Turgut Uyar kimdir
Başını göğe her kaldırdığında yıldızlardaki yolunu aşkla bulan adam, şair Turgut Uyar’ın hayat hikayesidir.
Aşk ve sancılı ayrılık şiirlerinin ölümsüz şairiydi Turgut Uyar. Çocuk kalbinde iz bırakmış baba özlemiyle tanıdı kendini önce. Sonra annesine duyduğu saygıdan genç yaşta evlendi, yıllar geçti. Bu yılları şiir olmasa geçiremezdi sanki. Bizim okurken duygu seline kapıldığımız o şiirlerin hepsini Turgut yaşıyordu çünkü.
Ben çok aşk dolu bakıp öyle gördüğümden mi bilmem, belki de Turgut hayatını Tomris ile birleştirdiğinden mutlu gitti bu hayattan. Hatta belki yüreğindeki birçok kırgınlığın, iyileşmemiş yaraların ödülüydü Tomris Uyar.
Çocukluğu
Turgut, 4 Ağustos 1927’de Ankara’da doğduğunda annesi Fatma Hanım ve babası Hayri Bey, ona "Ahmet Turgut Uyar" adını verdi. Altı kardeşten beşincisi olarak dünyaya gelmişti.
Turgut babasını özleyerek büyüyen bir çocuktu. Çünkü babası Hayri Bey, Osmanlı döneminde kolağası rütbesine kadar gelmiş bir harita subayıydı ve ailesinden uzaklardaydı. Bu uzaklık Turgut’un içinde bir yara olmuştu, sessizliği, derinliği işte bu yüzdendi. Özlemini duyduğu şeylerin gölgesinde bir yanının eksik kaldığını hissediyordu. Göz pınarlarında her an düşecekmiş gibi bekleyen bir damla vardı sanki.
Annesi Fatma Hanım ise akıllı ve güzel bir kadındı. Turgut annesinin hep yanında olduğu için şanslıydı. Ama yine de babasızlığının içinde bıraktığı hissiyat oldukça derindi. Yıllar sonra çocukluğundan şöyle bahsedecekti Turgut: “Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem: ‘Yapma oğlum’ derdi ona, ‘O, içli bir çocuk’”.
1931’de Hayri Bey emekli oldu. Böylece Uyar ailesi de Ankara’dan İstanbul’a taşındı. Hayri Bey burada da çalışmaya devam etti. Turgut, bir nevi babasına kavuşmuştu. Belki bundan sebep, belki de çok küçük olduğundan çocuk aklı Ankara yıllarını silmiş, yaşama İstanbul’dan başlamıştı. Yıllar sonra şiirleri pek sevilen bir şair olduğunda özenle anlatacaktı buraları. “Vaiz Sokağı Numara 70” adlı şiiri aslında çocukluğunu nerede yaşamaya başladığının en canlı ibaresi olacaktı.
Eğitim hayatı
Turgut, Edirnekapı’daki Hırka-i Şerif İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı ve Beşinci İlkokul’da ilköğretimini tamamladı. Bundan sonrasında maddi güçlükler yüzünden eğitimine askeri okullarda devam etti. Babasına kavuştu diye sevinen bir çocukken bu sefer uzaklara gitme sırası ona gelmişti. Turgut, Konya’ya askeri okula gitti. Buradan sonraki durağı da Bursa Işıklar Lisesi oldu. İki yıl da Askeri Memurlar Okulu’na gitti ve eğitim hayatını tamamladığında yıl 1947 idi.
Ailesinden uzaklarda tamamlanmış bir eğitim hayatı olmuştu. O hüzünlü yanını uzaklarda geliştirmeyi ihmal etmedi. Özellikle babasını alışılmış bir duyguyla özlemeye devam etti.
Şiire düşkünlüğü
Turgut aslında genel anlamda sanatın kendisine düşkündü ve bu düşkünlüğü ilk müziğe duyduğu sevgiden doğdu. Çünkü onu doğuran ve büyüten aile müzikten besleniyordu. Evden her zaman keman, saz ve ud sesleri yükselirdi. Turgut’un kulak kabarttığı notalarda sevgi vardı, mutluluk vardı, hüzün vardı, aşk vardı… İşte beynine ve kalbine doldurduğu bu duygular, henüz çocukken ona şiir yazma yetisini getirdi.
Şiir yazmaya başladığında belki de yıllar sonra isminin bir imza olacağından habersiz küçük bir çocuktu ve yıllar sonra Turgut Uyar olduğunda şiir yazma hissinin içine ilk nasıl düştüğünü şöyle anlatacaktı:
“Daha ilkokulda vezin ve kafiyeden haberim olmadığı çağlarda manzumeler yazardım. Sonra ortaokul ve lise devresinde boyuna yazdım. Günde üç beş şiir, haftada on beş, günde bir roman yazıyordum. Ama ne şiirler ve romanlar. Liseyi bitireceğim yıl, Hayyam, Nedim, Yahya Kemal, Tevfik Fikret, Hamit ve Haşim kıskıvrak tutmuşlardı. Taklit ettiğimi bile bile onlara özenerek, bildiğim ve becerdiğim kadar terkipli filan gazeller mazeller yazardım. Hatta Makbere Mezar adıyla bir nazire bile yazmıştım”.
