu seferlerin en önemlisi olan Kütayis seferinde Kars, Erzurum, Artvin gibi birçok bölgeyi fethederek Osmanlı topraklarına katmıştır.
Hatta devlet töresine göre elde edilen ganimetin beşte birini beyt-ül mal'a katması gerekirken onu da mücahid Türkmenlere bırakmıştır.
II. Bayezid’in oğullarından Selim Trabzon’da, Korkud Saruhan’da, Ahmed Amasya’da vali olarak görev yapıyordu.
Şehzade Selim, Trabzon valiliği sırasında Türkmenlerin gönlünü kazanması ve askeri başarıları sebebiyle yeniçerilerin desteğini arkasına almıştı. Ancak Osmanlı Devlet Ricali , Şehzade Ahmet'in tahta çıkması gerektiğini düşünüyordu. Manisa sancağındaki Şehzade Korkut'un erkek çocuğu olmadığından tahta çıkma olasılığı çok düşüktü. Konya'daki Şehzade Şehenşah ise babasından 6 ay önce vefat ettiğinden dolayı taht kavgasına dahil olamadı.
Bayezid oğlunun hükümdar olma isteği ve asker ile bazı devlet adamlarının Selim'den taraf olduğunu görünce 1512 senesinin Nisan ayında saltanatı Selim'e bıraktı.
Sultan Selim'in cülusu da 23 Mayıs'ta gerçekleştirilmiştir.
Yavuz tahta çıktıktan sonra padişahlığını tanımayan ve tahttan indirilmesi fikrine sıcak bakan kardeşlerini bertaraf etmek zorunda kalmıştır. Bu mecburî hareketi yüzünden çok üzülen Sultan Selim, tahttan indirilmesine sıcak bakan kardeşi şehzade Korkut’un ölümünden sonra onun tabutunun alt tarafına oturmuş ve ağlayarak "Ey kardeşim! Ne sen böyle yapsa idin, ne de ben böyle yapmak mecbûriyetinde kalsa idim!...” demiştir.
YAVUZ SULTAN SELİM TAHTA ÇIKTIKTAN SONRA
Sultan Selim’in ilk hedefi, Anadolu’daki birliği sağlama yolundaki en büyük engel ve tehditlerden biri olan Safevi sorununu ortadan kaldırmaktı.
Safeviler üzerine sefere çıkma niyetiyle hazırlıkları başlatan Selim 1514 senesinin baharında ordusuyla birlikte İran seferine çıktı.
Oğlu Süleyman’ı 50.000 kişilik ordu ile Anadolu bekçiliğine bırakan Yavuz, seferin uzun sürmesinden şikayet etmeye başlayan mızmız askerlere karşı sert bir konuşma yaptı.
Osmanlı ve Safevi orduları Çaldıran Ovası'nda 23 Ağustos 1514 tarihinde karşı karşıya geldi. Osmanlı Ordusu'nun yaya kuvvetleri daha çok olmasına karşın, Safevi Ordusu'nun da süvarileri fazlaydı. Ancak Safevi Ordusu'nda top yoktu. Buna karşın Osmanlı'da topçu kuvvetleri vardı. Bu savaşın sonucu mutlak Osmanlı galibiyetidir.
MERCİDABIK SAVAŞI
İran Seferi, Memluk ve Safevilerin müttefik olmalarına neden oldu. Ayrıca Yavuz'un Safeviler'e karşı sefere çıktığını duyan Memlük Sultanı ordusunu Osmanlı sınırına kaydırdı. Yavuz Sultan Selim döneminde, Dulkadiroğlu Beyliği'ne son verilmesi, Osmanlılar ile Memlüklüler arasındaki mevcut gerginliği körükledi.
1516 senesinde Sadrazam Hadim Sinan Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusunun Suriye’den geçmesine Memluklerin izin vermemesi üzerine, Yavuz Sultan Selim 5 Haziran 1516 tarihinde Mısır seferine çıkmış, 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştır.
Memluk Sultanlığına bağlı Antep (18 Ağustos 1516) ve Besni (19 Ağustos 1516) kaleleri birer gün arayla teslim oldu.
Ancak, asıl savaş 24 Ağustos 1516 tarihinde Halep yakınlarında Mercidabık'ta gerçekleşti. Memluk Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamamıştır. Savaş sonunda yaşlı Memlük Sultanı Kansu Gavri atından düşerek ölmüştür.
Bu sefer sonucunda Osmanlı'nın sınırları 5.200.000 km2'ye çıkmıştır.
HİLAFET’İN OSMANLI’YA GEÇMESİ
Mısır seferi sonrasında kutsal toprakların Osmanlı hakimiyetine girmesiyle beraber Kutsal Emanetler’i İstanbul’a getirten Yavuz Sultan Selim, 29 Ağustos 1516 tarihinde Hilafet’in Abbasi soyundan Osmanlı soyuna geçirmiş oldu.
Yavuz Sultan Selim Ayasofya Camii'nde yapılan bir törenle, son Memlük halifesi III. Mütevekkil'den halifeliği devraldı.
