Kavramlar ve Hakikatleri
Eski zamanlardan birinde temiz gönüllü bir derviş, kendisini yoktan var eden, gönderdiği elçilerle varlığından haberdar eden Allah’a daha iyi kulluk edebilmek için hakikatin ardı sıra koşmaya başlar. Bildiği bazı kavramları en doğru şekilde anlayabilmek için dergah dergah dolaşır.
Bu kavramlardan üçü de SABIR, KANAAT ve AFFETMENİN hakikatidir.
Her nereye gitse, kime sorsa tatmin edici bir cevap bulamaz. Bir gün bu konuda soru sorduğu bir zat, “Sana bu soruların cevabını verecek bir tanıdığım var ama o da şu an zindanda idam mahkumu” der.
Derviş, hiç düşünmeden zindana gider, zindancı başına durumu izah eder ve görüşme izni alır.” İdam mahkumu olan Eren, zincirlerle duvara bağlı beklemektedir. Derviş, Allah’ın selamıyla yanına gelince Eren, “Hoş geldin evlat, seni buraya getiren nedir?” diye sorar. Derviş kısaca durumunu anlatır ve “SABIR, KANAAT ve AFFETMENİN hakikatini merak ediyorum. Bana sizin gereken cevabı vereceğinizi söylediler, o yüzden geldim” der. Elleri zincirlerle duvara bağlı olan Eren, “Ya Allah, Bismillah” der ve dervişin gözlerinin önünde zincirler çözülür. Sonra tekrar, “Ya Allah, Bismillah” der ve zincirler tekrar kendisini bağlar. Bu durum üzerine dervişe döner ve der ki, “Sabrın hakikati işte bu gördüğündür. Yani bu zincirlerden kurtulma imkanı varken, sırf Rabbin böyle takdir etti diye o zincirlere sabretmendir.”
Sonra, “KANAAT’in cevabı için yarın gel evlat!” der ve dervişi gönderir.
Derviş ilk sorunun cevabını almış olmanın huzuruyla sabahı zor eder ve sabah erkenden zindana gider. Eren bir kenarda oturmuş, kuru ekmek ve sudan oluşan kahvaltı istihkakını yemektedir. Derviş selam verip içeri girince, bizim Eren, “Ya Allah, bismillah” der ve ortaya mükellef bir sofra gelir. Derviş oldukça şaşkındır ama sofradaki nimetler muhteşem nimetlerdir ve oturup yemeğe başlar. Sonra kendine gelir ve “Efendim! Siz de buyursanız da birlikte yesek” der. Bizim Eren, tam da bu noktada ikinci cevabını verir: “KANAAT’in hakikati de o nimetleri yiyebilme imkanı varken, sırf Rabbim böyle takdir etti diye bu kuru ekmeğe razı olmandır” der. Ve ardı sıra, “Üçüncü sorunun cevabını yarın alacaksın” der.
Derviş, ininci sorusunun da tatmin edici bir cevabını almış olmanın huzuruyla girdiği yatağından sabah erkenden kalkarak zindana gelir, ne var ki, bizim Erem idam edilmiştir. Derviş, okdukça mutsuz bir şekilde kaldığı hana geri döner. “Demek ki, o da aradığım adam değilmiş! Aradığım adam olsaydı sorumun cevabını vermeden ölmezdi” diye geçirir içinden. Sabah erken kalkmış olmanın yorgunluğu, aradığını bulamamış olmanın mutsuzluğuyla ‘biraz uyumak iyi gelir’ diye düşünerek yatağının üstüne uzanır.
Uykuya dalar dalmaz görmeye başladığı rüyasında idam edilen Eren cennetin kapısının önünde beklemektedir. Cennetten “Gir içeri!” diye bir nida gelir, bizim Eren, “Girmem!” der. Cennetten gelen ikinci bir nida soru nidasıdır ve “Neden girmezsin?” diye sormaktadir. Bizim Eren, Yüceler Yücesi Allah, bana iftira etmiş, zulmetmiş, hakkıma girmiş, en büyüğünden en küçüğüne her türlü kötülük yapmış kim varsa affedip cennetine almadıkça ben bu cennete girmem!” demiş ve sonra rüyayı görmekte olan dervişe dönerek, “AFFETMENİN HAKİKATİ DE BUDUR EVLAT!” demiş…
Söyle şimdi EY NEFSİM!
Her türlü eziyete Allah için sabredebilecek kadar SABIR’lı, helal kuru ekmeği şüpheli ballı böreğe tercih edecek kadar KANAATKAR, değil dostunun düşmanının bile cehenneme girmemesi için ALLAH’a yalvaracak kadar AFFEDİCİ MİSİN?
Peki ya siz? Bu gerçeğin neresindesiniz?