Turgut, içgüdüsel olarak yazmaya başlamış olsa da bu kalemi devam ettiren iyi insanlar okuyup, onlara tutunarak şairliğe uzandı. Bir süre sonra da kendine has tavrını bulacak, tuttuğu kalemin hakkını verecekti. Yazdıkları ve sevdiklerinin yanında sevmediklerini ve kabullenmek istemediklerini de okuyup onlara bir şans verdi. Bu yönü ona şiirin güzelliklerini katacak ve onu şiirleriyle her bir başı göğe kaldıran adam yapacaktı.
Turgut evlendi
Yezdan komşu kızlarıydı. Turgut, bugün bildiğimiz Tomris Uyar aşkına bakılınca o zamanlar Yezdan’a aşık mıydı bilinmez, ama bir gerçek varsa o da evliliklerinde Fatma Hanım’ın etkisiydi. Çünkü Fatma Hanım, mahalledeki komşu iki kızdan birini Turgut, diğerini de abisiyle evlendirmişti. Turgut o zamanlar henüz 18 yaşında bir öğrenciydi.
Böylesine duygu yüklü şiirlerin sahibinin kalbindeki sevgiden ve daha nice duygudan Yezdan’a da bir pay düştüğüne eminim. Çünkü genç Turgut’un sırasıyla üç çocuğu oldu bu evlilikten. Onlara Semiramis, Deyda ve Tunga adını vermişti.
Ama yine de yürümedi evlikleri, Turgut ve Yezdan, 1966’da boşandı.
İş hayatı
Turgut eğitim hayatını tamamladıktan sonra iş hayatına başlamalıydı. 1948’de ilk önce Kars’ın Posof ilçesine askeri memur olarak atandı. Burada 4 yıl çalıştı. Sonraki görev yeri Samsun, Terme idi ve burada da 2 yıl kalacaktı.
Samsun’dan sonra tayini Ankara’ya çıktı. 4 yıl çalıştı, ama bir sonraki yer olmadı. Çünkü Turgut memuriyetini istifa ile sonlandırdı. Çünkü bu işi aslında sevmiyordu.
İstifasının ardından SEKA’nın Ankara bürosunda çalışmaya başladı ve 1967’de emekli olana kadar da görevini sürdürdü. Sonra da İstanbul’a taşındı.
Şiir hayatı
Turgut, şair olma yolunda ilerliyordu. Ancak sadece yazmıyor, şiir gibi yaşıyordu. İlk şiirini 1947’de Yenigün dergisinde yayınladı. Bu şiire “Yad” adını vermişti.
1948’de “Kaynak” dergisinin şiir yarışmasına katıldı. Bu yarışmaya onu yönlendiren ve ikna eden edebiyatımızın değerlerinden, Nurullah Ataç’tı. “Arz-ı Hal” adını verdiği şiiriyle yarışmayı kazandı.
Turgut, kendi dünyasından doğurduğu şiirlerde sevdiği şairlerin fikirlerine tutunuyordu. Bir bakmışsın şiirde Nazım konuşuyor; bir bakmışsın Atatürk göz kırpıyordu. Şiire çok yönlü bakmanın doğru olduğunu düşündüğünden şiir yazarken batı ve divan şiirinin özelliklerini kullandı. Çünkü örnek alacak çok şair olduğunun farkındaydı.
Zamanla kendini geliştirdi ve ikinci yeni akımının etkisine girdi. Başta Garip akımının özellikleri üzerinden ilerlerken, ikinci yeni akımının öncüleri arasına adını yazdırdı. Ancak yine de bu tercihin de üzerinden zaman geçtikçe kendine has tarza ulaşmaya yaklaştı. O şiirlerinde her zaman açık ve anlaşılır oldu.
Şiir gibi yaşayarak 9 şiir kitabı yazdı. Ölçü kaygısıyla yazdığı ve toplumsal konulara değindiği “Arz-ı Hal”i 1949’da, “Türkiyem”i 1952’de yayınladı. 1959’da “Dünya’nın En Güzel Arabistan’ı” adını verdiği kitabında da birey – toplum ilişkisine yöneldi. Yine 1962’de yazdığı “Tütünler Islak” ve 1968’deki “Her Pazartesi” adını verdiği kitaplar yine aynı fikir üzerindeydi. 1970’te yazdığı “Divan” ile artık yerini geleneksel şiir kalıplarına bıraktı.
Son olarak da 1974’teki “Toplandılar” ve 1982’deki “Kayayı Delen İncir” dönemin sınıfsal mücadelesini yansıtıyordu.