Kutsal toprakları Osmanlı sınırlarına kattığı zaman oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü'l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ilan etmiştir.
Hilafeti devraldığı III. Mütevekkil o dönemde İstanbul’a yerleşmiş, hayatının sonuna kadar hiçbir siyasî vazife edinmeden Osmanlı hakimiyeti altında rahat bir hayat sürmüştür.
YAVUZ SULTAN SELİMİN VEFATI
Yavuz Sultan Selim’in saltanatı kısa sürse de, oğlu Kanuni Sultan Süleyman döneminde devletin altın çağını yaşamasına zemin hazırladı. Babası Fatih Sultan Mehmet’in oğlu II. Bayezid’den boş aldığı devlet hazinesini tamamen doldurmuştur.
Mısır seferi sonrasında Batı seferine çıkmak isteyen Yavuz, hazırlıklar sırasında sırtında çıkan bir çıban yüzünden rahatsızlandı.
Hoca Sadettin Efendi’ye göre, Yavuz sırtına bir şeyin battığını Hasan Can’a söylemiş, Hasan Can elini Yavuz’un sırtında gezdirdiği zaman bir şey fark edememiştir. Yavuzun aynı sıkıntıdan tekrar bahsetmesi üzerine Padişahın sırtına bakan Hasan Can, çıbanın henüz baş vermediğini, ancak etrafının kızardığını söylemiştir. Hasan Can’dan çıbanı sıkmasını isteyen Yavuz “Henüz hamdır hünkarım, zorlamak caiz değildir. Münasip bir merhem koyalım” cevabı üzerine hamama gidip orada çıbanı sıktırmıştır.
Çıban sıkıldıktan sonra hastalığı iyice artan Yavuz, Hasan Can’a “seni dinlemedik amma kendimizi helak ettik” demiştir.
Yavuz Selim, hasta olduğu halde, sefer önceden kararlaştırıldığı için Edirne’ye doğru yola çıkmış, ancak hastalığı bu yolculuk esnasında iyice artmıştır.
Başhekim Ahmet Çelebi tarafından tedavi edilmesine rağmen sonuç alınamayınca tedaviden ümit kesip istirahate başlamıştır.
Babasının hastalığı yüzünden Şehzade Süleyman’a hızlıca haber gönderilmiş, lakin Süleyman babasının yanına gelemeden, Yavuz Sultan Selim 1520 senesinin 21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde irtihal etmiş, Rabbine yürümüştür.
Vefatından az önce, ahvalini sorduğu Hasan Can “Artık Allah ile olma vaktidir hünkarım” dediği zaman, verdiği cevap unutulmazdır…
“Ya sen bizi şimdiye kadar kiminle bilirdin Hasan Can?...”
YAVUZ SULTAN SELİM’İN UNUTULMAZ SÖZLERİ NELERDİR?
-Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.
-Haine cesaret veren merhamet, zulme yakındır.
-Benim için, o mübarek makamların hizmetçisi olmaktan daha büyük şeref olamaz. Bana Hadimül-haremeyn (Mekke ve Medine'nin Hizmetçisi) deyin.
-Devletleri yıkan tüm hataların altında nice gururun gafleti yatar.
-Biz bunca meşakkate alkış uğruna katlanmadık, halis niyetimiz rızayı ilahidir.
-...Ben Allah'ın emirlerini yerine getirmek, zulüm görenlere yardım etmek için zırh giydim, kılıç kuşandım!
-Vükela ve ümeranın süslü elbiseler giymesi padişahlarına tâzimden ileri gelir. Biz Allah'tan başka kime tâzime mecburuz ki bu külfeti ihtiyâr edelim? Bizim padişahımız Allah, vücudu saran elbiseye değil, içindeki imâna bakar.
-Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş,
Bir velîye bende olmak cümleden a’lâ imiş…
-Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, zafer takları ve iltifâtları bizi nefsimize mağrûr edip yere sermesin!
-Şâyet askerlerimin torbalarında, geçmiş olduğumuz yerlerden alınmış bir şey bulunsaydı, Mısır Seferi'nden vazgeçecektim!..
(Mısır Seferi'nde rûhunu saran bir endişe üzerine askerlerinin torbalarını, geçilen yerlerden koparılmış meyve var mı, yok mu diye hassâsiyetle aratmasından sonra)
-İsteyenler, karılarının yanına dönüp entarilerini giyebilirler! Ben düşmana karşı tek başıma da gidebilirim!
(Çaldıran Seferi’nde, çadırına ok atacak kadar ileri giden askerlerin isyan etmesi üzerine, söylediği nutuktan bir bölüm.)
-Ulemânın atının ayağından sıçrayıp bizi boyayan çamur, bizim için şereftir. Mübârektir. Bu çamurlu kaftanı, ben ölünce sandukamın üzerine kapatın!
YAVUZ SULTAN SELİM'İN SON SÖZLERİ
“Hasan! Sure-i Yâsin oku...”