Mış gibi yaşamanın dayanılmaz hafifliği
İnsan mış gibi yaşamak, insan mış gibi görünmek, insan mış gibi sevmek, insan mış gibi hissetmek çağımızın en geçerli akçesi haline geldi. Mış gibi yaşamak, toplumda yaygınlaştığı için, gittikçe normal bir hayat tarzıymış gibi algılanmaya başladı.
Oturduğu yerden elbise sipariş eder gibi, kendine uygun gördüğü bir kişiliği satın alıyorlar. Onun dayanılmaz hafifliğine bürünerek ortalıklarda arzu endam ederek, bel kırarak, sipariş bir hayat yaşıyorlar. Siparişle olduğu için her gün başka bir kılıkla karşınıza çıkabilirler.
Dış görünümünü siparişle bezetenler, içinden boşalan kirleri kamufle etmede o kadar mahir değiller. Ağzından dökülenlere maske, davranışlarıyla ortalığı kirletenlere takım elbise kifayetsiz kalıyor.
Öyle insanlar peydah oldu ki görüntüleriyle haza beyefendi, eylemleriyle haşa hoşt efendi. Asık yüzlü, kırıcı sözlü, kem gözlü, kendi içinde çeşitli tezatları yaşayan birer varlıklar halinde dolaşıyorlar.
İnsan olmanın erdemlerini birer birer kaybediyoruz. İnsan olmak, insan gibi yaşamak maliyetli bir şey. En az dış görünümüne harcadığı kadar parayla kitap almak, okumak, iç dünyasını güzelleştirmek, bir bilen olmak, konuştuklarıyla, yaşantısıyla örnek olmak. Başkalarının dertleriyle dertlenmek, acılarını paylaşmak, düşenin elinden tutmak, kötülük yapmamak, aklını kiraya vermemek. Gördüğünüz gibi sıradan insanlar için bayağı maliyetli gibi görünüyor.
Sadece kendi için yaşamak varken, vurdumduymazlığın hafifliğiyle gezinip caka satmak dururken, yani, mış gibi yaşamak varken kimse insan olmanın maliyetine katlanmak istemiyor.
“Başkalarının acısına bakmanın, acıyı uzaktan seyretmenin bize hiçbir maliyet yüklemediği bir çağda yaşıyoruz”. Kocasından dayak yiyen kadının, evine ekmek götürmenin derdiyle yerin yedi kat altında, göçük altında kalmış madencinin fotoğrafını çekmek varken, kimse acıya dokunmak istemiyor.
“ Fotoğraf karesinin acıyı dondurduğu gibi, bizde o fotoğraf karesi karşısında donup kalıyoruz”. En güzel çekilen fotoğraf, ya da en güzel haberi biz yakaladık duygusu bize huzur veriyor. Acıdan huzur devşirmek, reklam yapmak yeni trend.
Dünyanın her köşesinden gelen vahşet görüntüleri karşısında vicdanlar artık kanamıyor. Acı, ruhumuza şöyle ucundan bir dokunup kaçıyor.
Artık yakınlarımızı kaybetmenin üzüntüsü, yası bir saat bile sürmüyor. Uzaktan görenler, cenaze evimi yoksa düğün merasimimi diye bir ikilem içerisine düşüyorlar.
Kötülük hiç yokmuş gibi yapıyoruz. Gücü elinde tutanın, kötülük yapma hakkı var mış gibi işlem görüyor. Ötekinin acısı, uykuları kaçırmadığı gibi iştahlarıda maşallah yerli yerinde. Acı çekenler ,sanki canlı taklidi yapan hayaletler gibi ortalıklarda köşe bucak dolaşıyorlar. Diğerleri kör ebe oynar gibi dokunup kaçıyorlar.
Mış gibi yaşayanlar, bulundukları işletmelere de, kurumlara da, makamlara da bu anlayışı bir virüs gibi hızla yayıyorlar. Alın teriyle, çalışarak evlerine ekmek götürenlerin emeklerini şirketler çalıyor, İnsanlara yardım etmek için göreve getirilen bürokratlar, köstek olmak konusunda uzmanlaşıyor; güven duygusunun teminatı olan kurumlar güvensizliğin kaynağı haline geliyor.
İnsan olmanın maliyeti yüksektir. Ağlamak da insanlar için, gülmekte. Düşmek de insanlar için, kalkmak da.” Düşüp kalkmaz bir Allah’tır.”
Ağlayanı işitmemek, düşenin elinden tutmamak, kimimizin körleşip fark etmediği, kimimizin kanıksayıp artık yadırgamadığı mış gibi bir yaşamın dayanılmaz hafiflikleridir.