Göğe bakma durağı
“Göğe Bakma Durağı” şiiri, Turgut’un yaşamı içinde bir dönüm noktasıydı. “Dünyanın En Güzel Arabistan’ı” kitabında yer alan, bugün düşünüyorum ki duymayan bilmeyen kimsenin kalmadığı bu şiir, okuyucusuyla 1959’da buluştu. Dönüm noktası olmuştu, çünkü kurduğu cümlelerde kullandığı yeni imgeler modernist bir yaklaşım içeriyordu.
İsminden bile duygusallık akan şiir diye tanımlıyorum ben “Göğe Bakma Durağı”nı ve onu, bir kuplecik de olsa, paylaşmak istiyorum sizinle. Başka türlüsü olmaz. Çünkü biliyoruz, tek bir gökyüzü var ve hepimiz şuramızda taşıdığımızla aynı gökyüzünün altındayız. Tek yapmamız gereken başımızı kaldırıp bambaşka şeyler görmek…
“…
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum, göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum, kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi, ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum, ısınıyor
Seni aldım, bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı, bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir, biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım”
Büyük aşk, Tomris Uyar
"Cemal Süreya" biyografisi yazarken de atmışım aynı başlığı. Şimdi Turgut Uyar’ı yazarken dönüp bir bakayım dediğimde fark ettim. Bir kadın ve bir şekilde karşılık bulmuş iki adam.
Şöyle tanımlamışım Tomris’i: “Tomris Uyar’ı edebiyat dünyası gencecik yaşta tanıdı; deneme ve öykü yazarıydı. Gazeteci ve Şair Ülkü Tamer’in biricik karısıydı”
Sonra Cemal Süreya ile aşkları derken yazmışım işte… Cemal Süreya ile üç yıl geçirdiler. Cemal’e göre aşkları verimliydi, ama Tomris’in de hayranı çoktu.
Tomris ve Turgut ilk 1962’de, Ankara’da Sanatseverler Derneği’nde karşılaştı. Bir şekilde ikisi de kendi hayatlarını yaşadı elbet. Ama Turgut Uyar, 1966’da eşi Yezdan’dan boşandıktan sonra yanına çocuklarını da alıp İstanbul’a yerleşti.
Bu süreçte Tomris ve Cemal de ayrılmak üzereydi. Burada bir kez daha karşılaştılar ve ilk kez bir oturup konuşma fırsatı buldular. İşte bu yüzden Tomris, bu anı ilk tanışmaları olarak kabul ediyordu. Bir süre sonra da mektuplaşmaya başladılar. Başta sadece şiir üzerineydi bu mektuplar. Zamanla yerini daha özel konular almaya başladı. Tomris, Turgut’u yaşadığı sorunlar yüzünden uzaklaştığı şiire karşı tekrar ısıtmaya çalışıyordu ve bir süre sonra Tomris, Turgut’un esin perisi oldu.
Büyük aşktı. Belli ki Tomris, aşk kadınıydı ve aynı zamanda şiire de aşıktı. Tomris ve Turgut, 1969’da evlendi ve bu evlilikten "Hayri Turgut" adını verdikleri bir oğulları oldu. Turgut, babasına duyduğu özlemi ve sevgiyş oğluna ismini vererek yaşatmayı seçmişti.
Turgut Uyar öldü
Turgut, ömrünün son demlerini yaşadığını hissediyordu, inzivaya çekildi. Alkol alışkanlığının hediyesi, "siroz"du. Hastaneye gitse bu teşhisle birçok şeyin elinden alınacağını bildiğinden erteleyebildiği kadar erteledi, ama sonunda Tomris’in ısrarlarına dayanamadı ve siroz teşhisini doktorlardan duydu.
Çocukluğundan beri hastaneleri sevmezdi, ama artık hastaneye yatmaktan başka çaresi yoktu. Çünkü dalağı iflas etmişti ve karaciğer de tek başına savaşamazdı. Artık sadece serumla beslenebiliyordu. Şuuru da bir gidip bir geliyordu. Yapacak bir şey kalmadığında doktorlar eve çıkmasına izin verdi. Tomris her anında yanındaydı.
Turgut, ölümü sanki her gün yaşadığı bir şeyi yaşıyormuş gibi bekledi. Bu olacakları önceden biliyor gibiydi. Çünkü bir severken bir de içerken dozunu hiç ayarlamamıştı. Bir gün bu ikisinden birinin başına bir iş açacağını biliyordu. 22 Ağustos 1985’te evinde öldü Turgut Uyar. Oğlu ardından şöyle diyordu: “Sevmek ve içmek, ikisini de sonuna kadar kullandı. Ama sevdiği için değil, içtiği için öldü”.
Belki de Turgut Uyar’ın hayatının özeti buydu. Geriye de yazdığı şiirler kaldı. Ben de fiziksel olarak aramızdan ayrılışının 32. yılında cümlelerimle ve sevgimle onu anmak istedim.