Zekat ve fitreler gayri müslimlere verilebilir mi? Diyanet İşleri Başkanlığı

Aralarında dört mezhep imamının da bulunduğu fakihlerin çoğunluğu zekâtın, gayri Müslimlere verilemeyeceğinde görüş birliğine varmışlardır.

Çünkü ilke olarak zekât Müslüman fakirlerin hakkıdır (Kâsânî, Bedâiü’s-Sanâî, Beyrut, II, 49; Nevevî, el- Mecmu, VI, 228; Fetâvây-ı Hindiyye, Beyrut, 1991, I, 188; İbn Nüceym, el-Bahru’r- râik, II, 261).
Bu genel ilke yanında bilindiği üzere Kur’an’da zekâtın sarf edileceği yerler arasında kalpleri İslama ısındıralacak olan “müellefe-i kulûb” da zikredilmiştir (Tevbe, 9/60). Hz. Peygamber (s.a.s.), gerek zekât gerekse diğer devlet gelirlerinden kalplerini İslam’a ısındırmak istediği kişilere pay ayırmıştır (Buhârî, Farzu’l-Humus, 57; Tirmizî, Zekât, 30).

Rasûlüllah’ın (s.a.s.) vefatından sonra bazı kimseler bu uygulamayla bağlantı kurarak, devlet başkanından bir şey istemişler, duruma muttali olan Hz. Ömer (r.a.) de “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 18/29) ayetini okuyarak, müellefe-i kulûp kalmadığından onların talebini reddetmiştir (bkz. Kâsânî, Bedâi, II, 45; Zeylaî, Nasbu’r-Râye, II, 395; Aliyyu’l-Kari, Fethu Babi’l-İnaye, II, 130).
Bu sebeple fakihlerin çoğunluğu, Hulefâ-i Raşidin döneminde “müellefe-i kulûb”a pay ayrılmamış (İbn Ebî Şeybe, Mûsânnef, III, 233) oluşuna dayanarak Tevbe sûresinin 60. ayetinde sözü edilen bu payın düştüğü sonucuna varmışlardır. Fakat Hz. Ömer’in müellefe-i kulûb sınıfından zekât isteyenlerin talebini reddetmesi, bu konu ile ilgili ayetin hükmünün yürürlükten kaldırılmış olmasından değil, bu konuda kendisine başvuran kimseleri “müellefe-i kulûb” sınıfından saymamasından dolayıdır.

Dolayısıyla günümüzde de kalpleri kazanılmak, İslâm’a ısındırılmak veya kötülüklerinden emin olunmak istenen yahut Müslümanlara faydalı olacakları umulan gayr-i müslimlere de “müellefe-i kulûb” sınıfından zekât verilmesi maslahata uygun bulunabilir. Bu sınıfa zekât verilebileceğini savunan âlimler bu yönde bir tasarrufun devlet yetkililerinin takdîrine bağlı olduğunu; uygun görmeleri halinde müellefe-i kulûb’a zekât verilebileceğini, zaman zaman buna ihtiyaç duyulabileceğini söylemişlerdir (Karadâvî, Fıkhu’z-Zekât, II, 67-68).

Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı

Din Haberleri