Yönetici atamaları süreci tamamlandı sayılır. Ancak sancılar, sıkıntılar bitmedi. Yandan baksak ta, önden-arkadan baksak ta objektifimize giren bazı görüntüler vicdanları huzursuz edici niteliktedir.
Bugün de, dünde müspet manada istisnalar elbette olmuştur. Eleştirilerimizi yaparken bu istisnaları ayrı tutuyoruz.
Bugünün sancılarını dile getireceğiz ama düne göz atmadan bugünü sağlıklı olarak değerlendiremeyiz. Yönetici atamaları bugüne gelinceye kadar nasıl yürüdü? Bugüne kadar öğretmen politikalarında ne gibi hatalar yapıldı?
Yaşları Ellinin üzerinde olan pek çok insanımız bilirler ki, bu ülkede 1974-80 Yılları arasında binlerce gencimiz Kırk Beş Günde, Hızlı Eğitimle! Yüksek Okul mezunu yapılıp öğretmen olarak atandı.
O yılları hatırlayanlar bilirler ki; öğretmen açığını kapatmak! İçin bu dönemde ‘’Mektupla Eğitim ve Hızlandırılmış Eğitim’’ adı altında 130 Bin gencimize diploma verildi. Bunların büyük çoğunluğu öğretmen olarak atandı.
Biz askerlik görevini yaparken, Yedek Subay Temel Eğitimini alırken şöyle denirdi; ‘’arkadaşlar, üç ayda (bu üç aylık askerlik eğitiminin yetersiz olduğunu belirtmek için) kabak bile yetişmez.’’
Doğrudur, üç ayda kabak bile yetişmez ama bu ülkede Kırk Beş günde Yüksek Okul bitirtilip öğretmen yetiştirildi! Milli Eğitimin hizmetine sunuldu!
28 Şubat sürecinden sonra pek çok farklı fakülte mezunlarına iş alanı(!) açılarak öğretmen olarak ataması sağlandı. Milli Eğitimimizin hizmetine sunuldu!
Eğitim ordusuna katılan bu gençlerimizin pek çoğu zaman içerisinde idareci oldular. Kimi müdür yardımcısı, kimi müdür, kimisi milli eğitim müdürü..
Yakın zamana kadar yönetici olmak için kriter ne idi? 1970’li-80’li-90’lı yıllarda yani 2005 Yılına kadar bir referansla (o günkü otorite kimse) tavsiye ediliyordu. Talipli kişi dilekçesini veriyor, Milli Eğitimin teklifi ve üst mercilerin onayı ile (belirli bir hizmet yılı olanlar) yöneticilik görevine başlıyordu.
1990’lı yıllarda etkili olan bir siyasi ile özel bir konuşmamızda sormuştum. Her teklif-tavsiye ettiğiniz idareci oluyor mu? Demişti ki; ‘’hocam biz beş tavsiyede-teklifte bulunmuşsak (referans olmuşsak), bunun üçünü kabul ediyor milli eğitim, ikisini uygun görmeyebiliyor!’’ demişti.
Düşünün o dönemlerde bürokrasiyi elinde tutan kadroların tasarruf ve tavsiyelerini ilave ettiğimizde geriye kalan beş kişiden ikisi de o kanallardan yöneticilik koltuğuna oturuyorlardı.
O dönemlerdeki bu uygulamalara kimse ses çıkarmıyordu. Sanki kadermiş gibi algılanıyordu. Hep belirli kesimler koltuk sahibi oluyordu.
Sınavla Atama uygulamalarına 2005 yılından itibaren geçilince bir direnç oluştu. Zira bu koltukları hak edebilmek için sınav kriteri getirilince, yıllardır yöneticilik işleri belirli kesimlerin müktesep hakkıymış gibi tepkiler verildi. Dengeler değişmeye başladı. Mahkeme süreçleri başlatıldı.
Daha sonra sınav sistemi işletildi, fena da olmadı. Fakat sadece yazılı sınavın, bilgiye dayalı bir seçim’in idarecilik için eksik bir yöntem olduğu fark edildi. Zira yöneticiliğin sadece bilgiyle sınırlı olmayıp; beceri, temsil yeteneği, sosyal boyutu gibi pek çok yönü olduğu fark edilerek mülakat uygulamasına geçildi.
Geçmişten gelen referans alma alışkanlıkları yer-yer bu dönemde de kendini gösterdi. Olsun o kadarcıkta ne yapalım, diyeceğiz ama kantar’ın topu biraz kaçtı.
Hepimiz bu toplumda yaşıyoruz. Beraber yaşadığımız insanların kültürel ve sosyal boyutunu çok iyi biliyoruz. Hak eden insana kimse bir şey demiyor, aksine hayırlı olsun diyor. Ancak maşeri vicdanın rahatsız olduğu öyle insanlar var ki bu kadarı da olmaz dedirtiyor.
Maşeri vicdan en çok neden rahatsız oluyor? Verilen mülakat puanlarındaki abartı. Herkesin dikkatini çeken nokta; 80 alan 90 puan alan kişi değil, 100 (yüz puan) alan kişi üzerinde yoğunlaşıyor. Dedik ya hepimiz bu toplumda yaşıyoruz. Bu adamın 100 puan alması bir şans eseri mi?
Yönetici Atama sürecinin geniş bir zamana yayılıp-Eğitim Öğretim Yılının başına getirilmesi ayrı bir sıkıntı oluşturdu. Vekâleten idareciliğe bakanlar, nasıl olsa gidiciyiz mantığıyla işleri rölantiye aldılar. Bu durum eğitim-öğretimi olumsuz etkiledi.
Diğer taraftan henüz yeni göreve başlayan idarecilerin birçoğunun deneyimsiz olup, kendi varlıklarını kabul ettirmek için yeni formaliteler üretmeleri. Doksan Yüz öğretmeni olan atandığı okula dışarıdan müdür yardımcısı ithal etmeleri, öğretmenlerin motivasyonlarını zayıflatmaktadır.
Halk diliyle bir Bekri Mustafa darbı meseli vardır. Hak etmeyen birinin hak etmediği bir makama geldiğini ifade için kullanılır.
Netice-i Kelâm; bizler kadim kültürümüzde var olan ‘’görev alınmaz (hak edene) verilir’’ prensibini bıraktığımızdan beri, Bekri Mustafaların sayısı hayli arttı.
Abdullah YADİGAR-26/12/2014